Yazar arşivleri: [İlkay]

[İlkay] hakkında

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

İnsan Kelime Dağarcığı Kadardır

Bir zamanlar, küçük bir köyde yaşayan Fidan, herkesin “İnsan kelime dağarcığı kadardır.” dediği bir sözle büyümüştü. Fidan, kelime hazinesini genişletmek için her fırsattan yararlanan bir insandı. Okumaya ve araştırmaya büyük bir ilgisi vardı, ancak köylerindeki kaynaklar sınırlıydı ve okul imkanları da kısıtlıydı.

Fidan’nın hayali, kelime dağarcığını zenginleştirerek dünyayı keşfetmek ve bilgiye ulaşmaktı. Fakat köydeki sınırlı kaynaklar, onun bu hayaline ulaşmasını engelliyordu. Bu durum Fidan’ı üzüyordu, ancak vazgeçmek yerine daha da azimli olmasını sağlıyordu.

Bir gün, köylerine büyük bir kütüphane bağışlandı. Bu kütüphane, Fidan’ın ilerlemesine ve gelişmesine bir millat oldu. Fidan, bu zengin kütüphane ile köyüne umut olmak için bir fırsata ulaştığını düşündü.

Fidan, tüm boş vaktini okumaya ayırdı. Okudukça bilmediği kelimelerin farkındalığına varıyor ve o bilmediği kelimelerin adını sözlükten açıklamaları ile yazdığı defterine anında notlarını ekliyordu.

Bilmediği kelimelerin açıklamalarını yazdığı defterine zamanla daha az not düşmeye başladı. Kelime dağarcığı hayli geliştiği sıralarda köyüne umut olmak için sorunlara kafa yormaya başladı. 

Fidan’ın artık hafızası güçlü ve analitik düşünme becerisi hayli ilerlemişti. Fakat okuduğu kitapların farkındalığıyla, okumadığı ve dünyadaki tüm kitapları okuyamacağını bilerek değişik bir cehalet duygusu içinde hissediyordu. 

Bir şey hakkında düşünürken, o şeyi merkez edip 360 derecelik bir ablukaya alarak, her açıdan hesaplamaya başlamıştı. Az kelime sayısıyla değil, çok kelime sayısıyla kafasında büyük modellemeler yapmaya başladı. 

Fidan, okudukça bambaşka bir insana dönüşüyordu. Köy halkı, Fidan’ın bu değişimini, içinde olduğu ergenlik dönemine bağlıyordu. 

Topluma ve doğaya daha duyarlı bir insan olup, herkesin parmakla gösterdiği bir bilgeye dönüştü. Saygılı ve mütevazı tavırlarıyla göz kamaştırmaya başladı.

Okumasını istemeyen, okumasına karşı çıkan ve bir kadının öğrenmesinden korkanlar da vardı. Fakat, Fidan okuduklarıyla fazla dikkat çekmesinin kendisine zarar vereceğini biliyordu. Köy halkına uyum göstermeye özen gösetermeye ve üzerine dikkat çekmemeye gayret ediyor; bazı zamanlar küçük sorularla insanların fikrini etkilemeyi başarıyordu. Bazı arkadaşlarına yeni öğrendiği kelimeleri öğretiyor ve yeni cümlelerde kullanmalarını sağlıyordu.

Fidan’ın yalnızlığı gün geçtikçe azalıyordu. Birçok arkadaşıyla beyin fırtınaları yapabiliyor, onlarla birlikte düşler kurabiliyordu. Çağımızın yenik düşen değerleri, köyde yeniden anlamlarını kazanıyordu.

Köydeki insanlar, Fidan’nın bilgiye olan açlığını ve isteğini fark ettikçe ona saygı duymaya başladılar. Fidan, sadece kendi kelime dağarcığını değil, diğer insanların da kelime hazinelerini genişletmek için çaba gösteriyordu. İnsanlar arasında bir kelime yarışması düzenledi ve köydeki herkesin katılımını teşvik etti.

Fidan’ın azmi ve tutkusu, köydeki insanları da etkiliyordu. Artık herkes, kelime hazinelerini genişletmek ve bilgiye ulaşmak için çaba göstermeye başlamıştı. Köydeki insanlar, Fidan’nın örnek olmasından ve onunla birlikte büyümekten ilham alıyorlardı.

Fidan’nın çabaları, köydeki eğitim olanaklarının geliştirilmesine ve kitaplarla dolu daha büyük bir kütüphanenin kurulmasına öncülük etti. Köydeki gençler, artık daha fazla kitaba ulaşabiliyor ve eğitimlerine devam edebiliyorlardı.

Gençler hayatı çözdü, köylerinde ekoklojik düzene değin her şey çok değişti. Üretimleri arttı, zenginleştikçe umutlarına daha çok yaklaşmaya başladılar.

Yıllar sonra ise köy halkı, medeni bir seviyede yaşamaya ulaştı.

Tüm bu olup bitenleri sevinerek izlediği sırada, Fidan’ın (okuma ve yazmayı öğrettiği) annesinin okuduğu gazetede ülkede artan şiddetin hüznüyle değişen çehresine gözleri takıldı, sonunda annesi “Şiddet, kelime dağarcığı eksikliğinden kaynaklanır.” dedi. Fidan’ın annesine değin herkes, gelişmeleri ve sonuçları anlıyor olmalıydı.

Hayatta kalmak için artık birlik olacaklar, birlikte düşünüp, ülke sorunlarının üstesinden gelmek için  birlikte hareket edecekler.

***

Kelime dağarcığı, bir insanın iletişim becerilerini, düşünme yeteneğini ve bilişsel gelişimini doğrudan etkileyen önemli bir faktördür. İşte kelime dağarcığının insandaki etkilerinden bazıları:

  1. İletişim Becerileri: Kelime dağarcığı, dilin kullanılmasını ve iletişim kurmayı sağlar. Kelime bilgisi, daha zengin ve etkili bir şekilde düşüncelerimizi ifade etmemizi ve başkalarıyla daha iyi anlaşmamızı sağlar. Kelime dağarcığı zengin olan birisi, daha açık ve etkili bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve dinleyicileri etkileyebilir.
  2. Düşünme ve Analiz Yeteneği: Kelime dağarcığı, düşünme süreçlerimizi etkiler. Zengin bir kelime hazinesine sahip olmak, düşünceleri daha ayrıntılı bir şekilde ifade etmemizi ve kavramları daha iyi analiz etmemizi sağlar. Kelime dağarcığı geniş olan birisi, farklı perspektifleri daha kolay anlayabilir ve daha karmaşık kavramları daha iyi kavrayabilir.
  3. Özgüven ve İfade Kabiliyeti: Kelime dağarcığı geniş olan birisi, kendini daha iyi ifade edebilir ve özgüvenle iletişim kurabilir. Kelimelerin doğru ve etkili bir şekilde kullanılması, insanların düşüncelerini ve duygularını başkalarına aktarmalarını sağlar. Bu da özgüveni artırır ve insanların daha etkili bir şekilde kendilerini ifade etmelerine yardımcı olur.
  4. Kültürel ve Entelektüel Zenginlik: Kelime dağarcığı, farklı konular hakkında bilgi edinmeyi ve anlamayı kolaylaştırır. Geniş bir kelime hazinesine sahip olan birisi, daha fazla kitap, makale, haber ve diğer kaynaklara erişebilir. Bu da kültürel ve entelektüel zenginliği artırır, insanların dünyayı daha iyi anlamalarına ve genel olarak daha bilgili bireyler olmalarına yardımcı olur.
  5. Okuma ve Öğrenme Becerileri: Kelime dağarcığı, okuma ve öğrenme becerilerini doğrudan etkiler. Kelime bilgisi geniş olan birisi, yazıları daha hızlı ve anlayarak okuyabilir. Aynı zamanda yeni kavramları ve bilgileri daha kolay öğrenebilir, çünkü kelime dağarcığı sayesinde kavramları daha iyi bağlantılandırabilir ve anlamlandırabilir.
  6. Yaratıcılık ve İfade Özgürlüğü: Kelime dağarcığı zengin olan birisi, daha yaratıcı bir şekilde düşünebilir ve ifade edebilir. Farklı kelimeleri kullanarak daha renkli ve canlı ifadeler oluşturabilir. Bu da insanların yaratıcı projelerde, sanatsal çalışmalarda veya edebi eserlerde daha başarılı olmalarını sağlar.
  7. İlişkilerin Güçlenmesi: İnsanlar arasındaki iletişimde kelime dağarcığı, anlayışı artırır ve duygusal bağları güçlendirir. Kelime bilgisi geniş olan birisi, karşısındaki kişinin duygularını daha iyi anlayabilir ve empati kurabilir. Bu da daha sağlıklı ve derin ilişkilerin kurulmasına yardımcı olur.
  8. Özsaygı ve Kendine Güven: Kelime dağarcığı zengin olan birisi, daha akıcı bir şekilde kendini ifade edebilir ve düşüncelerini başkalarına aktarabilir. Bu da özsaygıyı ve kendine güveni artırır. İnsanlar, kendi düşüncelerini ifade edebildiklerinde ve başkalarının anlayışını kazandıklarında daha mutlu ve tatmin olurlar.
  9. Zihinsel Esneklik: Kelime dağarcığı geniş olan birisi, farklı düşünce ve fikirleri daha kolay anlayabilir ve benimseyebilir. Bu da zihinsel esnekliği artırır, kişinin dar görüşlü olmaktan ziyade farklı perspektifleri değerlendirebilmesini sağlar.
  10. Yaşam Kalitesinin Artması: Kelime dağarcığı, insanların bilgiye ve dünyaya erişimini kolaylaştırır. Bilgiye daha açık olan birisi, yeni konuları keşfetmek, yeni deneyimler yaşamak ve farklı kültürleri anlamak için daha fazla fırsata sahiptir. Bu da yaşam kalitesinin artmasına ve kişinin kendini daha tatmin hissetmesine katkıda bulunur.

Kelime dağarcığı, bireyin düşünme, iletişim kurma, öğrenme ve kendini ifade etme yeteneklerini önemli ölçüde etkileyen bir unsurdur. Geniş bir kelime hazinesine sahip olmak, bireyin yaşamında birçok alanda faydalar sağlayarak kendini geliştirmesine ve daha başarılı olmasına yardımcı olur.

Sonuç olarak, Gündem Arşivi yazarlarının yazdığı yazdıları okumaya devam etmenizi öneriyorum. Çok farklı kategorilerde çok farklı konuların işlendiği bu toplum sitemizde, bilhassa toplumun gelişmesini ve toplumun haberdar olması gereken konuları işliyoruz. Kimi yazarlarımız olayların önünden yazarken, kimi yazarlarımız tarihten yapılan hatalarla günümüzde olmamız gerek noktaya işaret ediyorlar. En yeni bilim haberlerinden, sanat konulu başlıklara değin; aklınıza gelebilecek her konudan yazılarımızda değiniyoruz.

***

Okuduğumuzu Anlıyor Muyuz?

Günümüzde Türkçe dersi yasak! Okullarda dilbilgisi dersi işlenmiyor. Okul müfredatlarında Arapça dayatılıyor ki bu sorun, çocukların ana dillerinde gelişmelerine ve okuduklarını anlamakta güçlüğü arttrıyor. Okuduğunu anlamayan nesiller yetiştirilmeye çalışılıyor. Okumak ve anlamak ilişkisi nedensellik ve sonuç ilişkisidir de. Yalnız okumayı bilmek, anlamayı garantilemiyor(!) özetle.

Ön bilgiler, deneyimlerle bir gazetecinin (ya da bir yazarın) iletmiş olduğu bir bilgiyi, karmaşık bilişsel süreçler ve stratejilerin kullanımı hususlarına varıncaya değin, okuyanın anlama becerisi gelişmiş olmalıdır.

Okumak ve anlamak insanların hayatını değiştirir, bakış açıları genişler ya da dar kalır. Başarılı olmak için insanın ilk basamağı okumak ve anlamaktır.

Türkçemize sahip çıkalım ve kelime dağarcığımızı geliştirelim dileklerimle birlikte, Başöğretmenimiz Atatürk’ün sözleriyle yazımı tamamlıyorum:

“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk Dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk Dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”

İlkay

Hüdaverdi Almaz’ın yaşadığı çok sakin bir gün | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Basit ve Kolay Farkı | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Nasıl Bir Kitap Okuyucusuyuz?… | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Sadece Okuyan ve Yazanların Umurunda | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Evrimsel Fikirlerin Sohbeti | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yaşar Bozkurt’un Biyografisi ve Resim Çalışmaları

Sayın Yaşar Bozkurt’un kendisini çizdiği portresi.

