Aylık arşivler: Temmuz 2022

Küfür, Çaresizliğini Sesli Haykırmaktır!

Görmüyor musun elim kolum bağlı hiçbir şey yapamıyorum, demektir küfür.

Neden Türk etimolojisinde, kadın alım-satımı ile ilgili cümleler olmadığını hiç düşündünüz mü? Ya da Doğanın cinsiyeti var mıdır?

Kurulan cümleleri hayal gücümüzle birleştirip, çeşitli anlamlar çıkarmak insana has bir özellik.

Olmayanı olmuş gibi hayal edip, kızıyoruz, sinirleniyoruz ve hatta hırslanıp, ciddiye alıp cevap vermeye çalışıyoruz. Değmez!

Oysa söz, sahibinin hayal gücü kadardır. Karşısındaki insanı yani seni bağlamaz, etkilemez, değiştirmez. Sen niye kızıyorsun ki küfür duyduğunda? Olmayanı oldurma gücü kime ait?

Çocukken ağzımızdan kötü söz çıktığı zaman, ağzımızın kirlendiğine inanırdık. Ağzımızı su ile yıkamamız öğretildi bize… Temiz çocuklardık. Kulaklarımız henüz bu kadar kirlenmemişti ve tabi dilimiz de…

Ayrıca cinsel eylemler tarafların birbirini mutlu etmesi için olan, zevk verici davranışlardır. Yaşamın devamı için kutsalda denebilir. Bu konunun nefret söylemleri ile nasıl bir ilişkisi olabilir? Kötülükten zevk alıyorsanız aşk ile yapılan eylemlerden de kötülük beklersiniz.

Adaletin olmadığı yerde ya küfür edersin ya da Tanrıdan medet umup dua, beddua gibi rahatlatıcı cümleler kurarsın. Çünkü çaresizsindir.

Küfürler, beddualar çözümsüzlüğün tutamağıdır.

İlk küfür nerede ne zaman kim tarafından icat edildi? Kim bu küfürleri ciddiye alıp karşı savunmaya geçti, çok merak ediyorum doğrusu. Doğana doğurana evrene canlıya cansıza saygısı olmayan kişinin ağzından çıkan sözleri ciddiye almak ve buna kızmak çokta sağlıklı  bir ruh hali değil sanırım.

Kötü konuşmaların diğerini sarstığını ya da cinsiyetçi konuşmaların insanı sinirlendirdiği toplumsal öğretilerimizin içerisine nasıl yerleşti?

Yabancı kaynaklar, küfrün bize Eski Yunan ve Antik Roma dönemlerinden kaldığını söylüyor. Mirasa bak!!!

Bu bilgi bana çok mantıklı geldi, zira Zeus gibi baş Tanrısı çapkın, işi gücü alavere dalavere olan bir Tanrının yarattığı toplumun, kadınını aşağılayıcı sözlerde bulunmasından doğal ne olabilir ki.

Sürekli eşini aldatmak için fırsatlar kollayan bir Tanrı topluma hangi konularda örnek olacak?

Mitolojiler toplumun aynası ise Tanrıların yansıması sayılabiliriz.

Türk inanışında Zeus’a karşılık gelen Ülgen iyilik eşitli ve saire derken, Zeus’un kimin eli kimin cebinde ilişkiler yaşıyor olması şaşırtıcı. Bana Tanrını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!

Zeus, Erlik Han gibi bir kötülük Tanrısının yapacağı işleri yapıyor, desek Erlik Han ile ilgili kadın hikayeleri hiç duymadım, en fazla hastalıklı hayvanları kurban ederek onu mutlu edersiniz zira kendisi bundan hoşlanıyor ayrıca daha fazlası varsa da bu benim cehaletimden kaynaklıdır. Bilmiyorum.

Hem Zeus’un hem de Erlik Han’ın simgesinin boğa olması da manidar! Sanki biri diğerinin zıttı olmak için yaratılmış iki toplum.

Mevzu küfür olunca hep kadın üzerinden gidilmesinin sebebi muhtemeldir ki kadını değersiz görmekten kaynaklanır.

Türk tarihi ilgili baktığım birkaç yerde küfür içerikli bir kaynak bulamadım. (Var mı yok mu bilemiyorum!? Varsa lütfen yazımın altında paylaşın. Ben gerçekten bulamadım).

Tengri inancına göre bütün ruhlar eşittir! Ruhlar kadın erkek taş toprak hayvan ve saire diye ayrılmaz. Bütün varlıkların bir ruhu vardır ve hepsine saygı duyulur.

Eşitlik kültürünün olduğu bir ortamda insanların kendilerini diğer canlılardan farklı görmemesi, hayvanları aşağılık görmemesinden kaynaklı, küfür ve hakaret aracı olarak kullanacağını zannetmiyorum.

Aşağılık maymun, hayvandan bile aşağılık, öküz, ayı gibi günümüzde karşısındakini küçük gördüğünü simgeleyen bu cümleler, hayvanları kendi ile eşit gören Türk kültürü ile bağdaşmaz. Bunlar da olsa olsa başka toplumların ürünüdür.

Kadını kendi ile eşit gören bir toplumun küfür kültürüne bulaşması ne zaman ve nerede başladı?

Üstelik hem cinslerimi ağza alınmayacak küfürler ederken görmek, duymak beni ayrıca hayretler içinde bırakıyor. Anlam veremiyorum. Bu nasıl kendini bilmemezliktir.

Farkındasızlığının, farkında olmayana eril bakış açısına destek verdiği nasıl anlatılır?

Üstelik bunu ‘’güçlü kadın olma’’ maskesi altında yabancı filmlerde, dizilerde önümüze sunuyorlar. Üzücü…

Erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı ve Tanrıdan sonra en zeki kendini gördüğü bir dünyada nasıl oluyor da kadınlar bu aşağılama kültürüne dahil olabiliyorlar?