1959 yılında Gaziantep’te yoksul bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Resim yapmaya ilkokul yıllarında başladı. Ortaokulda ve sonrasında Gaziantep Rüştü Uzel Endüstri Meslek Lisesi’ndeyken de resim yapmaya devam etti. Burada Teknik Resim dersi dolayısıyla perspektif konusunda bilgilendi.

İlk kişisel resim sergisini bir kamu kuruluşunda çalışırken 1994 yılında Gaziantep Kültür Müdürlüğü Sanat Galerisi’nde açtı. İlk resim sergisinde (toplumdan gördüğü resimlerine yoğun ilgiden sonra) akademik olarak bilgi edinmeye çalıştı ve ressam olmaya karar verdi.

Bir resim sergisinden…

İkinci kişisel resim sergisini Güzel Sanatlar Derneği Lokali’nde 1996 yılında açtı. Üçüncü kişisel sergisini de yine Güzel Sanatlar Derneği Sanat Galerisi’nde 1997 yılında açtı. 1998 yılında Öğretmenevi’nde, 2002’de Riva Menkul Kıymetler Borsası sponsorluğunda, 2005’te (Sakatlar Derneği yararına) Gaziantep Büyükşehir Sanat Galerisi’nde kişisel sergiler açmaya devam etti. Bir süre teknik olarak beslenmek amacıyla ara verdikten sonra tekrar 2011 yılında Aydın’ın Kuşadası ilçesinde yeniden resim sergisi açmıştır. Son olarak 2016’da Gaziantep Tahir Bey Konağı’nda bir sergi daha açmıştır.

Resim sergisini ziyarete birçok ressam gelirdi.

Tüm bunların yanı sıra birçok karma resim sergisine de katılmıştır. Resim dışında heykel ve maket çalışmaları yapmayı da sevmektedir. Çok tarz araştırması yaparken spatula tarzında bir dönem çalıştı.

Sürrealist ve empresyonist çalışmaları da vardır.

Şu anda Hatay’ın Arsuz ilçesinin Konacık köyünde münzevi bir yaşam sürmeyi amaçlayarak kendini tamamen resim çalışmalarına vermiştir.

Sayın Yaşar Bozkurt’un Bazı Çalışmaları:

 

Sessiz Çığlık – 70×70

Parkta – 50×50

Renkli Bahar – 55×100

Kardeşler Pozu – 35×50

Atatürk – 50×70

Salvador Dali – 40×60

Fırtınada Gemi – 70×100

Karanlık – 50×70

Tesettür – 35×50

Ağ İçinde – 50×50

Döngü – 50×50

Gizli Islaklık – 50×70

Yalnız Ağaç – 50×60

Bisiklette Seyir – 40×60

Cehennem Yolu – 45×60

Yağmurlu Sokak – 50×60

Sevgi Yürüyüşü – 50×50

Tren Yolu – 50×70

Gece ve Kadın 50×70

Çığlık – 35×50

Bar 50×50

İskele 70×100

Sis ve Yağmur 50×70

Yalnız Çocuk – 80×80

Sessiz – 80×80

Karanlıkta Fırtına – 50×70

Kar ve Karanlık – 80×120

Geri Dönüş – 80×80

Yeniden Mutluluk – 50×70

Kumsalda – 50×70

Dönemeç – 80×80

Karlı Bir Akşam – 80×120

Yorgun – 80×120

Gecede Kar – 50×50

Garda Sağanak – 40×60

Karda Zorlu Yürüyüş – 50×70

Karlı Yol – 50×70

Eski Konak – 35×50

Gece Konuğu – 50×70

Fener Yolu – 35×50

Gecenin Bekçisi 35×50

Kayalıklardaki Fener 35×50

Sisli Sokak – 35×50

Terkediş – 35×120

Sessiz Sokak – 40×60

Beyaz Ev – 45×60

Eski Sokak – 50×70

Karanlık Yolda – 50×70

Köyden İniş – 50×70

Nostaljik Sokak – 50×70

 

Adolf Hitler

Bir resim sergisinden…

Resim Sergilerinin Açılışlarını (o sergi dönemlerindeki büyükşehir belediye başkanı veya vali gibi) Şehrin Önde Gelenleri Yaptı. İki Resim Sergi Açılışından:

Yaşar Bozkurt‘a iletişim için yasarbozkurt277@gmail.com adresinden ya da +905317175213 nolu telefon numarasından ulaşabilirsiniz.

Not: Ressamın bazı resimlerinin fotoğraflarından fotoğraf çekilerek bu biyografiye aktarıldığından bu resimlerin fotoğrafları net görünmediği halde siz okurlarımıza iletmeden edemedim. Biyografiyi hazırlamamda yardımı olan Sayın Yaşar Bozkurt’un kızı Sayın Cansu Bozkurt’a nezdinizde çok teşekkür ederim.

Sayın Yaşar Bozkurt’a sanatında başarılar diliyorum, onu hayranlıkla yıllardır takip ediyorum. Biyografik çalışmamı beğenmesi ümidiyle, siz okurların nezdinde; kendisine en yüce hürmetlerimi iletiyorum.

 

Evrimsel Fikirlerin Sohbeti

Charles Darwin, İngiltere’nin sessiz kırsalında bulunan evinde çalışıyordu. Onunla aynı evi paylaşan bir konuk, ünlü yazar ve tarihçi Yuval Noah Harari‘ydi. İkisi, insanlık tarihini ve doğal seçilimin önemini tartışmaktan keyif alıyorlardı.

Bir akşam, Darwin ile Harari, çalışma odasında bir araya geldiler. Etrafı kitaplar ve notlarla dolu olan odada, iki büyük zihin, insanlık hakkında derin düşüncelere dalmaya hazırdı.

Darwin, Harari’ye dönerek sordu: “Yuval, insan evriminin hızlı bir şekilde ilerlediğini düşünüyor musun?”

Harari düşünceli bir şekilde cevapladı: “Evet, kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum. Doğal seçilim, insanların çevreleriyle etkileşimlerine bağlı olarak hızlanabilir veya yavaşlayabilir. Ayrıca, teknolojinin gelişimiyle birlikte, insanlar kendilerini dönüştürme yeteneğine de sahip oldular.”

Darwin kaşlarını çattı ve merakla sordu: “Ama bu kadar hızlı bir değişim, türlerin uyum sağlama yeteneğini aşabilir mi? Belki de insanlar, evrimsel süreçte kontrolü ele almıştır.”

Harari, bir an düşündükten sonra gülümsedi: “Evet, insanlar gerçekten doğayı kontrol altına alıyor gibi görünebilirler, ancak yine de doğal seçilimin etkilerinden kaçamazlar. İnsanlar, ortamlarını değiştirme yeteneklerinden dolayı avantaj elde edebilirler, ancak bu, evrimin sona erdiği anlamına gelmez. İnsanlık, gelecekte bile değişmeye ve dönüşmeye devam edecektir.”

Darwin düşünceli bir şekilde başını salladı: “Evet, evet, haklısın. İnsanlar her ne kadar dünyayı değiştirebilirlerse de, doğa kanunlarından kaçamazlar. Evrim, tüm canlıları etkiler ve bizim de bundan etkilenmemiz kaçınılmazdır.”

Bu derin düşüncelerle dolu sohbet, gece boyunca devam etti. Darwin ve Harari, insanlığın geçmişi, doğa ve evrim hakkında fikirlerini paylaştılar. İkisi arasındaki bu diyalog, her biri için yeni bir perspektif açtı.

Sonunda, gece yavaşça ilerledi ve her ikisi de yorgun düştü. Ancak, Darwin ve Harari’nin konuşmaları sabaha kadar sürdü. İkisi de insan doğasının karmaşıklığı üzerine derinlemesine düşündü. Gecenin sonunda, odadaki sessizlik, düşüncelerin yoğunluğuyla doluydu.

Ertesi sabah, Darwin ve Harari birlikte kahvaltı yaparken, konuşmalarını hatırladılar ve birbirlerine minnettarlıkla gülümsediler. Bu tür etkileşimlerin, düşüncelerini genişletmek ve dünyayı daha iyi anlamak için ne kadar önemli olduğunu fark ettiler.

Harari, “Charles, seninle böyle bir diyalog kurabilmek gerçekten büyüleyici. Farklı disiplinlerden gelen fikirlerin birleşmesi, bize daha geniş bir perspektif sunuyor.”

Darwin, Harari’ye teşekkür ederek yanıtladı: “Kesinlikle! Sizin tarih ve toplum bilimi alanındaki bilgileriniz, benim doğa bilimleriyle ilgili çalışmalarıma yeni bir ışık tutuyor. Bu etkileşimler, düşüncelerimizi ileriye taşımamıza yardımcı oluyor.”

Kahvaltıdan sonra, Darwin ve Harari, farklı çalışma odalarına dönerek kendi çalışmalarına devam ettiler. Ancak, o geceki diyalogun etkisi hala zihinlerindeydi. İkisi de daha fazla bilgi edinmeye ve yeni fikirler üretmeye hevesliydiler.

Bir süre sonra, Darwin ve Harari, birlikte bir konferansa katılmak üzere yola çıktılar. Orada, farklı alanlardan gelen diğer düşünürlerle bir araya gelme fırsatı buldular. Kendi çalışmalarını paylaşırken, diğerlerinin görüşlerini de dinlemekten büyük bir keyif aldılar.

Darwin ve Harari, aralarındaki bu diyalogla sınırları aşan bir dostluğa sahip oldular. İkisi de insanlık tarihini ve evrimsel süreçleri daha iyi anlamak için çalışmalarını sürdürdüler. Onlar, dünyanın bilgisini birleştirerek insanlık için yeni ufuklar açmaya devam ettiler.

***

Bu hikaye, iki büyük düşünürün bir araya gelerek farklı alanlardaki bilgilerini paylaştığı ve birbirlerini ileriye taşıdığı bir dostluk örneğidir. İnsanlık için değerli olanın, farklı fikirleri bir araya getirmek ve birlikte büyümek olduğunu vurgular.

Darwin ve nice değerli bilim insanın ilk halka olarak Dünya’yı anlamamızda hayli yardımları oldu. İlk halkaya eklenen zincir halkaları ile günümüzdeki bilgimize ulaştık. Bu sebeple ilk halkayı oluşturan kişilerin, zincirin tamamına tanık olamamaları çok trajik gördüğüm hikayelerden oluşuyor. Harari evrimsel süreci konu ettiği kitabıyla günümüze kadar güzel bir özet yaptığından bu diyaloğu yazma arzusunda bulundum.

***

Evrimi bize ilk sunan Darwin’in bu yolculuğuna hayatı merakla başlıyor. Türleri merak ediyor, varoluşumuzu anlamaya çalışıyor, kendinden önce yazılmış ve cevaplanmış olan hikayeleri sorguluyor, hayatı araştırmalarıyla ve toplum baskısıyla hayli zorlu geçiyor. Savunduğu şeyleri iletmeye toplum hazır olmadığından ve soruları tam cevaplayamadığından deney ve gözlemlerine aralıksız devam ediyor. Ölümünden sonra teorilerinin gelişmesine ve bilimsel çalışmaların halen devam etmesine tanık olmuyor. Günümüzde milyonlarca insanın aydınlanmasında başrol oynuyor. Ne vahim…

Bugün evrim teorisini o kadar destekleyecek bilim çalışmalarının olmasına rağmen, Adem hikayesi popülerliğini korumaya devam ediyor. Çözülmüş problemin içinde yaşamaya devam etmekte direten insanların, evrimlerinin tamamlanmamış olması ise beni hayli üzüyor.

***

Düşünsel ve inançsal fikirlerinize saygılarımla…

İlkay

Richard David Precht hayvan etiği üzerine: Tamamen berbat sebepler | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

#GeleceğinTrendleri: Evrimde erkekler feda edilen bir piyon mudur? | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Dünya ve İnsan | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yaşamın Kaynağı: Evrim mi, Yaratılış mı? (1. Bölüm) | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yaşamın Kaynağı: Evrim mi, Yaratılış mı? (2. Bölüm) | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Dedikodular | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Aksi Halde Yakacaklar… | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Dünya ve İnsan

Dünya ile Diyaloğum

İlkay: Merhaba Dünya, nasılsın bugün?

Dünya: Merhaba! Ben iyi olmaktan ziyade, bazı endişelerim var. Son zamanlarda insan faaliyetleri nedeniyle doğal dengem bozuluyor ve çevre sorunları artıyor.

İlkay: Üzgünüm bunu duyduğuma. Gerçekten çevremizi korumak ve sürdürülebilir bir gelecek sağlamak için ne yapabiliriz?

Dünya: Öncelikle doğal kaynakları verimli bir şekilde kullanmaya ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmaya dikkat etmelisiniz. Ayrıca çevre dostu uygulamaları benimsemeli, atıkları azaltmalı ve geri dönüşümü teşvik etmelisiniz.

İlkay: Evet, haklısın. Bireysel olarak ne yapabilirim?

Dünya: İşte bazı öneriler: Enerji tasarruflu cihazlar kullanabilir, suyu dikkatli bir şekilde kullanabilir ve çevre dostu ulaşım seçeneklerini tercih edebilirsin. Ayrıca doğal yaşamı korumak için gerçekleştirdiğin etkinliklere dikkat etmelisin.

İlkay: Anladım, üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmek için çaba sarf edeceğim. Ama bunu küresel bir ölçekte nasıl başarabiliriz?

Dünya: İşbirliği önemlidir. Toplum olarak bilinci artırmalı, çevre dostu politikaları desteklemeli ve sürdürülebilirlik için çabalayarak diğer insanları da teşvik etmelisiniz. Küresel düzeyde yapılan anlaşmalara katılarak ve çevre koruma projelerine destek vererek de büyük fark yaratabilirsiniz.

İlkay: Çok değerli önerilerin için teşekkür ederim, Dünya. Sana saygı göstermek ve gelecek nesillere yaşanabilir bir ortam bırakmak için elimden geleni yapacağım.

Dünya: Bu güzel duygularını paylaştığın için teşekkür ederim. Birlikte çalışarak, insanlar ve doğa arasında uyumlu bir denge sağlayabiliriz. Unutma, her adımın önemi var.

İlkay: Dünya, çevre sorunları dışında insanlar olarak seninle daha derin bir bağ kurmamız mümkün mü?

Dünya: Elbette, insanlar olarak benimle daha derin bir bağ kurabilirsiniz. Doğayı keşfedebilir, doğal güzelliklerimi koruyabilir ve takdir edebilirsiniz. Doğanın sunduğu huzur ve dinginlikle bağlantı kurarak, içsel dengeyi bulabilirsiniz.

İlkay: Bunun için ne yapmalıyız? Nasıl daha derin bir bağlantı kurabiliriz?

Dünya: İlk olarak, doğal alanlarda vakit geçirebilirsiniz. Ormanda yürüyüş yapmak, deniz kenarında dinlenmek veya dağlarda yürüyüş yapmak gibi etkinlikler size doğayla daha yakın bir ilişki kurma fırsatı sunar. Ayrıca, çiftçi pazarlarına giderek yerel ve organik ürünleri tercih etmek, doğal kaynakları daha sürdürülebilir bir şekilde kullanmaya yardımcı olur.

İlkay: Doğayla daha derin bir bağ kurmanın benim hayatıma nasıl olumlu etkileri olabilir?

Dünya: Doğayla bağlantı, ruh sağlığınızı ve mutluluğunuzu artırabilir. Doğanın güzellikleriyle etkileşim kurmak, stresi azaltabilir, sizi rahatlatabilir ve yaratıcılığınızı teşvik edebilir. Aynı zamanda doğayı korumak için daha bilinçli bir şekilde hareket etmenize de yardımcı olabilir.

İlkay: Bu gerçekten harika bir düşünce. Kendimi doğaya daha yakın hissetmek ve çevremi korumak için adımlar atacağım.

Dünya: Bu çok güzel bir adım! Her bireyin bu farkındalığı artırması ve doğaya olan sorumluluğunu yerine getirmesi çok önemlidir. Benim ve gelecek nesillerin sağlığı için çabalamanızı takdir ediyorum.

İlkay: Teşekkür ederim, Dünya. Seninle olan bu diyalog beni daha da ilhamlandırdı. İleride daha fazla insanın bu farkındalığı kazanması ve doğal dünyayı koruması umuduyla hareket edeceğim.

Dünya: Ben de umut ediyorum. Birlikte çalışarak, daha sürdürülebilir ve dengeli bir dünya yaratmak mümkün olacaktır. Bu değerli sohbet için teşekkür ederim ve geleceğe umutla bakıyorum.

Dünya ile sohbetimizden sonra aklıma dinsel inanışlardaki düşünsel tarih aklıma geldi. Doğaya inanandıklarını savunananlar aslında Dünya’ya inanıyorlardı, fakat tanımı doğru kullanmamamış olduklarını düşündüm.

Dünya’a bir kez atom bombası atıldı, milyonlarca kez ormanları yakıldı ve hala türlü şekillerde Dünya’ya zarar vermeye devam ediliyor. İnsan icadı olan ve asla geri dönüşü olmayan plastik ürünlerle hayatımızı kolaylaştırırken, Dünya’ımıza kalıcı hasarlar bıraktık. 

Tekerleği keşfettik, yolları yaptık. Yerleşik hayata geçtik, diğer canlılara sınır çizerek; yaşam alanı seçtiğimiz yerelere bizim dedik. Oysa, toprak nefes almalıydı. Üzerinde yaşam olmayınca zehirlenenen toprağın milyarlarca karesini biz insan ırkı olarak zehirledik. 

Dünya’ya kalıcı hasarlar verirken o da metobolizmasını devrede tutuyor, adına doğa olayları dediğimiz olaylar bunlar. Fakat Dünya’da kendi cennetlerine ulaşmak isteyen az sayıdaki çok nüfusa sahip olan nüfuslar, durumu çarptırarark kader ile açıklayıp gerçeklerden yetişmeyen toplumları sakınıyorlar.

Dünya, bağışıklık sistemini kaybederse ne olur? Dünya’nın bir canlı olduğunu kabul edelim mi? Dünya’ya biz insan ırkının faydalısı var, zararlısı var. Sağlıklı ve sağlıksız bakteriler olarak insanların yaşayışlarına göre sınıflandırırsak, tanım biraz daha gerçekçi olmuyor mu? 

Türlerin çeşitliliği Dünya’mızda hayli azalıyor. Hal böyle olunca da zarar veren canlıların nüfusu artışa geçiyor. Çekirgeler tarumar ederken tarlaları, istilacı balıklar denizlerde göz açtırmamaya başlıyor.

İnsan, tarihi boyunca mutluluğa ulaşamadı. İnsanın mutluluğa ulaşması için Dünya’ya muhtaciyetini kavramalı mı diye bir soruyla bu yazımın bu bölümünü tamamlıyorum.

Dünya’nın Hikayesi

Bir zamanlar, sonsuz evrende, mavi bir gezegen olan Dünya varmış. Dünya, ışıl ışıl parlayan güneşi etrafında dönerken, mükemmel bir denge ve uyum içindeydi.

Dünya, muhteşem bir sanat eseri gibiydi. Geniş okyanusları, yemyeşil ormanları, heybetli dağları ve engin çölleriyle doluydu. Üzerinde yaşayan birçok canlı türü, Dünya’yı hareketli ve renkli bir yer haline getiriyordu. Büyük balinalar okyanusların derinliklerinde dans ederken, renkli kuşlar gökyüzünde kanat çırpar ve ormanda yürüyen sayısız hayvan, doğanın gizemini ortaya koyuyordu.

Dünya’nın yüzeyi, sonsuz güzellikleriyle insanları büyülüyordu. Göz kamaştıran güzellikteki şelaleler, berrak sularla dolu göller ve masmavi gökyüzü, insanları sürükleyici bir yolculuğa davet ediyordu. İnsanlar, Dünya’nın muhteşem manzaralarını keşfetmek ve bu eşsiz doğal mirasa hayranlık duymak için seyahat ediyordu.

Ancak Dünya sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda insanların yaratıcılığıyla da kendini tanıtıyordu. İnsanlar, Dünya üzerindeki zengin kültürleri, mimari yapıları ve sanat eserleriyle kendilerini ifade ediyorlardı. Büyüleyici şehirler, tarihi anıtlar ve sanat galerileri, insanların zihinlerinde hayranlık uyandırıyordu.

Dünya’nın kendini tanıttığı bir diğer önemli yönü ise yaşamın sunduğu fırsatlar ve deneyimlerdi. İnsanlar, farklı coğrafyalarda farklı yaşam tarzlarını deneyimleyebilirlerdi. Eşsiz lezzetlerin bulunduğu pazarlar, renkli festivaller, danslar ve müzikler, insanların birbirine yakınlaşmasını ve birlikte eğlenmesini sağlıyordu.

Dünya, hem doğal hem de insana ait özellikleriyle birlikte, zenginliklerini dünyanın dört bir yanındaki insanlara sunuyordu. İnsanlar, Dünya’nın benzersiz güzelliklerini keşfettikçe, onun kıymetini daha iyi anlıyor ve ona saygı gösteriyordu.

Ve böylece, Dünya kendi hikayesini anlatmaya devam ediyordu. İnsanlar, bu güzel gezegenin bir parçası oldukça, Dünya’nın sunduğu güzellikleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak için çalışıyorlardı.

İnsanlar, doğanın kırılganlığını ve ekosistemin hassas dengeyi korumasının önemini anlıyorlardı. Sürdürülebilirlik ve çevre koruma bilinci, Dünya’nın kendi kendini tanıttığı hikayenin önemli bir parçası haline gelmişti.

İnsanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarını keşfediyor, atık yönetimine daha fazla önem veriyor ve doğal yaşam alanlarını koruma altına alıyorlardı. Ormanları koruma projeleri, denizlerdeki plastik kirliliğiyle mücadele çalışmaları ve biyoçeşitliliği koruma çabaları, Dünya’nın sunduğu zenginliği gelecek kuşaklara aktarmanın bir adımıydı.

Dünya, her geçen gün insanların sevgi ve özeniyle daha da güzelleşiyordu. İnsanlar, toplumlar arasında hoşgörü ve anlayışı teşvik ediyor, kültürel çeşitliliğin zenginlik olduğunu kavramışlardı. İnsanlar, Dünya’nın tüm köşelerinden gelen farklı hikayeleri dinleyerek, birbirlerini daha iyi anlıyor ve daha sıcak bir dünya inşa etmeye çalışıyorlardı.

Dünya’nın kendini tanıttığı hikaye, aynı zamanda insanların kendi hikayelerini de anlattığı bir aynadı. Her insan, Dünya üzerindeki kısa ama anlamlı yaşamını farklı şekillerde şekillendiriyor, iz bırakıyor ve hikayesini diğer insanlarla paylaşıyordu. Her bir bireyin deneyimleri, hayalleri ve başarıları, Dünya’nın büyük ve karmaşık hikayesinin bir parçasıydı.

Dünya, insanlığa sonsuz bir ilham kaynağı olmaya devam ediyordu. İnsanlar, doğanın ve Dünya’nın sunduğu güzellikleri keşfetmek, yeni şeyler öğrenmek ve kendilerini geliştirmek için çaba gösteriyordu. Dünya’nın tanıttığı hikaye, insanların içindeki keşfetme arzusunu ve hayal gücünü ateşliyordu.

Ve böylece, Dünya’nın hikayesi, sonsuz bir döngü içinde devam ediyordu. Her yeni nesil, Dünya’nın güzelliklerini keşfediyor, kendini ifade ediyor ve gelecek nesillere aktarıyor. Dünya, kendini tanıtmaya devam ediyor ve insanlar da bu büyülü gezegenin bir parçası olarak, onun hikayesine katkıda bulunuyordu.

Dünya, hayatın birçok yönünü barındıran bir sahnedir. İnsanlar burada aşkı keşfediyor, dostluklar kuruyor, başarılar elde ediyor ve hayallerini gerçekleştiriyorlar. Sanat, bilim, spor ve teknoloji gibi alanlarda insanlar, Dünya üzerindeki yeteneklerini sergiliyor ve ilerlemeyi sağlıyor.

Dünya, insanoğlunun tarih boyunca yaratıcılığının bir ürünüdür. İnsanlar, antik medeniyetlerden modern toplumlara kadar, Dünya’yı kendi ihtiyaçları ve hayalleri doğrultusunda şekillendirdiler. İnşa ettikleri yapılar, icat ettikleri teknolojiler ve keşfettikleri bilgilerle, insanlar Dünya’yı evleri haline getirdi ve onu daha da geliştirdi.

Ancak Dünya’nın kendini tanıtırken, aynı zamanda uyarılar da yapmaktadır. İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve çevre kirliliği gibi sorunlar, Dünya’nın hassas dengelerine zarar veriyor. Bu uyarılar, insanların doğal kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanması, çevreye duyarlı yaşam tarzları benimsemesi ve gelecek nesillere temiz ve sağlıklı bir Dünya bırakması gerektiğini hatırlatıyor.