Siz bari küfürleriniz de seçici olun… Küfretmeyin demiyorum, çaresiz olduğunuz noktada enerjinizi atacağınız bir yer bulmak istiyorsanız ya beddua edin ya da küfredin.

Tamam ama kadın bedenini ve zihnini hor görmeyi erkekte bile hoş karşılayamazken, her gün kadının öldürüldüğü bir coğrafyada buna kadınların da eşlik etmesi anlaşılamaz.

Hedefinizi doğru seçin!

Ayrıca kadının, bir erkeğin uzvundan yaratıldığına inanan erkek! Kendine ait olan bir parçayı küfürlerine dahil ediyorsa bu da kendine yapılmış bir hakaret sayılmaz mı? Dünya yuvarlak ve her şey dönüyor dolaşıyor sana dokunuyor.

O, sürtünme eyleminden yola çıkarak değişik cümleler kurdu. Topluma hitapların etkisine bakacak olursak, küfür taraftarları ve hakaretlerin ağırlığını kaldıramayan bizler ayrı ayrı yorumlarda bulunuyoruz. Her küfürde kaseti başa sarıyoruz. Tıkanasıca kulaklarım bunu da duydu, ağzı büzülesiceler, gün güneş yüzü görmeyesiceler…

Daha neler göreceğiz kim bilir…

İnsanın insanı aşağıladığı bir toplumda huzur nasıl yakalanabilir?

Mümkünse içeriği ”kadın” üzerinden ya da ”hayvanlar” üzerinden olmasın. Çok zor durumda kalırsanız, konuya babalarınızı dahil edin. Ağızlarınızı ve bilinç altınızı buna alıştırın…

Sonuçta hiç birimiz saf kan ırk değiliz. Atalarınızdan ister Yunan, ister Mısır, isterseniz de Türk kültürünü kendinize miras seçin. Bu sizin seçiminiz. Yalnız gelecek nesillere bir iyilik yapmak istiyorsanız. Onlara kendi tercihlerinizi dayatmayın.

Dilek

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/turk-kadini/?amp=1

 

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/arabzon/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/malediktoloji-bilimin-hizmetinde-kufur/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/hallac/?amp=1

Fatih Mahkemesi

Üsküdar Mahkemesinin FATİH SULTAN MEHMED devrinde tesis edildiği söylenir.

Halk arasında FATİH MAHKEMESİ diye anılır. Yığma taştan yapılan bina; mahkeme salonu ve zindanlar olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Üst katta yer alan mahkeme salonuna dik bir taş merdiven ile çıkılır. Salonu kemerli bir kapıdan girilir. İki zarif mermer sütunun yükseldiği kubbenin altından beşik tonoz çatılı esas odaya girilir. Sağında daha önce iki dolap ve bir şömine vardır. Kadı mahallinde niş şeklindedir. (NİŞ; duvarın içine oyma oturma mahalli.) Bugün mevcut olan aşağıdaki zindanlar restore edilmeden dükkan olarak kullanılıyor ve bodrumlarda tuvalet olarak kullanılmaktadır.

Halkın buraya Fatih Mahkemesi olarak anmasına sebep olan rivayet ise şöyledir:

Fatih Sultan Mehmed bugün mevcut olmayan Beyazıt’taki eski sarayı yaptırırken, sütunları kısa kestiren RUM MİMAR’a kızarak elini kestirir. Mimar bu durumu Kadı’ya şikâyet eder. Devrin kadısı Hızır Çelebi Fatih Sultan Mehmed’i mahkemeye çağırır ve Rum mimarla muhakeme eder. Sultan Mehmed’i haksız bularak elinin kesilmesine karar verir. Ancak bu adaletli karar karşısında Rum Mimar’ın diyeti kabul etmesi üzerine Sultan Fatih’in eli kesilmekten kurtulur.

Bu mahkeme binası:

Osmanlılar tarafından yapılan İstanbul’daki ilk mahkeme binasıdır. Üsküdar’ın merkezinde, Hakimiyeti Milliye caddesinde, Eski mahkeme sokağındadır.

Yorumum:

O zamanlar Kadı, bir Sultanı mahkemeye çağırıp, davacı ve davalıyı eşit şekilde muhakeme edip elinin kesilmesine karar verebiliyormuş.

Aradan geçen yaklaşık 570 yıl sonra daha da gerileyen hukukçular var.

-Çok cübbe gördüm, önlerine düğme dikilmiş. Çok hukukçu gördüm, mahkum elbisesi giydirilmiş.-

Hayati Sarnık

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/asagida-yallah-yallah/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/nasreddin-hoca-ve-evrenselligi/?amp=1

Gölgelerimiz

Gölgelerimiz
Dans ediyordu
Aklımızın
İçinde ki
Asılı kalmış
Çeperlerimizde…

Gün be gün
Anlamsız
Buluşmalar
Gerçekleştiriyorduk,

Gölgelerimizin
Buluştuğu
Her anımızda,
Hayallerimiz
Keyif çatıyordu…

Cevapsızdı
Sorularımız
Ve
Öyle
Derindi
Huzursuz ediciydi…

Bakmaya
Kıyamıyorduk!

Kendimizden
Bile
Sakındığımız,
Dünyamızda
İnşâ ettiğimiz
Rengarenk
Duvarlarımızda
Asılı kalmış,
Soluk renkli,
Gözleri yaşlı
İki çift
Fotoğraf …

Yüz yüze
Gelmekten
Korktuğumuz…

Ali Taşkale ✍️

Lozan Konferansı, Erzurum Kongresi ve Hatay’ın Anavatanımıza Katılması

1) 24 Temmuz Lozan konferansının Türkiye’nin Tam Bağımsız bir ülke olarak tanınmasının yıldönümü
2) Erzurum Kongresi 23 Temmuz/7 Ağustos 1919
3) Hatay’ımızın anavatana katılmasının yıldönümü 23 Temmuz 1939
Şimdi sıra ile bu konuları Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ve O’nun Türk milletine emaneti olan Kemalizm’in ışığı ile değerlendirelim.