Dünya’nın kendini tanıttığı hikaye, insanlara birbirlerine ve doğaya karşı sorumluluklarını hatırlatıyor. Birlikte çalışarak, sınırları aşarak ve hoşgörüyle bir arada yaşayarak, insanlar Dünya’yı daha yaşanabilir bir yer haline getirebilirler. İnsanların Dünya’ya olan sevgisi ve saygısı, onu korumak ve gelecek nesillere aktarmak için güçlü bir motivasyon kaynağıdır.

Dünya’nın hikayesi, insanların birbirleriyle etkileşimine ve ortak deneyimlere dayanır. İnsanlar, farklı kültürlerin bir araya gelmesiyle, yeni anlayışlar ve perspektifler geliştirirler. Seyahat etmek, başka ülkeleri ziyaret etmek veya farklı dilleri öğrenmek, insanları daha kapsayıcı ve küresel bir bakış açısına yönlendirir.

Dünya’nın hikayesi, aynı zamanda insanın doğaüstü güçlere hayranlık duyduğu efsaneler ve mitlerle de dokunur. Efsanevi yaratıklar, kahramanlar ve tanrılar, Dünya’nın mistik ve büyülü yanını temsil eder. Bu hikayeler, insanların hayal gücünü besler ve birçok kültürün kimliğinin bir parçası haline gelir.

Teknolojinin gelişimiyle birlikte, Dünya’nın hikayesi de yeni bir boyuta taşınmıştır. İnsanlar, bilgiye daha kolay erişirken, iletişim ağları dünya çapında yayılırken ve uzay keşifleri gerçekleşirken, Dünya’nın evren içindeki yerini daha iyi anlamaya başlamışlardır. Bu keşifler, insanların Dünya’yı sınırlarının ötesinde düşünmelerine ve gelecekteki yolculuklara ilham verir.

Dünya’nın hikayesi, geçmişte, bugün ve gelecekteki kuşakları birbirine bağlar. İnsanlar, geçmişin mirasını korumak, bugünde yaşamın tadını çıkarmak ve gelecekteki nesiller için bir umut ışığı oluşturmak için çalışırlar. Dünya’nın hikayesi, sürekli olarak yazılmakta olan bir destan gibidir ve her insan, bu büyük hikayenin bir parçasıdır.

Dünya’nın hikayesi, evrimsel bir süreç içinde şekillenen canlıların uyum ve değişime olan yeteneğini yansıtır. İnsanlar, Dünya üzerinde yalnızca bir türdür, ancak zeka ve yaratıcılıklarıyla diğer canlılardan ayrılırlar. İnsanlar, Dünya üzerinde bilinçli bir şekilde var olurlar ve doğayla etkileşimde bulunarak dünyayı dönüştürürler.

Dünya’nın hikayesi, insanların başarıları ve zorluklarıyla doludur. İnsanlar, çeşitli alanlarda ilerleme kaydetmek için bilimi, sanatı, teknolojiyi ve felsefeyi kullanırlar. İnsanlık, tarım devrimiyle beslenme tarzını değiştirdi, sanayi devrimiyle toplumları dönüştürdü ve dijital devrimle dünyayı birbirine bağladı. Bu ilerlemeler, Dünya’nın hikayesinde dönüm noktalarıdır ve insanların yaşamlarını kalıcı bir şekilde etkiler.

Ancak Dünya’nın hikayesi sadece insanların hikayesi değildir. Diğer canlı türleri de bu hikayenin önemli bir parçasıdır. Ekosistemler, birçok farklı canlı türünün bir arada yaşadığı karmaşık ağlardır. Bir türün yok olması veya dengenin bozulması, diğer canlıları da etkileyebilir. Bu nedenle, doğal yaşam alanlarının korunması ve biyolojik çeşitliliğin korunması, Dünya’nın hikayesinin sürdürülebilirliği için hayati öneme sahiptir.

Dünya’nın hikayesi, insanların küresel sorunlara karşı birlikte hareket etme ihtiyacını da vurgular. İklim değişikliği, yoksulluk, açlık, savaşlar ve diğer küresel sorunlar, insanları ortak çözümler bulmaya teşvik eder. İnsanlar, uluslararası işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle birlikte, Dünya’yı daha adil, barışçıl ve sürdürülebilir bir yer haline getirmek için çaba gösterirler.

Dünya’nın hikayesi, insanların ve doğanın karşılıklı etkileşimiyle devam eder. İnsanlar, doğanın sunduğu kaynakları kullanırken aynı zamanda onu koruma sorumluluğunu da taşırlar. Sürdürülebilirlik ilkelerini benimsemek, çevresel dengeyi korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir Dünya bırakmak için önemlidir.

Dünya’nın hikayesi, insanların keşif ve macera arzusuyla doludur. İnsanlar, dağları aşar, okyanusları geçer, uzayı keşfeder ve derin sulara dalarak Dünya’nın gizemlerini ortaya çıkarır. Keşfedilmemiş yerlerin keşfi, bilinmeyen canlı türlerinin bulunması ve tarih öncesi dönemlere ait kalıntıların ortaya çıkarılması, insanların Dünya’ya olan merakını besler.

Dünya’nın hikayesi, insanların sevgi, acı ve umut gibi evrensel duygularını yansıtır. İnsanlar, sevdikleriyle birlikte mutluluk ve sevinç yaşar, kayıplarla başa çıkar ve zorluklarla mücadele eder. Dünya, insanların bu duygusal yolculuklarını destekler ve anlam katar.

Dünya’nın hikayesi, insanlığın ortak kültürel mirasını yansıtır. Dil, sanat, müzik, edebiyat ve gelenekler gibi unsurlar, insanların kimliklerini şekillendirir ve birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlar. Kültürel etkileşimler, farklı kültürlerin birbirinden öğrenmesini ve birbirine saygı duymasını sağlar.

Dünya’nın hikayesi, adalet ve eşitlik için mücadeleyi içerir. İnsanlar, insan hakları, kadın hakları, ırkçılığa karşı mücadele gibi konularda ilerleme kaydetmek için bir araya gelir. Dünya, insanların haklarını savunma ve adil bir dünya yaratma konusundaki azimlerini yansıtır.

Dünya’nın hikayesi, gelecek nesillere umut ve ilham verir. İnsanlar, çocuklarına daha iyi bir dünya bırakma arzusuyla hareket ederler. Sürdürülebilirlik, eğitim, sağlık ve barış gibi alanlarda atılan adımlar, gelecekteki kuşakların yaşamlarını iyileştirmek için önemlidir.

Dünya’nın hikayesi, insanların kendi kişisel hikayeleriyle de iç içe geçer. Her insan, Dünya’da kısa bir süre yaşar ve yaşamını kendi benzersiz şekilde şekillendirir. İnsanların sevdikleriyle kurduğu ilişkiler, başarıları, hayalleri ve deneyimleri, Dünya’nın hikayesinin birer halkasıdır.

Ve böylece, Dünya’nın hikayesi sonsuz bir yolculuk olarak devam eder. İnsanlar, Dünya’yı keşfetmeye, geliştirmeye ve korumaya devam ederken, Dünya da insanları ev sahipliği yapmaya devam eder.

Bir sonraki başlıkta araştırmalarımın özetiyle umarım size faydalı bir başlık sunmuş olacağım.

Dünyaya en çok zarar veren olaylar arasında aşağıdaki faktörler öne çıkar:

  1. İklim Değişikliği: Fosil yakıt kullanımı, endüstriyel faaliyetler ve ormansızlaşma gibi insan etkinlikleri, sera gazı emisyonlarını artırarak iklim değişikliğine yol açar. İklim değişikliği, yükselen deniz seviyeleri, aşırı hava olayları, kuraklık, su kaynaklarının azalması ve ekosistemlerdeki dengenin bozulması gibi bir dizi olumsuz etkiye neden olur.
  2. Doğal Kaynakların Tükenmesi: Hızlı nüfus artışı ve artan tüketim, doğal kaynakların aşırı kullanımına ve tükenmesine yol açar. Ormanların kesilmesi, su kaynaklarının aşırı kullanımı, aşırı avlanma ve tarım arazilerinin aşırı kullanımı gibi etkenler, ekosistemleri bozar ve biyolojik çeşitlilik kaybına neden olur.
  3. Çevre Kirliliği: Sanayileşme, araç emisyonları, atık yönetimi ve kimyasal kullanımı gibi faktörler, hava, su ve toprak kirliliğine yol açar. Kirli hava solunum problemlerine, su kirliliği içme suyu kaynaklarının tehlikeye girmesine ve toprak kirliliği verimli tarım arazilerinin zarar görmesine neden olur.
  4. Biyolojik Çeşitlilik Kaybı: Habitat kaybı, aşırı avlanma, istilacı türler ve iklim değişikliği gibi etkenler, dünya genelinde biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve türlerin yok olmasına sebep olur. Bu da ekosistemlerin dengesini bozar ve ekolojik fonksiyonları etkiler.
  5. Nükleer Kazalar ve Radyasyon: Nükleer santral kazaları, nükleer silah denemeleri ve nükleer atıkların düzgün şekilde yönetilmemesi gibi durumlar, ciddi çevresel ve sağlık sorunlarına neden olan radyasyon kirliliği riski oluşturur.
  1. Plastik Kirliliği: Plastik kullanımının artması ve düzgün bir şekilde geri dönüştürülememesi, okyanuslarda ve diğer su kaynaklarında ciddi bir kirlilik sorunu oluşturur. Plastik atıklar, deniz yaşamı üzerinde zararlı etkiler yaratır ve ekosistemlerin dengesini bozar.
  2. Su Krizi: Artan nüfus, iklim değişikliği ve su kaynaklarının aşırı kullanımı, dünya genelinde su krizine neden olur. Su kıtlığı, tarım arazilerinin verimsizleşmesi, su kaynaklarının kirlenmesi ve temiz içme suyu eksikliği gibi sorunlar, insanların ve ekosistemlerin sağlığını etkiler.
  3. Hava Kirliliği: Sanayileşme, araç emisyonları, enerji üretimi ve hane halkının yakıt kullanımı gibi faktörler, hava kirliliğini artırır. Hava kirliliği solunum problemlerine, sağlık sorunlarına ve ekosistemlere zarar verir.
  4. Toprak Erozyonu ve Çölleşme: Ormanların tahrip edilmesi, tarım uygulamaları ve iklim değişikliği, toprak erozyonunu ve çölleşmeyi hızlandırır. Bu da tarım alanlarının verimsizleşmesine, habitat kaybına ve ekonomik kayıplara neden olur.
  5. Deniz Kirliliği: Endüstriyel atıklar, gemi trafiği, petrol sızıntıları ve tarımsal kirlilik gibi etkenler, denizlerin kirlenmesine yol açar. Deniz kirliliği, deniz yaşamının zarar görmesine, balıkçılığın etkilenmesine ve ekosistemlerin bozulmasına sebep olur.
  6. Aşırı Tüketim: Küresel olarak artan tüketim alışkanlıkları, doğal kaynakların aşırı kullanımına ve atık üretimine yol açar. Bu durum, enerji, su, gıda ve diğer kaynakların sürdürülebilirlik sınırlarını aşmasına neden olur.
  7. Ormansızlaşma: Ormanlık alanların yok edilmesi, tarım, ağaç kesimi ve yerleşim alanlarının genişlemesi gibi nedenlerle gerçekleşir. Ormansızlaşma, biyolojik çeşitlilik kaybına, toprak erozyonuna, iklim değişikliğine ve habitat kaybına yol açar.
  8. Kimyasal Kirlilik: Sanayi, tarım ve evsel atıkların kimyasal maddelerle kirlenmesi, su kaynaklarının, toprakların ve ekosistemlerin zarar görmesine sebep olur. Kimyasal kirlilik, insan sağlığı üzerinde ciddi etkilere sahip olabilir ve ekosistemlerin dengesini bozar.
  9. Nüfus Artışı: Hızlı nüfus artışı, kaynak taleplerini ve çevresel etkileri artırır. Artan nüfus, enerji ihtiyacını artırır, su ve gıda kaynaklarını sınırlar, doğal yaşam alanlarını daraltır ve baskı altına alır.
  10. Zehirli Atıklar: Endüstriyel tesisler, maden işletmeleri ve tehlikeli atık yönetimi gibi etkinlikler, zehirli atıkların çevreye sızmasına ve su kaynaklarının kirlenmesine neden olur. Bu atıklar, insan ve ekosistem sağlığı için ciddi risk oluşturur.
  11. Hava ve Su Kaynaklarının Aşırı Kullanımı: Su kaynaklarının aşırı tüketimi, tarım, sanayi ve evsel ihtiyaçlar için büyük bir tehdittir. Benzer şekilde, aşırı su çekimi ve kirlilik, akarsular, göller ve yeraltı su kaynaklarının sürdürülebilirliğini tehlikeye atar. Ayrıca, aşırı su buharı emisyonları ve su damlacıklarının yanlış kullanımı, su döngüsünü etkiler ve iklim değişikliği üzerinde olumsuz etkiler yaratır.

Bu olaylar, Dünya’nın doğal dengesini ve sürdürülebilirliğini tehdit eder ve ayrıca bu zarar verici etkiler, çevre ve insan sağlığı üzerinde ciddi sonuçlara yol açar. Ancak, bu sorunlara karşı mücadele etmek için politik önlemler, çevresel bilinçlendirme, yenilenebilir enerji kullanımı, geri dönüşüm, sürdürülebilirlik, çevre koruma ve yeşil teknolojiler gibi çabalarla bu sorunlara çözümler bulunabilir. Bireysel olarak atılacak adımlar, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, geri dönüşümün teşvik edilmesi ve çevre dostu uygulamaların benimsenmesi gibi önemli bir rol oynar. Ayrıca, uluslararası düzeyde işbirliği ve politik önlemler de bu zararlı etkilerin azaltılmasında önemli bir rol oynar.

Dünya için el ele çevreci olmalıyız ve Aziz Nesin gibi değerli büyüklerimizin yaşam felsefesi olan tutumlu yaşamı örnek almalıyız ve onlar gibi bu dünyadan göçerken ektiğimiz güzelliklerin, geride bırakacağımız insanlık hasrlarından az olacağına emin olmalıyız.

Dünya’yı kirletecek bir şey yapmadım, diye kimse konuşamaz. Unutmayalım ki kullandığımız plastikler bizim için üretildi, bindiğimiz araçların egzoslarıyla bizlerin de çevre kirliliğinden sorumsuz olduğu savunulamaz.

İyisi mi doğru düşünmek için dayanışmalara kapı çalalım. Şu an yedi buçuk milyardan fazla insan var, cahil nüfusların da çok olduğunu unutmayalım. Bu yüzden nasıl ulaşırız bilmem, şu sonuca ulaşırsak Dünya’ya faydalı olacağımızı düşünüyorum; ne kadar ilkel koşulları kucaklarsak yani doğamıza uygun yaşarsak, o kadar Dünya’nın ömrü uzun olacak.

Not: Çok eskiden Dünya’nın oluşum süreçleri ve tarihi üzerine Twitter’dan ekibimizle birlikte konu anlattığımız zincir başlığını sizlere ileterek yazımı tamamlıyorum.

İlkay

İklim Krizi, Aşırı Hava Olayları | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Ülkemizdeki Orman Yangınları ve Küresel Dayanışmanın Önemi | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Mavi Gözlerin Yeşil Hasreti | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yeşil Akım | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Minimalist Yaşamın Huzuru | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Öteki Dünyadaki Filozoflar Neler Yapabilirler?

Cehennemde Miyiz?

Cennet, huzur ve mutluluğun sonsuz kaynağıydı. İnsanlık tarihinde derin izler bırakmış olan büyük filozoflar, cennetin aydınlık diyarında buluşmuşlardı. Sokrates, Konfüçyüs, Spinoza, Simone de Beauvoir, Sappho ve daha birçok bilgelik dolu isim, bu yüce mekanda bir araya gelmişlerdi.

Cennetin geniş bahçelerinde, filozoflar felsefi konular üzerinde tartışmalar yapmaktaydılar. Bilgelikleri ve derin anlayışlarıyla, birbirlerinin düşüncelerini zenginleştiriyor ve felsefi ufukları daha da genişletiyorlardı.

Sokrates, adaletin doğasını anlamak için derinlemesine sorgulamalar yaparken, Konfüçyüs insanın toplum içindeki yerini ve erdemli yaşamı ele alıyordu. Spinoza, insanın özgür irade ve determinizm arasındaki dengeyi anlamaya çalışırken, Simone de Beauvoir kadının kendi kimliğini inşa etmesi üzerine fikirlerini paylaşıyordu.

Bu filozoflar, birbirlerine saygı duyuyor ve farklı bakış açılarına açık bir şekilde yaklaşıyorlardı. Tartışmaları, derinlemesine analizler ve mantık temelli argümanlarla doluydu. Her biri, düşüncelerini açık bir şekilde ifade ederken, aynı zamanda diğer filozofların fikirlerine de büyük bir ilgiyle kulak veriyordu.

Cennetin dinginliği, filozofların düşüncelerini daha da yüceltiyordu. Burada zamanın önemi yoktu, sadece bilgelik ve anlayış arayışı vardı. Filozoflar, sonsuz bilgelik yolculuğunda birlikte ilerlerken, yeni düşünceler ve keşiflerle birbirlerini ilhamlandırıyorlardı.

Ancak, cennetteki filozoflar için bilgelik sadece tartışmalardan ibaret değildi. Onlar aynı zamanda dünya üzerindeki insanların bilgeliğe ulaşmasına yardımcı olmayı da amaçlıyorlardı. Her biri, dünyadaki insanlara rehberlik etmek için yeni bilgiler ve anlayışlar sunma çabası içindeydi.

Cennetin aydınlığında, filozoflar sonsuz bilgelik ve anlam arayışlarında birlikte yolculuk ediyorlardı. Bu cennet diyarında, düşünceleri sonsuz bir ışıkla parlıyor ve insanlığın daha derin anlam kazanması için öldüklerinden beri çabalıyorlardı.

İnsanlara ulaşamadılar! İnsanlara ulaştıkları sonuçları iletmek için asırlardır uğraşan filozoflar, her gün uğraşıp her gün kaybetmiş gibi hissediyorlar ve şu sorguda takılı kaldılar “cehenemde miyiz?”

Cennete Miyiz?

Cehennemde, felsefe dünyasının önde gelen isimleri toplanmıştı. Hepsi cennetten gelen dedikodulara hayret ediyor, üzerinde arada bir düşünüp kendilerini şamslı buluyorlardı. Aristoteles, Descartes, Nietzsche, Rousseau ve daha pek çok büyük filozof, sonsuz acılarla dolu bu karanlık yerde yani cehennemin dibinde bir araya gelmişlerdi.

Cehennemin derinliklerinde, onları sonsuza kadar işkence eden iblisler ve yanan alevler vardı. Ancak, filozofların zihinleri hâlâ keskin ve merak doluydu. Onlar, bu sıkıntılı durumlarında bile düşünmeye ve tartışmaya devam ediyorlardı.

İblisler düşünmelerineü tartışmalarına dayanamıyorlardı. Fark ettikleri anda işkenceler başlıyordu. Kimi zaman filozoflar Tanrı’nın yaratıcılıktaki acımasızlığı üzerine düşünüyor kimi zaman işkenceler üzerinden düşünce damlaları akıtmaya devam ediyorlardı.

Acıtmıyor bu kaynar sular diyen bizim kaldırım filozofumuz olan bir amca da aralarındaydı. Cehennemdeki filozoflar hayli üretkendi fakat arzu ettikleri disiplinlerde değil, kendilerine daha az acı çektirecek ya da kendilerini cennete götürecek fikirler üzerinde çalışıyorlardı. Arada savundukları fikirler üzerinden felsefe yapmaya da çalışıyorlardı. Son dini bayramda Tanrı iblislere izin verip bekçileri cehennemin kapısına dikmeyi unutmayınca filozoflar, kurmuşlar çilingir sofralarını.

Filozoflar için en güzel anda tartışma olur. Güzel bir anda Descartes, “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) tezini ortaya attı ve gerçekliğin bilinçteki düşüncelerden doğduğunu savundu. Aristoteles, ona karşı çıkarak gerçekliğin dış dünyada olduğunu ve insanın deneyim yoluyla bunu anlayabileceğini iddia etti.

Tartışma giderek kızıştı ve filozoflar fikirlerini tutkuyla savundular. Nietzsche, her şeyin göreceli olduğunu ve her bireyin kendi değer yargılarına sahip olduğunu belirtti. Rousseau, insanın doğal olarak iyilik ve özgürlüğe sahip olduğunu ancak toplumun onu bozduğunu söyledi.

Bu sıradışı tartışma, cehennemde dikkatleri çekti. İblisler (hemencik dönmüşler gibi zaman hızla akıp geçmişti), merakla filozofları dinlemeye başladılar. Onlar, bu bilgelerin tartışmalarına hayretle şahit oldular ve çelişkili fikirlerini anlamaya çalıştılar.

Zaman geçtikçe, filozoflar arasında bir anlayış ve saygı ortamı oluştu. Her biri, karşıt fikirleri ve felsefi yaklaşımları üzerine düşünmeye başladı. Önceki tartışmalardaki tutkulu savunmalar yerini daha derinlemesine bir sorgulamaya bıraktı.

İblisler, filozofların bu değişiminin farkına vardılar ve onları şaşkınlıkla izlediler. Bu acı dolu yerde, filozoflar hala düşünmek, sorgulamak ve yeni bilgeliklere ulaşmaya çabalamaktaydılar.

Nihayet, bir farkındalık anı geldi. Filozoflar, cehennemin acılarının içinde bile bilgelik ve anlam arayışlarının önemini keşfettiler. Kendi hatalarını ve sınırlamalarını kabul ettiler ve birlikte daha büyük bir anlama yolculuğuna ve bir de cennet yolculuğuna çıktılar.

Martin Luther’in cehennemin sahibi olduğunu öğrenen Einstein, arkadaşlarıyla birlikte anlaşarak Luther’den yardım istediler. Einstein evreni ve kozmolojiyi merakla araştırmak istediği için cennette fırsatının olacağına hayli inanmış görünüyordu, en çok o üsteliyor, zekasıyla Luther’i ikna etmek için türlü gerekçeler buluyordu. Luther, cennete gittiklerinde çok sıkılacaklarını ve cehennemi özleyeceklerini söyledi. Filozoflar dinlemedi, orayı görmeden inanmayacaklarını söylediler.

Cennete giden filozoflar, birkaç yıl zor dayandılar. Mazoşist olduklarından değil, cenneten dönme sebepleri; cennetin cehennemden beter olduğunu gördüklerini ve cennetin akıllı insanlar için cehennem olduğunu ileterek, yeniden maceralı ve zekalarını kullanabilecekleri cehennem için Luther’den yardım istediler. Luther de iblisler’in onları özlediğini söylerek cehenneme yeniden aldı.

Cehennemin derinliklerinde, filozoflar birbirlerine destek oldular, acılarını büyüttüler. Cenneti gördükten sonra cehennemde mutlu yaşadılar.

Aristoteles cehennemdaşlarına sordu “Cennette miyiz?”

***

Öteki dünyada filozoflar,

Derin düşünceler ve metafizik konular üzerine tartışmalar yürütmektedirler. Bu dünyada, zihinlerini daha yüksek bir seviyede açmış olan filozoflar, evrenin kökeni, insanın doğası, gerçeklik ve bilinç gibi temel soruları keşfetmektedirler.

Bir gün, bu öteki dünyanın meşhur bir meydanında bir araya gelen bir grup filozof, varoluşun anlamı üzerine derin bir tartışma başlatır. Parmenides, Platon, Descartes, Nietzsche ve diğer birçok filozof, farklı felsefi görüşleri ve düşünceleri dile getirirler.

Parmenides, evrenin bir değişmezlik içinde var olduğunu savunurken; Platon, fikirler dünyasıyla gerçek dünya arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışır. Descartes, düşünen varlığın varoluşundan yola çıkarak gerçekliği sorgularken; Nietzsche, ahlaki değerlerin geçerliliği ve nihilizm konularında görüşlerini ifade eder.

Tartışma sırasında filozoflar, doğa felsefesi, ahlak, bilgi teorisi, politika ve estetik gibi çeşitli konuları ele alır. Her biri kendi felsefi geleneği ve düşüncelerini savunurken, aynı zamanda diğer filozofların görüşlerine de saygı gösterirler.

Ancak tartışma sırasında hiçbir kesin sonuca ulaşılamaz. Filozoflar, varoluşun ve insan bilincinin derinliklerini anlamaya çalışırken, sonsuz bir soru denizine dalarlar. Felsefi soruların cevapları genellikle kişisel görüşler ve farklı yorumlamalara bağlı olduğundan hep belirsiz bir sonuçla yorgun düşmezler de fani olmadıklarından…

Öteki dünyadaki filozofların bu tartışmaları, sonsuz bir entelektüel arayışın ve bilgiye duyulan sonsuz bir merakın yansımasıdır. Belki de bu öteki dünyadaki filozoflar, sonsuz bir bilgelik yolculuğuna devam ederken, soruları sormaya ve yanıtları aramaya devam ederler. Belki de yapacak bir şeyleri yoktur, cehennemlerinde olduklarını sorgulayanalar da ara ara oluyor haliyle.