24 Temmuz Lozan Konferansı’nın Türkiye’nin Tam Bağımsız bir ülke olarak tanınmasının yıldönümü;

Eski yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi içinde aktif görev yaptığım dönemlerde Lozan’ın yıldönümü toplantılarını genellikle ben düzenlerdim. Önce İzmir fuarının Lozan kapısının ilerisinde Atatürk ve İsmet Paşa’nın heykelinin önüne çelenk bırakır, daha sonra toplantı salonuna geçer orada, dışişlerinin çok değerli diplomatlarının konuşmalarını ilgi ile izler ve toplantı sonrasında İzmir’deki İsmet Paşa’nın anı evini ziyaret ederdik… Bir kez de bir 24 Temmuz günü İsviçre’nin Lozan şehrine gitmiştik (kalabalık bir grup olarak) ve orada İsmet Paşa’nın Ata’mıza yazdığı bir mektupta “Paşam emirlerin doğrultusunda adeta savaşıyorum şimdi odamda aynaya baktım sanki bir günde saçlarım ağarmış gibi geldi.” Bir arkadaşımla beraber o odayı ziyaret ettik, sanırım Türk kökenli bir çalışan bizi o odaya götürdü; küçük bir kafe olarak korunuyordu Paşa’ya ayrılan oda…

Atamızın çok ileri kültürünün ve bilgisinin Lozan’ın kazanılmasındaki bir başka boyutu:

Birinci Lozan Konferansı tıkanmış ve İsmet Paşa yurda dönmüştür. Özellikle İngilizler Lozan toplantılarında Rusların sürekli Türkiye’nin yanında yer almalarından çok kuşkuludurlar, bu yakınlığın Dünya dengeleri için çok tehlikeli olacağını düşünmektedirler. İşte İzmir’de yapılan Birinci ve Tek İktisat Kongresinde: Atatürk; amelelerin (işçiler) solda, tüccarların sağda oturmasını söyler. Katılımcılar buna bir anlam veremezlerse de İngilizler mesajı almıştır. Atatürk’ün kafasında sınıfsız bir toplum olan Rusya değil, Fransız ihtilalinin düzeni vardır (Fransa devriminde de aristokratlar sanayiciler seçkinler sağ tarafta işçiler ise sol tarafta oturmuşlardır). İngilizler bu mesajı alınca İsmet Paşa’yı derhal Lozan’a davet etmişler ve 24 Ocakta Kapitülasyonlar kaldırılmış ve TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE tüm dünyaca kabul edilmiştir.

Bu ülke Osmanlılar dönemindeki borçları da kabullenmiş ve borçları öderken de büyük bir kalkınma hızına ulaşmıştır (bu ayrı bir yazı konusudur…)

Erzurum kongresi ; 23 Temmuz / 7 Ağustos 1919

Bu kongre Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’nda tarih sahnesine çıkmasından sonra bu kez Anadolu’muzda tarih sahnesine çıkışıdır… Toplantı sonunda yapılan bildiriler belli ki Gazi tarafından yazılmış!!!

Bazı başlıklar;

a) Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür.
b) Her türlü işgale ve yabancı güçlerin müdahalesine karşı millet topyekun kendini savunmalıdır.
c) İstanbul hükümetinin çaresizliğine karşı geçici bir hükümet kurulmalıdır.
d) Gazi kapanışta ise şu sözleri dünyaya duyurur:

Biz bu kongrede çok önemli kararlar aldık bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğini gösterdik. Bu kongremiz tarihe müstesna bir eser olarak geçecektir!!!

Şimdi siyasi partilerimizin bu kongre ile ilgili mesajlarını paylaşalım:

CHP’nin mesajı; Erzurum kongresi başta büyük önder Gazi Mustafa Kemal olmak üzere kurtuluş savaşımızın tüm kahramanlarını minnetle anıyor Erzurum kongresinin 103. yıl dönümünü kutluyorum.

Deva partisi Başkanı Babacan; manda ve himayenin reddedilerek bağımsızlık iradesinin oluştuğu bu kongrenin 103. yıl dönümünü kutluyorum.

Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan; “İstiklal mücadelesinde önemli bir rol oynayan Türk milletinin varlığını ve birliğini dünyaya gösteren Erzurum kongresinin 103. yıl dönümünde başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bağımsızlık mücadelesinin tüm kahramanlarını saygı ve minnetle anıyorum” Cumhurbaşkanımızın bu mesajı bence şu bakımdan çok önemli hiçbir konuda uzlaşamayan iktidar ve muhalefet partilerinin Atatürk’ümüzde ve onun benim için en anlamlı eseri Kemalizm de birleşmelerini çok önemsiyorum. (Vatan partisinin bu konuda çok duyarlı olduğunu biliyorum ancak MHP ve İyi Parti’nin herhangi bir paylaşımlarına rastlamadım ancak bu konuda onlar da yorum yaptılar ise özür dilerim…)

3 Temmuz Hatay şehrimizin Anavatana katılmasının yıldönümü;

Ata’mızın üstün iradesi sınırsız cesareti ve diplomasi kültürünün sonucu kazanılmış bir zafer!!!

Yer Ankara’da ki Kerpiç restoranı;

Atatürk oradadır ayrıca restoranda Fransız büyükelçisi ve ekibi de oradadır bir Türk general oldukça nezaketli bir konuşma yapar ve Fransızlar alkışlar. Fakat kısa bir süre sonra Ata’mızın kız kardeşi Makbule Hanım tabancasını çıkarır ve havaya 3 el ateş eder, bağırarak ”Hatay Türk’tür ve Türkiye’nin olacaktır” der tabii ki silah sesini duyan polisler salona girerler ve bakarlar ki silahı atan Ata’mızın kız kardeşi Makbule’dir. Önce ne yapacaklarını şaşıran polislere Gazi görevinizi yapın der ve kardeşinin karakola götürülmesini onaylar herkes gibi Fransızlar da şaşkındır. Kısa bir süre sonra üzerinde resmi elbisesi ile Sabiha Gökçen aynı sözleri paylaşarak havaya 3 el ateş eder yine polisler gelir ve onu da nezarete götürmelerini onaylar. Aslında sadece 6 kurşun atılmıştır fakat Fransız büyükelçisi Türkiye’nin Hatay kararlılığının ne olduğunu anlamışlardır. Daha sonra Gazi Mustafa Kemal en yakınlarına şu açıklamayı yapar önümüzdeki günlerde cumhurbaşkanlığından istifa etmek çizmelerimi giymek ve bir çete reisi olarak Hatay için savaşmak isterim der… (O günler büyük bir savaşın yaklaştığı günlerdir özellikle Nazi Almanya’sının orduları Avrupa için çok büyük tehdit oluşturmaktadır. Atatürk gibi büyük bir komutanı karşılarına almaya cesaret edemezler.)

Ata’mızın emri ile Türk ordusu Hatay’a girer, ancak Ata’mız çok hastadır doktorlarının tüm uyarılarına rağmen ordunun resmi geçidine 2 askerin sırtına dayanarak tam 4 saat süren resmi geçidi izler ve kısa bir süre da sonra vefat edecektir.

Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün diplomasi kültürü; dünya dengelerini hesap etmesi ve çok iyi analiz etmesinin büyük başarısıdır... Ölmeden önce Hatay bağımsız olmuş ancak kurulan hükümetin Türkiye’ye katılmasını görememiştir. Hatay 3 Temmuz 1939 günü ülkemize katılmıştır… Ancak Hatay belediye başkanının burayı işgal eden Suriyelilerin (burası bizim vatanımız dediklerinden) bugün söz etmek istemiyorum; çünkü biliyorum ki Hatay sonsuza kadar TÜRK milletinin olacak ve bizler o ilimize Atamızın büyük emaneti olarak sahip çıkacağız!!!

Orhan Ayber

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/kazim-dirik-pasa/?amp=1

Herkesi ALİ Mi Sandın

Her fidanı fidan mı sandın?

Görüneni adam mı sandın?

Yalan dolanlar içinde

Herkesi insan mı sandın?

 

Uyutulduk asırlardır

Yeter artık başını kaldır

Eline taşları doldur

Zalimi insan mı sandın?

 

Kanın içer it sürüsü

İnsan değil hiç birisi

Ehvendir ayı irisi

Onu da hayvan mı sandın?

 

Yollar yokuş geçilmiyor

Su bulanık içilmiyor

İslam insan kanı yiyor

Herkesi Ali mi sandın?

 

Muhsin SALMAN, 25.07.15

Melike Demirağ Hepimize Arkadaş

Melike Demirağ Olmak…

Yıllar geçse de üstünden milyonların kalbinin asla unutmayacağı ve çok sevilen sanata emekleriyle hafızamıza kazınan eserlerde yer alan, insanlığa ışık sunmak ve farkındalık yaşatmak isterken çabaları ile umudu her yere bir tohum gibi ekmeye çalışan, çok saygıdeğer Melike Demirağ‘a duygularımı yazacağım.

Klasik giyim tarzıyla, saçlarını doğal savuran görüntüsü bende; dayatılan modaya ayak uydurmak yerine, yüzündeki gülümseyen güzelliğiyle devrim yaratması imajını hissettiriyor.

Devrimcilik O’nun duruşu olmakla birlikte, yaşam özü de Devrimcilik olabilir. Türkiye başta olmak üzere, dünyadaki tüm ezilen toplulukların yenilikler ile ferah yaşama ulaşabileceklerine inancı asla eksilmiyor. Elbette, O da bizler gibi birçok olayı takip edip, birçok olayda O da yakınıyor tabii ki. Fakat, yakınmanın ötesine geçip farkındalıklar oluşturmaya da çalışıyor. Yaşamını daha değerli kılmaya çalışırken hala, geçmişteki büyük başarıları ise hafızalarımızda.

Nerde bir yara varsa, o yaranın yeri için seslendi. Nerde acı varsa, oraya ulaştı. Tabii ki ulaşabildiği ölçüde. Misal, vatandaşlıktan çıkarıldığı (Şanar Yurdatapan ile) dönemde, yine seslendi memleketine ve umut oldu güzelliklere, duygusal birlikteliğiyle…

Özgürlüğe, demokrasiye inancını hiç yitirmedi; ötekileştirmenin karşısında yer alırken, haksızlıklara karşın sessiz kalmadı. Hatta, Türk müziğinin hedef alınmaya başlandığı zamanlarda arabeske göndermeler yaparak farkındalık yaratmaya çalıştı. Korkmadan, çizgisini hiç kimseden sakınmadan, en yüce insan onuruyla dik yaşadı.

Tarihimizde güzel iz bırakmış mühendis dedesinden, ilk kadın spikerimiz anneannesinden, annesi şarkıcı Ruçhan’ımız, babası değerli yönetmenimizdir; özetle şunu iletmek istiyorum: Sevgili Melike Hanım’ın maddi beklenti ile sanatta yer aldığına kimse tanıklık edemez ve o ezilenler ezilmesin diye hala savaş veriyorsa, karşılık beklemeden yorulmasını çok taktir ediyor ve O’nun mucizevi bir ruh olduğuna inanıyorum.

Halk ile iletişime geçtiğinde samimi hitaplarda bulunuyor. Hep sıcak kanlı ve sevgi dolu.