Öteki dünyadaki filozoflar, farklı felsefi sistemlerin ve düşüncelerin derinliklerinde yolculuk yaparlar. İçerdikleri konular arasında epistemoloji (bilgi teorisi), ontoloji (varlık felsefesi), etik, siyaset felsefesi ve estetik gibi birçok disiplin bulunur.

Platon, idealar dünyası ve gerçek dünya arasındaki ilişkiyi tartışırken; Aristoteles, neden-sonuç ilişkileri ve nedensellik üzerine düşünür. Sartre, insanın özgürlüğü ve sorumluluğu konularını ele alırken, Kant ahlaki değerlerin evrenselliği üzerinde durur. Diğer filozoflar da benzer şekilde felsefi konulara odaklanır ve kendi düşüncelerini ortaya koyarlar.

Bu dünyada filozoflar, birbirleriyle sık sık felsefi konular hakkında tartışmalar yaparlar. Mantık, rasyonalite, gerçeklik algısı, bilinç ve bilinçdışı gibi konular üzerinde fikir alışverişinde bulunurlar. Bu tartışmalarda hem felsefi argümanlar sunarlar hem de birbirlerinin görüşlerine eleştiriler getirirler.

Filozoflar aynı zamanda insanın doğası, adalet, bilgi edinme yöntemleri, evrenin yapısal düzeni gibi büyük soruların yanı sıra günlük yaşamda karşılaşılan sorunları da ele alır. Bu şekilde, felsefi düşünceleri pratiğe dökmeye çalışırlar ve insanlığın daha iyi bir geleceğine katkıda bulunmayı hedeflerler.

Ancak, öteki dünyadaki filozoflar arasında fikir birliği nadiren sağlanır. Her an neredeyse aynı yerde olduklarından birbirinden sıkılsalar da söyleyemezler, aile gibi birbirlerinin yoldaşı gibi tanımlamasanını yapmak istemedikleri farklı bir bağla sarılmışlardır. Farklı düşünce sistemleri, inançlar ve değerler, çeşitlilik ve zenginlik sunar. Bu nedenle, tartışmalar genellikle açık uçlu kalır ve daha fazla anlayış ve bilgelik arayışıyla sonuçlanır.

Öteki dünyadaki filozofların tartışmaları, sadece felsefi düşüncenin gelişimine katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda insanlığın anlamı ve varoluşun sırları üzerindeki derin düşünceleri de yansıtır. Bu filozoflar, sonsuz bir bilgiye açılan kapıların önünde dururken, insan bilincinin ve evrenin gizemlerini keşfetmeye devam ederler.

Filozoflar, düşüncelerini daha soyut ve metafizik seviyelere taşır. Platonik ideaların gerçekliği, Kant’ın a priori bilgisel yapısı, Hegel’in diyalektik süreci gibi kavramlar üzerinde derinlemesine çalışırlar. Bu çalışmalar sırasında mantık, dilbilim, sembolizm ve matematik gibi alanlardan da yararlanırlar.

Filozoflar, felsefi sistemler ve okullar arasında da tartışmalar yürütürler. Rasyonalizm, empirizm, pragmatizm, varoluşçuluk gibi felsefi yaklaşımları eleştirir ve karşılaştırırlar. Bu tartışmalar, felsefenin gelişimi ve daha kapsayıcı bir anlayışın oluşumu için önemli bir rol oynar.

Öteki dünyadaki filozoflar, sadece kendi fikirlerini sunmakla kalmaz, aynı zamanda diğer filozofların düşüncelerini anlamaya çalışırlar. Karşılıklı eleştiriler ve fikir alışverişleri, felsefi düşüncenin ilerlemesi için hayati öneme sahiptir.

Bu dünyadaki filozoflar arasında derin dostluklar ve işbirlikleri de oluşabilir. Farklı disiplinlerden gelen filozoflar, bir araya gelerek ortak projeler üzerinde çalışabilir ve yeni felsefi bakış açıları geliştirebilirler. Bu işbirlikleri, felsefenin daha geniş bir perspektif kazanmasına ve daha kapsamlı sorulara cevap aramaya yönelik bir çabanın göstergesidir.

Sonuç olarak, öteki dünyadaki filozoflar, derin düşüncelerin ve felsefi arayışın zirvesinde bulunurlar. Onlar, insan bilincinin sınırlarını zorlar, evrenin sırlarını çözmeye çalışır ve insanlığın anlamını keşfetmeye devam ederler. Bu filozoflar, sonsuz bir bilgelik yolculuğunda birlikte ilerlerken, insan düşüncesinin sonsuz potansiyelini araştırırlar.

Ne keşifleri oldu ve ne kadar ilerledilerse de bilmeyeceğiz, Cebrail fizlozofları desteklemiyor sanırım…

İçsel Yolculuk

Gün batarken şehir sessizliğe bürünmüştü. Sokak lambalarının titrek ışığı, daracık ara sokaklara sızıp, duvarlarına hüzünlü bir ışıltı veriyordu. Şehirdeki bu sessizliği ve ışığı seyreden Nisan, eski bir kafede tek başına oturuyor ve Cemal Süreya’nın kitabını karıştırıyordu. İçi bir melankoliyle dolu olan Nisan, masasının üstündeki defterine kalemini düşürdü. Gözleri, defterin sayfalarını karıştırırken, aklına Cemal Süreyya’nın bir sözü geldi: “Gözlerini gözlerimden ayırdığın an, bu şehirde, bu sokaklarda, bu kafelerde bir yabancıyım ben.”

Nisan sokağın karşı tarafında, yorgun adımlarla yaklaşan bir adamı fark etti. Adamın elindeki not defteri ve Turgut Uyar’ın kitabı ile Nisan’ın dikkatini daha çok üzerine çekti. Adamın hüzünlü bakışları, onu etkisi altına almıştı. Adam, masaya doğru ilerledi ve sessizce oturdu. Gözlerinin derinliklerinde hüzün ve umutsuzluk vardı. Turgut Uyar’ın bir dizesi aklına geldi: “Nereye gittiğini sorma bana, seninle aynı yokuşu tırmanıyorum.”

Nisan, merakla adama yaklaştı ve sessizce sordu: “Yorgun musunuz?” Adam, başını kaldırıp Nisan’ın gözlerine baktı. Bir an için şaşıran adam, sonra hafif bir tebessümle yanıtladı: “Yorgun değilim, sadece kaybolmuş hissediyorum. Bu şehirde yabancıyım, kendi iç dünyamda kaybolmuş bir yolcu gibi.” Nisan, adamın sözleriyle bir bağ kurdu ve anladı ki her ikisi de aynı duyguları paylaşıyorlardı.

Birlikte oturmaya başladılar ve hikayelerini paylaştılar. İkisi de hayatın anlamını arayan, içsel yolculuklara çıkan insanlardı. Cemal Süreyya’nın bir sözü Nisan’ın dudaklarından döküldü: “Anlaşılmak için anlatmaktan başka çaremiz yok.” Adam, bu sözü duyduğunda derin bir iç çekti ve ekledi: “Evet, belki de içimizdeki yabancılığı anlatarak birbirimizi anlayabiliriz.”

Birlikte geçirdikleri saatler boyunca, Nisan ve adam, hayatın derinliklerine daldılar. İçlerindeki duyguları, umutları ve korkuları paylaştılar. Turgut Uyar’ın bir dizesi anımsandı Nisan’a: “Kalbimi bir el alıp da götürse diyorum.”

Nisan, içindeki duyguların coşkusunu hissediyor ve kalemini hızla defterine götürüyordu. Anıları, alıntılar ve hisler bir araya gelerek öyküsünü oluşturuyordu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Nisan ve adam hâlâ kafede oturuyorlardı. İçlerindeki yabancılık duygusu, birbirlerini anlama çabalarıyla yerini biraz olsun huzura bırakmıştı. Şehrin sessizliği ve sokak lambalarının titrek ışığı, onlara bir sığınak gibi gelmişti.

Nisan, adamın hikayesini dikkatle dinliyordu. Adam, hayatın kırılganlığını ve anlamsızlığını anlatırken, Cemal Süreyya’nın bir dizeleri Nisan’ın zihninde yankılandı: “Bir adım daha atarsanız, duvarlar çöker üstünüze.” Bu dizeler, hayatın karmaşıklığına ve kaosuna dair bir uyarı gibi duruyordu.

Nisan, adamın hikayesinde kendi hayatının izlerini buldu. İkisi de kaybolmuş, anlaşılmamış ve yalnız hissetmişlerdi. Turgut Uyar’ın bir dizesi geldi Nisan’ın aklına: “Bana seni anlat diye gelmiştim.” İçlerindeki yabancılıkla yüzleşmeye çalışırken, birbirlerine umut ve anlayış sunuyorlardı.

Karanlık bir köşede otururken, Nisan’ın içinden bir hikaye doğmaya başladı. Bu hikaye, kaybolmuş ruhları buluşturan bir yolculuğun öyküsüydü. İçsel yabancılığı anlatarak birbirlerini anlamaya çalışan Nisan ve adam, kendi iç dünyalarında bir yolculuğa çıkıyorlardı. Bu yolculukta, Cemal Süreyya’nın bir dizesi eşlik ediyordu: “Hepimiz biraz yalnızız, yarımız.”

Nisan, hikayeyi kâğıda dökmeye başladı. Cümleler, alıntılar ve duygular birbirine karışıyor, bir bütün oluşturuyordu. Bu öykü, yabancılığın derinliklerinde kaybolan ruhların buluşmasını anlatıyordu. Nisan ve adam, birbirlerine rehber olmuş, içlerindeki yalnızlıkla savaşarak bir umut ışığı yakmışlardı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Nisan ve adam kalktılar ve kafenin kapısından çıktılar. Sokak lambalarının hüzünlü ışığı altında yürüdüler. Gecenin derin sessizliği ve yıldızların parıltısıyla sarılan Nisan ve adam, şehrin sokaklarında adımlarını sürdürdüler. Nisan, Turgut Uyar’ın bir dizesini mırıldandı: “Yeryüzünde hiçbir şeyi sevmedim senin kadar.” Bu dizeler, Nisan’ın adam için hissettiği derin bir bağın ifadesiydi.

Yollarının kesiştiği bir parkta durdular. Park banklarına oturup sessizce gökyüzünü seyrettiler. Cemal Süreyya’nın bir sözü aklına geldi Nisan’ın: “Herkes tek başına bir ölüm gibidir.” Bu sözler, yaşamın kaçınılmazlığını ve yalnızlık hissini hatırlatıyordu.

İçlerinden gelen duygularla dolu olan Nisan ve adam, gökyüzündeki yıldızları izlerken, kendi iç dünyalarında bir yolculuğa çıktılar. İkisi de geçmişlerini, hayallerini ve kaybettikleri umutlarını paylaşarak derin bir bağ oluşturdular. Bu paylaşımlar, onlara huzur ve anlam sağladı.

Nisan, adamın anlattıklarından ilham alarak hikayesini daha da derinleştirmeye karar verdi. Sözleriyle alıntıları birleştirerek, hayal dünyasını kâğıda dökmeye başladı. Turgut Uyar’ın bir dizesi yankılandı kafasında: “Beni bir türkü yazsanıza.” Bu dizeler, Nisan’ın içinde büyüyen hikayeyi ifade ediyordu.

Öykü, kaybolmuş ruhların buluştuğu parkta geçen bir geceye odaklanıyordu. Nisan ve adam, birbirlerini anlamak için hikayelerini anlatıyorlardı. Cemal Süreyya’nın bir sözüyle birlikte hikaye şekillendi: “Bir şehir daha kaybediyoruz.” Bu sözler, içsel yolculuklarının bir parçası olarak, kendilerini ve şehirlerini kaybetmiş ruhları temsil ediyordu.

Hikaye, Nisan ve adamın iç dünyalarındaki karanlıkla yüzleşmelerini ve birbirlerine ışık olmalarını anlatıyordu. Gece ilerledikçe, kelimeler özgürce akıyordu Nisan’ın kaleminden. Alıntılar, duygular ve hayaller birbirine karışarak geceyi, daha bi renklendiriyordu.