Ali Korkmazgil, Pınar Alptekin gibi kayıpları ağır ve haksızlıkla öldürülen gençlerimizin haklarının arayışında yerini alıyor. Hasta çocukların ilaç arayışlarına destek olurken, paylaşımlarında en mühim haberleri de topluma iletmeye gayret ediyor. Orman yangınlarını iletmeye gayret ediyor. Haksızlıklara gelemiyor. Milli bayramlarda coşkuyu yaşatmaya da özen gösteriyor. Sosyal medya hesaplarında yazdıklarımın sözcüsü olmaya devam ediyor. Ezilenlerin ardından vazgeçmiyor sağ olsun. Bazen torunları ile sürpriz paylaşımlar yaparken bazen de sevdiği arkadaşlarının ölüm yıldönümlerini anarken görüyorum kendisini. Çok vefalı bir Arkadaş kendisi.

Bu ara Storyel’de kitap seslendirmelerinde emek veriyor. Kayıp Diva kitabı annesi Sayın Ruçhan Çamay‘ımız için yazılmıştı, çok yakın zamanda seslendirmeyi tamamladı. Eminim çok başarılı okumuştur ki muhakkak dinleyeceğim. Zaten, şiir okumakta da çok başarılıdır.

Haberleri çok sıkı takip ederken; çıktığı televizyon programlarında özellikle, insanımızın insanımıza kırılmasına hüznünü belirterek, halka farkındalık yaşatmaya çalışıyor. Yüreğinin güzel sesiyle topluma “Arkadaş”sı hali eksik olmasın.

Biyografisine bakınca, çok çabaladığını ve çabalarken de çok değerli sanatçılarımızla birlikte çalıştığına tanık oluyoruz. Kendisine kimler hangi konuda yardımcı olmuşsa, bir bir tüm güzellikleriyle anılarını aktarırken başlangıç dönemlerindeki ilk farkındalıklarını dahi anlatmaktan çekinmez ve hiçbir zaman kendisine yardımı dokunmuş insanların detaylarını atlayarak aktarmaz; kim hangi konuda nasıl etkilemiştir anlatır, hayranlıkla dinlerken güzel insanları O’nu adeta bulunduğu atmosferi betimlerken bulursunuz.

Twitter’dan bana tevazu gösterip cevaplarıyla zerafetini eksik etmediği için nezdinizde kendisine sonsuz teşekkürler ediyorum.

***

Ülkemizde öncü bireylerin torunu ve kızı olan sevgili sanatçımızın elbette genel kültürü başta ailesinden almıştı. Rahmetli dedesi devletin parasıyla Ankara Tren Gar’ını inşaa etmiş, beğenmeyince cebinden ödeyerek tekrar inşaa etmiş birisi. Ananesi ilk kadın spiker ki Türkçesi çok düzgün aydınlarımızdandı. Yetiştirdiği çok değerli sanatçımız Ruçhan Hanım’dan Melike Hanım’a gölgesi hala yaşıyor. Babası Turgut Bey ise Yeşilçam emektarlarından ki unutulmayacak eserlere imza atmış birisi. Amcası rahmetli Nuri Bey tüm zenginliğini ilk uçak fabrikasına adamış ve bu ülkede fedakarlığı unutulmayan bir insan yine. Biz ünlü akrabalarını tanıyoruz ki yalnız kendileri bilir, daha nice güzel insanlardan oluşuyordur aile bireyleri.

Yılmaz Güney, Tuncel Kurtiz, Tarık Akan, Atilla Özdemiroğlu ve eski eşi Şanar Yurdatapan ile çalışmış çok şanslı bir sanatçımızdır da. Oyunculuğu ve şarkıcılığıyla kendisine hayran bıraktı bizleri. Şanar Yurdapan geçmişten günümüze en değerli söz yazarlarımızdandır. Hayatı çok büyük bir biyografi. Yılmaz Güney’e ise kitaplar yazılsa az kalır. Bu ülkede anlaşılmamış ve hala anlaşılmasın diye savaşları; biyografilerinde manipüleler eksik olmuyor ve olmayacak gibi. Çünkü, anlaşılırsa eğer haksızlıklar ile nasıl savaşacağımızı öğreniriz. Kalp solda atar. Tuncel Kurtiz’in Ezel dizisi ile tanınmasını hala kabul edemiyorum. Oysa Ezel dizisinden çok önce asıl eserlerini tamamlamıştı. Tarık Akan, devrimin yakışıklı yüzü. Ölmeden önce son zamanlarında bir hayranı onu görüp onla konuşmak istediğinde ailesine; hala tanınıyorum diye mütevazılığından ödün vermeden sevinen güzel bir insandı. Atilla Özdemiroğlu, Şanar Bey ile ortak işlerde çok bulunmuş ve harika bir bestekarımızdı. Ve tüm dostlarını bizlere tanıtmaya devam ediyor. Şanar bey dışındaki aktardığım tüm güzel insanlar güzel atlarına binip gittiler. Şanar Bey’e ve Melike Hanım’a uzun sağlıklı ömürler olsun.

Fatoş Güney’in yazdığı kitabı da Storyel’de seslendirdi Arkadaş’ımız. Hala vefalı olması Çirkin Kral’ımıza sizce de örnek davranış sergilemiyor mu…

Yazdığım dostlukları en çok bilinen dostluklarıydı. Daha nice güzel insanlarla çalıştı. Hakkında yazmaya kalksam kitaplar yazılmayı da hak ediyor.

Ailesinden arkadaşlarına ne güzel insanlarla büyüdü ve ne kadar doğru yaşadı. Yaşamı boyunca hiçbir zaman maddi kaygı yaşamayacak kadar rahattı. Topluma duyarlılığı onu rahatsız eden yanıydı.

Nice konser turnelerinde bulundu, nice konserlerde nice güzel insanlarla birlikte sahneyi paylaştı. 

Hatta bazı şarkılı turnelerinde olaylar çıkaran kurbağalar eksik olmuyordu, yine de vazgeçmedi yolundan.

Siyasal fikirlerinden düşünce suçlusu O! Daha yaşanılabilinir bir dünya hayali var, olurunun peşinde de rüyalarını gerçekleştirme arzusunda. Umutlu olması da suç! Umutlar ölmez ki hangi güzel şey ölmüştür. Dahası barışçıl! Hayda bu kadar iyimserlik başına bela olacak! Barış nedir ya! Günümüzde kim barışçılsa cezasız bırakılmıyor! En büyük suçu iyilik! Kanatsız Meleğimizin iyi niyetinden, başına gelmeyecek zorlukları yaşadı. Sevmekten vazgeçmiyor. Tüm yaşamlara saygı duyuyor. Azimli de! Azmi hepimize örnek olsun dileğimle.

***

Babam bir Melike Demirağ hayranı olarak, ergenlik dönemimde hep O’na benzememi isterdi. “O’nun gibi hafif makyaj yapıp, O’nun gibi giyinmeni, O’nun gibi ağır ve bilgili davranış göstermeni istiyorum.” gibi nice cümleler kurardı. Ben de o dönemlerde çok sevilen Melike Hanım’a hayrandım. Ama, onun gibi olmanın zor olduğunu bilirdim.

Hayatta, mümkün olmayacak hiçbir şeyin olmadığına inanmış biriyim. Belki, fikirlerim değerli sanatçımızla aynı yolda ilerliyor; insanlığım konusunda son nefesime değin hep ilerleme kaydetmeye çalışacağımı da biliyorum; fakat O olmak, O’na benzemek benim için çok zor (Affet Baba!).

Sevgili Melike Hanım’ı çok taktir ediyorum, ki idol karakterlerimden birisidir. Başarılarına benzer başarıları imzalamak herkesin harcı değil. Ülkemizdeki kadınlara idol karakter olması ümidimle.

Çok değerli sanatçımıza başarılarının devamını diliyorum.

Not: Sevgili Melike Hanım’a sürçü lisan ettiysem af ola. Bir hayranı olarak hakkında yazmak zordu benim için. Nezdinizde varlığına çok sevindiğimi ve sağlıkla uzun bir ömür yaşamasını ümit ediyor ve en içten hürmet ve sevgilerimi iletiyorum. Meraklılarına biyografisini alıntılayarak yazıma devam ediyorum.

***

Melike Demirağ’ın Biyografisi

Melike Demirağ, 3 Haziran 1956 tarihinde İstanbul’da doğdu. Rüçhan Çamay ve Turgut Demirağ’ın kızıdır. 2003 yılında intihar eden oyuncu Muhteşem Demirağ ve Nevbahar Demirağ olmak üzere 2 kardeşi vardır. Ayrıca anneannesi Mebure Yapar, Türkiye’nin ilk kadın radyo spikerlerinden biridir.

Dedesi Naci Demirağ ve Dedesinin kardeşi Nuri Demirağ Türkiye’de demiryolu yapımını ilk gerçekleştiren mühendislerdir. Naci Demirağ Ankara garını devlet adına inşa ettirtmiş sonra beğenmemiş ve tekrar cebinden ödeyerek yeniden yapmış kişidir. Ayrıca büyük amcası Nuri Demirağ, Türkiye’deki ilk uçak fabrikasını kuran kişidir.
Üsküdar Türk Kız Koleji mezunu olan Melike Demirağ, ilk oyunculuk deneyimini 1971 yılında babası Turgut Demirağ’ın yazıp, yönettiği Üç Kızgın Cengaver filminde kazandı.
1974 yılında Şanar Yurdatapan’ın bestelediği ve Atilla Özdemiroğlu’nun düzenlemiş olduğu Arkadaş adlı şarkısı ile ilk 45’lik plağını çıkardı. Bu şarkı o dönemin en çok tutulan şarkılarında biri olup, halen birçok kişi tarafından dinlenmeye devam etmektedir. Aynı yıl Yılmaz Güney’in yazıp, yönettiği ve aynı zamanda başrolde oynadığı Arkadaş adlı filmde Melike karakterini canlandırdı.
Arkadaş filmi 32. Locarno Film Şenliği’nde En İyi Film seçilerek, Altın Leopar Ödülü’nü kazanırken Melike Demirağ ise En İyi Kadın Oyuncu ödülünü Rebecca Horn ile paylaştı.
1970’li yıllarda birçok 45’lik plak çıkaran Melike Demirağ’ın birçok albümü de bulunmaktadır.
Melike Demirağ, Esmeray, Ertan Anapa, Funda Anapa, İskender Doğan ve Kerem Yılmazer ile birlikte kurdukları Grup Sekstet (Altılı) söylediği, ‘İnsanız Biz adlı şarkıları ile 1978 Eurovision Türkiye Finalleri’nde 2. oldu.
1978 yılında birinci olamadığı Eurovision elemelerinden sonra İzmir’de Ayşen Gruda’yı da aralarına alarak müziği güldürü ile birleştirerek yaptıkları şov programında Melike Demirağ ”Gel” isimli şarkıyı seslendirdi.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında siyasi görüşlerinden dolayı Şanar Yurdatapan ile birlikte yurt dışına çıktılar. 1981 yılı Şubat ayında Genelkurmay Sıkıyönetim Askeri Hizmetler Koordinasyon Başkanlığı; Cem Karaca, Selda Bağcan ile Melike Demirağ ve Şanar Yurdatapan’ın 13 Mart 1981 tarihine kadar Türkiye’ye dönmezlerse vatandaşlıktan çıkarılacaklarını açıkladı. Ancak dönmedi.
Türki vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra uzun yıllar Almanya, ABD, Rusya, Meksika ve Avustralya gibi birçok farklı ülkede yaşamını sürdüren Melike Demirağ, 1989 yılında Almanya’da olduğu dönemde İstanbul’da Olmak : Anadolu adlı bir müzik albümü çıkardı. 24 Aralık 1991 tarihinde ise Türkiye’ye döndü.
2001 yılında Şöhret Sandalı adlı filmde Ediz Hun, Ajda Pekkan, Halil Ergün, Banu Zorlu, Gökhan Arsoy ve Tomris Oğuzalp ile birlikte rol aldı.
2003 yılında Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın başrolde oynadığı Gönderilmemiş Mektuplar adlı sinema filminde Selma rolünü oynadı.
Kız kardeşi Nevbahar Demirağ, 2005 yılında Ali Koç ile evlendi.