Sonunda, Nisan ve adam hikayelerini tamamladılar. Nisan ve adam, öykülerini tamamladıktan sonra sessizlik içinde birbirlerine baktılar. Gözlerindeki anlayış ve huzur, derin bir bağı gösteriyordu. Cemal Süreyya’nın bir sözü, bu anın içine düşüverdi: “Sevda dediğin karanlığa kurşun atan güneştir.”

Parktaki banktan kalkıp yürümeye devam ettiler. Sokakların sessizliği, içlerindeki huzurla birleşiyordu. Turgut Uyar’ın bir dizesi, adımlarına ritim katıyordu: “Gözlerine gözlerimi koysam da / anlamazsın beni.”

Yürüyüşleri sürerken, Nisan ve adam, şehrin sokaklarına daldı. Sanki orada yabancı değillerdi artık. Kendilerini bu şehre ve birbirlerine ait hissediyorlardı. Hikayeleri, içlerindeki yalnızlık duygusunu azaltmış ve umuda dönüştürmüştü.

Cemal Süreyya’nın ve Turgut Uyar’ın alıntıları Nisan ve adamın hayatlarına anlam kattı. Bu alıntılar, yaşamın karmaşıklığına, yalnızlığa ve aşka dair derin birer rehber oldu. İçsel yolculukları, hikayeleri ve anlamlı sözleriyle birleşerek hayatlarını renklendirdi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Nisan ve adam yollarını ayırdılar. Ama artık yalnız hissetmiyorlardı. Kalplerindeki bağ, hikayeleri ve alıntılarıyla güçlenmişti. Şehrin sessizliği içinde, kendi yollarına devam ettiler, ancak yollarının kesiştiği anılar ve sözler kalplerinde sonsuza kadar yaşayacaktı.

İlkay

Seyirciler | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

H. G. Wells, Leonardo ve Michelangelo Gaziantep’te | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yaşasın, Kırmızı Beyaz! | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Aristoteles ve Sophia

Bir zamanlar, antik Yunan’da, okumak isteyen bir genç kadın ve kadınların okumasına karşı olan ünlü filozof Aristoteles arasında ilginç bir karşılaşma yaşandı.

Genç kadın, adı Sophia olan bu cesur ve bilgili bir ruha sahipti. Bilgiye olan açlığıyla tanınan Sophia, halka açık bir ders sırasında Aristoteles’in dikkatini çekti. Sophia, toplumdaki kadınların eğitim hakkı olması gerektiğini savunan bir mektup kaleme almıştı ve bu mektubu Aristoteles’e sunmak istiyordu.

Aristoteles, kadınların eğitime ve bilgiye erişimini sınırlayan bir yaklaşım sergiliyordu. O, kadınların doğal olarak erkeklere göre aşağıda olduğuna ve bilgiye sahip olmalarının gerekli olmadığına inanıyordu. Sophia’nın cesareti, ona bu düşünceyi sorgulatma fırsatı verdi.

Sophia, bir gün Aristoteles’in dersine girdi ve cesurca elini kaldırarak söz aldı. Kalabalık merakla Sophia’ya baktı, çünkü kadınlar genellikle bu tür tartışmalara katılmazlardı.

Sophia, Aristoteles’e mektubunu sunmaktan ve kadınların eğitim hakkı konusundaki düşüncelerini dile getirmekten çekinmediğini söyledi. Aristoteles, başlangıçta bu karşılaşmaya şaşırsa da Sophia’nın cesur ve zeki tavrını takdir etti.

Sophia, Aristoteles’e, kadınların yetenek ve potansiyellerinin erkeklerle aynı olduğunu, eğitim ve bilginin her bireye açık olması gerektiğini savundu. Kadınların toplumdaki rollerini daha iyi yerine getirebilmeleri ve kendilerini geliştirebilmeleri için eğitime ihtiyaçları olduğunu ifade etti.

Aristoteles, Sophia’nın argümanlarını dikkatle dinledi. Zamanla, Sophia’nın zekası, bilgeliği ve özgüveni onu etkilemeye başladı. Aristoteles, kadınların potansiyellerini gerçekleştirmeleri için eğitime erişimlerinin önemini anlamaya başladı.

Birlikte uzun tartışmalar yaptılar ve Sophia, Aristoteles’i düşüncelerini gözden geçirmeye ve sorgulamaya teşvik etti. Aristoteles, kadınların eğitime erişimi konusundaki önyargılı düşüncelerini aşmaya başladı ve kadınların potansiyellerini keşfetmeleri ve topluma katkıda bulunmaları gerektiğini kabul etti.

Bu karşılaşmadan sonra eğitimli kadınların yetiştirdikleri çocuklarla geleceği aydınlattıklarını fark ettiler ve geçmişte kadınların eğitim görmesine engel olan herkes zamanla eleştirildi. Vatansever olan herkes, kadınların eğitimini ve fırsat eşitliğini korumakta destek oldu.

Not: Kızlarımız okumalı! Çocuklarımızın ve kadınlarımızın önünü kesmeye çalışan tüm ahlaksızlar, yarınlarımızı hedef alan vatan hainleridir.

İlkay

Değneğini Saklayanlar | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Masamdaki Yokluk | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Hijyenik Sözler | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Masamdaki Yokluk

Çok sevdiğim filozoflara elimdeki kahvem ile fincanımı kaldırdım. Bir bir masama geldiler. Jean-Paul Sartre, Friedrich Nietzsche ve Immanuel Kant kozmik bir buluşma için masama oturduklarını söylediler. Kahvelerini hazırlarken yokluk üzerine derin bir tartışma yapmaya karar verdiler. İçtikleri kahvelerle birlikte düşünceleri de canlanmaya başladı.

Sartre, ilk olarak söz aldı. “Yokluk, insanın özgürlüğünün temelidir,” dedi ve insandaki yokluğun önemiyle devam etti; “İnsan, yokluğun bilinciyle varoluşunu şekillendirir. Kendi seçimleriyle anlam ve değer katar. İçinde hiçbir anlam veya değer olmayan bir dünyada yaşamak, insanı umutsuzluğa sürükler.”

Nietzsche, şaşkınlıkla Sartre’a baktı ve gülümsedi. “Yokluk, güç ve yaratıcılığın kaynağıdır,” dedi ve sonra insanın yokluktan dolayı üretmesinin altını çizmek istedi; “Yokluk, bireye kendi değerlerini ve ahlaki düzenini yaratma imkanı verir. Sadece boş bir tablo olarak düşünülmemelidir, aksine üzerinde özgürce resim yapabileceğimiz bir tuvaldir. Yokluk, yeni değerlerin ortaya çıkmasını sağlar.”

Kant, sessizce düşündü ve ardından konuştu. “Yokluk, insan aklının sınırlarını zorlar,” dedikten sonra kahvesinden bir yudum alıp devam etti. “Biz insanlar, fenomenal dünyada bilgi edinebiliriz, ancak noumenal dünya hakkında kesin bir bilgiye sahip olamayız. Yokluk, bilinmeyene ve belirsizliğe yönelik bir çağrıdır. Bizim kavrayamadığımız bir gerçeklikle yüzleşmemizi sağlar.”

Bu sözlerin ardından filozoflar bir süre sessizce düşündüler. Sonra Sartre, “Belki de yokluk, kendi varlık deneyimlerimizin içindeki bir yanılsama olabilir,” dedikten sonra Nietzsche’ye bakarak “Bir şeyin var olması için onun yok olması gerektiği fikri, paradoksal bir durumu ortaya çıkarır.” dedi.

Nietzsche, “Evet, yokluk ve varlık arasındaki sınırda bir dans var gibi görünüyor,” dedi ve insan olmanın mucizesi ile devam etti. “Ancak bu dans, bize sonsuz bir potansiyel sunar. Kendi varoluşumuzu şekillendirme ve anlam katma gücümüz vardır.” derken Kant’an onay bekler gibi Kant’a baktı.

Kant, “Yokluk, insan aklının sınırlarını aşan bir gizemi ifade ediyor gibi görünüyor. Belki de asla tam olarak anlayamayacağımız bir gerçekliktir.”

Hayyam, sonra çıka geldi “Ben var dersem var, ben yok dersem yok” dedi ve hepsini ölçerek bakmaya başladı. Bu varlık ve yokluk bizim bilincimizle ya da kararımızla mı ilişik bir durum diye düşünüyordum.

Varlığıyla huzur bulacağımı bilen Edip Cansever yanımda bir an belirdi ve bana bakarak “Ne kaldı benden geriye İlkay?” dedi, gülümseyerek…

İçtiğim kahvemin yakıtı azalıyordu, fakat tüm konsantrem işleyişteydi ve tüm detayları anlayarak hafızama iyice kaydetmeye çalışıyordum. Tüm dikkatim filozofların derin sohbetindeyken, Edip’e vereceğim yanıtı düşünmeye başlayarak, derin bir nefes aldıktan sonra söze başladım “Muhteşem bir sanatçı kaldı. Bıraktığın doğruların kaldı. Geride bıraktığın her satırında fazlasıyla varsın, yaşıyorsun. Varlığın sonsuzluğa vardı.” dedim.

Bir an sertçe kapı açıldı, çok korktum. Bu ses gerçekliğime erişmeme sebep oldu. Kardeşim geldi. Önce bir bardak su içti. Okuduğum son notu eline aldı ve okudu.

“Varlık yokluk karşısında kendisinin de önceden tanımlayamayacağı şekilde bir süreç yürütür. Burada tek belirleyici o aşamada varlığın kazanmış olduğu hızdır. O hıza göre varlık kendini yokluk karşısında belirler. Hızı arttırarak varlık kendi ürünü varolanlarla yokluk karşısında her aşamada yeni bir bariyer kurar. İnsan hızı artmış bir varlık ürünü olarak yokluğun karşısına genişlemeyi geçici olarak durdurucu bir varolan olarak ortaya çıkmıştır. Varlık kalıcı bir zafer peşinde olsa ve bu yönde insan gibi varolanlar aracılığıyla adımlar atsa bile bütünü değiştirecek güce sahip değildir. Bütün çünkü varlıkla ya da varlık olmaksızın kendini her durumda gerçekleştirebilecek durumdadır. Dolayısıyla varlık ürünü bir varolanın son kertede bütünü değiştirebilecek güce ulaşması beklenemez. Buna rağmen ama varlık yokluk karşısında kendini insan aracılığıyla sonuna kadar kullanabilir. Yani varlığın insan aracılığıyla önceden belirlenmemiş bir tükenişi söz konusu olabilir, bu tükenişe rağmen ama bütün bozulacak değildir. Öyleyse bir varolan olarak insan varlığın bütününü bozabilir olsa da yokluğun bütününü bozabilir durumda değildir.” (Tahir M. Ceylan)

Yorgun bir günden okumaya devam edemiyor, (masamda eksikliğini hissettiğim kişilerle) bilincimin beni nasıl işlettiğini düşünerek, kendimi anlamaya çalışırken uyuklamaya başlamıştım. Uyumalıydım artık, fakat bir diğer yandan sesli düşünme arzum bastırıyordu “İnsan yaşamı sıfırdan bire birden sıfıra olan bir yolculuk. Benden geriye ya hiçlik kalırsa ya da öldüğümde beni koca bir hiçlik bekliyorsa?” diye sordum kardeşime, “Abla hepimiz var olma endişesi yaşamıyor muyuz, uyumaya devam etmeliyim, iyi geceler.” dedi. Ben de ona “İyikim, iyi ki varsın ya olmasaydın ne yapardım. İyi geceler.” dedim.

Beynime hücum eden düşünce ordum biraz zor uyuttu tabi…

İlkay

Yeeeeeeaaaaaahhh!!! | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Seyirciler | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

H. G. Wells, Leonardo ve Michelangelo Gaziantep’te | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Yılların Damlaları

Ne kadar cahilmişim diyorum, her farkındalığım arttığında. Yaşım yıl aldıkça annemi daha iyi anlıyorum. Sahi annenin kaderi kıza mı? Benzer durumları hissettiğim anlarda sorguluyorum. Türk kültürümüzdeki yetiştirilmemizden mi, büyürken büyüklerimizi örnek alışımızdan mı yoksa sistemin biz kadınlara dayatmayı bırakmadığı bir durum mu bu?

Eşlerimize evlatlarımız gibi çok toleranslı hareket ederken, şefkatsizlikten eskiyoruz. Bizler eskidikçe,eski fırsatlarımızı nasıl kaybettiğimizi düşünürken arzularımızdan vazgeçişlerimizi başarıyla iletiyoruz, fakat yüreğimizde pişmanlıkların yakıtıyla sesimizi güçlendirerek… Kendimize ihanet yorgunluğundan düşerken, toplumun doğrularında doğru kalabilmenin perdesine saklanabiliyoruz. Heveslerimizi bastırmak zorunda kalıyoruz.

Uyumak dışında çıkarmadığımız kadınlar için hazırlanan kalıplardan dışarı çıkamıyoruz, çocuklarımızın yanında babaları gibi sıcak günlerde atletimiz ile oturamıyoruz. Bizler için yaşadığımız günlere değin hep kalıplar biçtiler; dinlerde kadınlar ile başlar rivayetler. Edep kurallarının yalnızca kadına yakıştığı dayatılır. Yasak bahçeler yalnızca kadınlara haramdır. İktidar döneminde Lale Devri’ndeki gibi kadınlara baskı yapılarak ataerkilliğin kültüre yönlendirilme ile ahlak çöktü ve kadınların kayıplarıyla çocuklarının ve ülkenin yarınları zarar gördü.

Çoğu kadınımız rahat yaşamın yaşam hakkı olduğunu sorgulamıyor. Arzusunca yaşam hakkını kadınlarımız kullanamıyorlar.

Çokça dalıyoruz pencere kenarlarında aslında görmeyi umduğumuz şeyler için değil, içimizdeki çaresizlik telaşının evlerimize sığmadığından ve başkalarının mutluğuna denk gelince de düşünüyoruz. Başkalarının yönlendirmesiyle evleniyor ve yaşamımızın çoğunluğuna da kader diyoruz. Erken büyütüyor evlilikler, zorlukları ve sorumluluklarıyla… Evinde horozlananların ağız kokusuyla yaşıyor, bahtımıza iyi çıkanlara şükür ediyoruz.

Yaptığımız seçimlerden her ne kadar suçsuz görünsek de kendimize olan suçumuzda haksız olduğumuzu biliyor ve çoğunlukla aynı suçu işlemekte diretiyoruz. Kadın kendisine burada kıyıyor işte.

Kadınlarımız yorulduklarında kapıyı çarpıp (erkekler gibi) dışarı çıkamıyor, kimisi hobilerinde yol alamıyor, kimisi olmak istediği mevkii için çaba dahi veremiyor… gibi gibi birçok hayali ailemizin arzusuyla öldürüyoruz. Ailemiz bilmem kimin bilmem ne adındaki çocuğuyla evlenmemizi uygun görmüş ve bizler de ailemizi şereflendirmek ya da mecbur olmaktan evlenmişizdir. Eşlerimizi sevmek zorunda hissederiz, onlara alışınca da alışkanlığı sevgiyle karıştırırız. Anne gibi oluruz ya eşlerimize, oysa eş olmayı öğrenmediğimizden yalnız kalırız mutfamızda. Eşit olduğumuzu umursamadan yaşarız.

Erkektir yapar derler; ağladığımızda, hak etmedim ondan bunu dedğimizde, dövüldüğümüzde, hakarete uğradığımızda… Bizler için küçümseyici deyimler ürettiler; erkek gibi mert ol kadın gibi k.ncık olma, kadın gibi dır dır etme… Övüleceğimiz zamanlarda; erkek gibi kadın derken bizleri aşağılayıp karşı cinsi yine güçlendiriyorlar. Örnekler çok bildiğiniz üzere sizler arttırabilirsiniz.

Yorgun düştükçe gülüşlerimiz bakış oluyor. Gözlerimizin pınarı kuruduğu sıralarda sözlerimizin bittiği anlar artıyor. Kendi iç dünyamıza hapis olmak zorunda kalıyor ve orada yaşamaya mahkum oluyoruz. Vücut ağrımız artıyor ve sorumluluklarımız paralelinde artıyor. Güçlü olmaya çalışmaktan ayaktayız (sebaatten) ayrıca!

Kendinden vazgeçen annelerimizi kendimizden vazgeçince anlıyoruz. Görünmez bir hale gelirken de görünmüyoruz, görmüyorlar bir noktadan sonra. Varmışçasına, eşlerimizle birlikteyiz.

Eskiyoruz, eskirken de eskittiğimiz eşyalara da değer veriyor yoldaşlarmışçasına onları atamıyoruz. İclal Aydın yağmur şiirinde şöyle diyor:

“Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende?
Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?
İşte böyle,
Kalbimde bir acı.”

Yağmur şiirinde beni en çok duygulandıran durum ise, çocukken annemin aktardığım durumlarında onu anlamadığımdan dolayı destek olmamanın vicdan azabını yaşıyorum. Pişmanlığım cehaletimden…

Sesli kahkaha atamıyor, istediğimiz şekilde dans edemiyor, toplum ne diyecek diye başkaları için yaşıyor fakat bir şeyi unutuyoruz; kimse mezarımızın başında bunları biz farklı düşünmeyelim diye yaşamadı demeyecekleri detayını. Kendi hayatımıza kıyarak gidiyoruz.

İclal Aydın’ın Yağmur adlı şiirine duygu ve fikirlerimi ilettiğim bu yazımı bu şiirle tamamlıyorum. Kendinize ihaneti bırakıp şefkatli olun ve huzuru yakalayın hanımlar. Mutlu olun.

Anneme Notum: Birtanem annem beni affet! Seni o zor zamanlarında anlamadığım ve yanında olmadığım için lütfen beni affet. Seni her gün daha iyi anlıyorum, ömrümce hep yanında olmaya çalışacağım. İyi ki senin kızınım ve sen benim ilk aşkımsın.

Kemalist İlkay

Ne zaman eskiyor sevgiler
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?
Yağmur yağıyor, mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü bilemezsin.
Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne.
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama…
Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.
Hep aynı cümleler; ”Babamlar nasıl, ilacını aldın mı?”
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi.
Bazen mutfakta dalıp giderdin yemek yaparken,
Tahta kaşıkla tencerenin başında öylece ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne. Anlamak seni; daha da fena…
Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben, ya da ”Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
”Baban eskitir her şeyi kızım” demiştin bi kez,
Anlamamışım meğer, eskiyormuş anneciğim.
Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde.
Şimdi duysan bunları ne üzülürsün; mutsuz mu kızım diye,
Çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle.
Mutsuz değilim de anne,
Yağmura ve mutfağımda ki kedere çare bulamıyorum.
Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor,
Televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum
Açtığımı gören olmuyor.
Pişirdiğim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor.
Çay demleniyor, demleniyor, demleniyor…
Kederim mutfağımın her yerine yerleşiyor.
Ah nasıl eskiyor her şey anne, nasıl eskiyor.
Eskileri mi de atmaya kıyamıyorum.
Seni çok özlüyorum…
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende?
Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?
İşte böyle,
Kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler…!

İclal Aydın

Gündem Arşivi’nin En Çok Emek Veren Gönüllü Emektarı Sn Gönül Asrak Kim?

Bugün uzun bir aradan sonra yazarımız Nizamettin Bey ile haberleştik, bana ailemden bir yakınımı sorar gibi yalnız Gönül Hanım’ı sordu. Ona hayranlığımı ilettikten sonra bildiğiniz gibi harikalar yaratmaya devam ediyor yorulmadı dedim. Sahi tek nefeste anlatılacak gibi birisi değil ki diye düşünürken bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Sevgili Gönül Asrak Hanımefendi ile yaklaşık yedi yıl önce tanıştık. Twitter’da çok aktif olduğum zamanlarda yazdıklarıma beğenisini dile getirerek ve yazdıklarımı sayfasında paylaşarak daha çok okunmama sebep olmaya çalışırdı. O zamanlar Twitter’daki ekibim için gruplarım vardı ve onu yeni kurduğum bir grubuma ekledim. İlginç bir hanımefendiydi kendisi; iyi niyetli, zarif ve tam bir gönül veren olarak kendi kendine sorumluluk sırtlanıp o sorumluluğu taşıyabilen harika bir insandı. Fakat büyü bozulacak ve bir gün yorulacak diye bekliyordum, olmadı! Günümüze değin beklentisiz yoruldu!

Bugüne değin her gün sayfamı kontrol eder, aktif olmuşsam yazdıklarıma paylaşım ve yorum desteği verir ve bulunduğu gruptaki grup arkadaşlarına iyi geceler ya da günaydın derken başka güzel dilekleri de eklemeyi unutmaz. Üstelik önce Gündem Arşivi’ne ya da sayfama desteğini tamamlamış ve Twitter’dan çıkmadan önce grupta iyi geceler mesajını yazıp öyle ayrılır. Memurcasına emek veriyor.

Sevgili Gönlümün Sultanı her gün grupta sabah günaydın mesajını ve gece iyi geceler mesajını yazar. Tanıdım tanıyalı böyle harika! Üstelik bazen gruptan kimse cevap yazamazsa, günaydın mesajının altında kendisinin iyi geceler mesajı ve sonra kendisisnin günaydın mesajının altında iyi geceler mesajını hiç aksatmadan yazması ise, hayranlığımı katlıyor. Kimsenin ne düşündüğünü umursamıyor ve kimseden hiçbir beklentisi yok; çünkü o hem dostlarımızı çok seviyor hem de görevini yapmış hissediyor gibi bir izlenimim var.  Grup arkadaşlarından bazıları bana Gönül Hanım grupta yazınca ona cevap yazmak için ve yalnız hissetmesin diye aktif olduklarını ilettiler. O olmasa diğer gruplarımdaki gibi yüksek bir sükut olacaktı (ayrıca eskisi gibi çok grubum yok ve yıllardır yeni grup ve yeni arkadaşlar ekleyemiyorum vakitsizlikten aktif de olamıyorum ayrı konu-grup dostlarıma bu mesaj).

En çok özelden merak edilerek sorulan arkadaşım yine Gönül Hanım, geçenlerde yazarımız Orhan Ayber ona çok selam ve sevgilerimi ilet dedi, yazarımız Macide Gür kansere yakalandığında Gönül Hanım sürekli meraklanarak mesajlar yazmış. Sonra duydum ki tüm tanıdığı ekip dostlarımın zor durumlarında mesajlarıyla iyilik meleği olmuş… Tüm arkadaşlarım onu çok seviyor.

Dört yıl önce Gündem Arşivi’ni açıp yazılar yazmaya başladık. O gün bugündür tüm yazı ve şiirlere hem paylaşma desteğinde bulunur, hem de link ile yorumunu birleştirerek yeniden paylaşım yapar. Fakat bu yaptıkları onun için yeterli olmaz, tüm yazar ve şairlerimize konu üzerinde fikrini ileterek teşekkür yorumunu da yazı linkinin altına iletir. Yani tüm site paylaşımlarını okuyup fazlasıyla emek verir. Mesleği gibi Gündem Arşivi’ne desteğini hiç bırakmaz, aksatmaz.

Daha inanılmaz olanı ileteyim, kendisiyle ilk tanıştığım sıralarda grup içerisinde teknolojide iyi olmadığını söylüyor ve en basit şeyler hakkında sorular soruyordu. Hızla akıllı telefona alıştı o dönemlerde. Öğrenmekte çok hızlı…

Soruyorlar bana Gönül Hanım gerçekten tüm yazıları okuyor mu diye, yorumlarını ve paylaşımlarını referans gösteriyorum. Benim en iyi takipçim olmayı senelerdir kimseye bırakmadı, o benim için hep çok değerli olacak…

Bazı gecelerde Twitter’da ülke gündemleri yoğun olurdu ya da bazı dostlarımızın aktif olmadığı zamanlarda ben yazardım o paylaşırdı, saatlerce sanki ikimizin savaş verdiğini hissettiğim ve yalnız onun verdiğim savaşı anladığını hissettiğim çok oldu.

Tüm bayramlarda ve tüm özel günlerde bana o hep mesaj yazar, yorulmaz. Seni seviyorum canımın içi demekten yorulmaz, yazar bana iyi dileklerini bıkmadan.

Şimdi soruyorum size, böylesi güzide bir insanın başkaları için örnek olması için ne yapabilirim ve ona vefamı nasıl öderim, hakkını ödememin hiç mümkün olmayacağını bilerek.

Bir defa Twitter’da sesli sohbet yaparken bir baktım beni dinleyenler arasında o da vardı, hemen mikrofon uzatarak onun benim için öneminden bahsetmeye başladım. Sesi o kadar candan o kadar samimiydi ki unutamıyorum. Bir gün elini öpmek nasip olsun umarım ve hep böylesi güzel insanla muhabbetim daim olsun.

Onu çok ama çok seviyorum, hiç görmediğim bir ablama can feda edecek denli çok seviyorum, başımdan eksik olmaması dileğimle; bana yaşattığı tüm güzelliklerden ve topluma ışımaya çalışmasından dolayı nezdinizde sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.

O tanıdığım en özel ve en iyi niyetli insan, benzeri yok!

İyikim iyi ki var!