Melike Demirağ, 2009 yılında Geri Dönüşüm adlı son albümünü çıkardı.

Melike Demirağ Evlilik
İlk evliliğini 1974 yılında müzisyen Şanar Yurdatapan ile yapan Melike Demirağ’ın Zeynep Ferah ve Can olmak üzere 2 çocuğu oldu.
İkinci evliliğini Sinan Çetin’in yeğeni yönetmen Orhan Çetin ile yaptı. Bu evliliğinden de Firuze adında bir kızı vardır. 2000 yılında boşandılar.
Albümleri
2009 Geri Dönüşüm
1997 Ruhlar Şehri
1994 Melike Demirağ 94 Yılında
1993 Kim Kime Dum Duma
1992 Merhaba Arkadaş
1991 Hariçten Gazel (Alışamadım)
1989 İstanbul’da Olmak: Anadolu
1982 Demir Parmaklıklar Arkasındaki Türkiye’den Özgürlük Şarkıları
1979 79 Yılında
1978 Yeter Artık
1977 Güneş Yine Doğacak
1977 Merhaba Arkadaş
45’lik Plakları
1977 İnsanız Biz / Vur Şu Sazın Tellerine
1977 Elele / Niçin
1977 Aşk Bestesi / Hani
1976 Ne Olmuş Sana / Pışşık
1975 Ninni / Ağlamak Ayıp Değil
1975 Hadi Canım Sen De / Merhaba
1974 Arkadaş / İsimsiz Kahramanlar
 
Filmografisi
2003 Gönderilmemiş Mektuplar
2001 Şöhret Sandalı
2001 Yedi Tepe İstanbul
1978 Sürü
1974 Arkadaş
1971 Üç Kızgın Cengaver

Not: Biyografisi birçok web sitede aynı satırlardan oluşuyor. Bu yüzden yeni bir biyografi yazmaya kalksaydım söylenmiş sözlerin farklı cümlelerini kurmak zorunda kalacaktım bu yüzden sizlere biyografisini alıntı yaptım.

***

Son Sözlerim;

İsterdim sanat eserleri üzerinde de yazmak, isterdim Berivan olmayı nasıl sevdiğini. Melike’yi oynarken neler hissettirmişti. Şarkılarındaki detayların günümüzde halen duygularımıza hitap etmesi. O’nu dinlerken nasıl coşkulandığımı vs. Hatta, şarkının biçiminden çok şarkı sözlerini önemsediğinden bahsetmişti. 

Dedim ya çok değerli sanatçımızı anlatmak zordu, ben insanlığını ve güncel yaşamındaki tanık olduğum hallerini iletmeyi seçtim. Çünkü, örnek alınası örnek davranışı çok. 

O’na ulaşmak isterseniz; tüm sosyal medyalarda hesapları var ve ismini arayarak hesaplarına ulaşabilir, takibe alabilirsiniz.

Yazımın topluma ışık olması dileğimle. Barışla kalalım.

“Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele”

(Altını çizerek yazıyorum; umarım sürçü lisan etmemişimdir. Çok Sevgili Melike Hanım’dan sürçü lisan ettiysem affola.)

Bir Hayran İlkay.

Okumanın Büyüsü

Yazmayı bıraktığımdan değil. Yazarak edindiğim yalnızlığımı seyretmek için belki. Tembellik hakkı deyin ne derseniz deyin bir süre yaz(ma)mak için zorlayacağım kendimi. Kaldı ki her zaman doğru yapmak zorunda değil insan.

Bir kova okuyup bir damla yazan biriyim diyen de ben değil miydim zaten. Bu sözümle uyumlu bir şey salt okurluğun büyüsünde kalmak bir süreliğine. Tadına ulaşmak böyle bir şeyin. Oburca okuduğum yılları yakın etmek…

Okur olmak da en az yazmak kadar büyülü bir şey bence. Okumadan yazanların ortalığı götürdüğü bir dönemde bazen insan olup biteni seyretmeli diye ikna ettim kendimi neyse ki.

Ergün Altun diye biri vardı. Sık sık andığım, eksikliğini bugün bile hissettiğim biri. Bir dil ustasıydı, sıra dışı bir öğretmendi. Ne yazık ki yazılı ürün bırakamadı arkasında.

Ülkemizin neresinde olursa olsun şiirsel yer adlarını bulup tespit edecektik Ergün’le (Aybastı, Kıyıkışlacık, Şenkaya gibi). Daha sonra oralara gidecek ve oraları fotoğraflayacak, o yerler hakkındaki kısa bilgilerle birlikte bir albüm oluşturacaktık. Değişik bir gezginlik denemesi olacaktı bu bizim için. O da kaldı.

Ulu şairlerimizden Ruşen Hakkı da Kemal Özer de onun için; “Hayrettin bu arkadaş yazmalı, mutlaka yazmalı; sana inanıyor, güveniyor, onu ikna etmelisin” demişlerdi. Daha sonra Kemal Özer, evimizi şenlendirdiği bir sıra Ergün’ün de yer aldığı yemek sırasında kendisine de söylemişti bu sözleri. Ergün’ün Kemal Özer’e yanıtı ilginçti:

“Öyle güzel şeyler yazılıyor ki onları bırakıp yazarsam bu güzel yazılara; kitaplara dergilere ihanet edecekmişim duygusuna kapılıyorum Kemal ağabey!”

Arkadaşlıklar, dostluklar onlar olmadan, onların ruh haline bürünerek de sürdürülebilir bazen. Onu yapıyorum şu an. Yirmi gün aradan sonra Mazlum Çetinkaya’nın Kanun Hükmünde Yalnızlıklar adlı deneme kitabını yeniden elime alıp altını çize çize, duyarlıklarımdan süze süze okuyorum. Ergün’ü de hissettiğimi anlıyorum. Okumanın derin hazzını, insanı acıttığını, kendisine doğru yolculuklara çıkardığını, parçaladığını, birleştirdiğini, yaralayıp iyileştirdiğini ve de…

İnsanın en uzun koşusu kendinedir,
Hiç bitmez…

Hayrettin Geçkin

Ülkemiz Savaşsız İşgal Ediliyor!

İran zirvesi;

Rusya adına Putin, İran adına İbrahim Reisi ve Türkiye adına Sayın Erdoğan’ın katıldığı zirve sona erdi. Ortak bildiride ise, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda tarafların hem fikir oldukları kararı çıktı. Böylece son zamanlarda Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yapmayı planladığı harekat engellendi… Yapılan diğer anlaşmalarda daha çok ticaret ile ilgili konular üzerine.

Tahran zirvesi öncesi;

ABD Başkanı Biden Suudi Arabistan’a gitti, amacı Orta Doğu’yu kontrol etmek. Bu bölgeyi Rusya ve Çin’e kaptırmamak için (işin ilginç tarafı) Veliaht Prens bin Selman ile görüşmeme kararı almıştı. Ancak karşısında tek yetkili olarak bin Selman’ı buldu!!!

Türkiye konsolosluğunda yaptığı cinayeti hatırlatması karşısında; ABD’nin yaptığı (başta Irak olmak üzere) “cinayetlerin hatırlatılması” sonucunda susmak zorunda kaldı. ABD’nin tarih boyunca yaptığı cinayetleri o kadar çok ki dünyada hiçbir ülkeye demokrasi dersi veremez!!!

John Bolton’un kendi itirafı; “Türkiye’de 15 Temmuz darbesini biz yaptık!”

Eski ABD güvenlik danışmanı John Bolton‘un kendi itirafı “Türkiye’de 15 Temmuz darbesini biz yaptık!” dedi. 15 temmuz günü Büyükada’da bir otelde pek çok CIA ajanı ile birlikte destekledikleri “Yurtta Sulh” gurubunun kaybetmeye başlaması ve ordu içindeki Kemalist güçlerin kazanması sonucu olayları Fetö yaptı diyerek ortadan  kayboldular…

Sonuçta;

Kaybettiğimiz uçak, helikopter ve tank gibi yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık zararımız oldu; ben Amerika’dan bu zararı söke söke alacak bir irade bekliyorum. Ülkemde ayrıca çok nitelikli insan kaybımız oldu!!! Ve bunca zarara rağmen; gerek Halk Bankası davası ile gerekse şimdilerde, Sezgin Barak Korkmaz ile Türkiye’ye bedel ödetmeye çalışıyorlar.

İstanbul: Türk’lüğü de Türkçe’mizi de kaybettiğimiz talihsiz kentimiz!!!

Bilgin Gökberk‘in gözlemlerinden birkaç alıntı paylaşmak istiyorum. “Bir rezidansta 1+0 kiralık daire arıyorum. 17 emlakçıyı aradım 15 ev sahibi yabancı çıktı ve hiç birisi Türklere ev kiralamayacaklarını söyledi… Daha sonra İstanbul’da oturan arkadaşlarımı aradım, pek çok semtte Türkçe tabela bile olmadığını ve şehrin yarısının farklı ülkelerden gelenlerin işgalinde olduğunu öğrendim ve ne yazıktır ki ülkemizde 250 bin dolar veren yurttaş olabiliyor, üstelik akrabaları da yararlanabiliyor!!!”

Her zaman olduğu gibi en büyük şehrimizde kaybettiğimiz Türk dilinin erdemini anımsatmak için Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ümüze başvuruyorum.

12 Temmuz 1932 günü Türk Dil Cemiyeti kuruldu ve Ata’mızın şu sözlerini belleklerinizde tutmaya çalışalım:

“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir, dilin milli ve zengin olması; milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.”

“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.”

Ülkesinin bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Ben şimdilik bu kadar ile yetineyim, ancak Muhalefet partilerine önerilerim var. İktidara gelir isek, 250 bin dolara ev sahibi olmayı yasaklayacağız; hatta tek bir yabancı tabela bile bırakmayacağız demenizi bekliyorum.

Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a yaptığı Barış Harekatı’nın 48. yılı.

Kahraman Türk ordusunu, Bülent Ecevit’i ve aynı iradeye olur veren liderleri rahmetle ve saygı ile anıyorum… Ancak bir başka Kahramanımız ise, Kıbrıs Türk Devleti‘nin kurucu lideri Rahmetli Rauf Denktaş‘ı rahmetle ve saygı ile anıyorum. Fakat o günlerden beri Sayın Rauf Denktaş’ın Anıt mezarının bile yapılmamasını üzüntü ile karşılıyorum. Bu konuda gelin iktidar ve Muhalefet beraber hareket edin.

Eski Karşıyaka Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Mutlu (sanırım biraz da benim önerim ile) Karşıyaka’da bir parka Rauf Denktaş’ın ismini verdi. Ömrü boyunca; “Türkiye benim esas vatanımdır.” diyen bu büyük insana bir geminin ismini bile vermediler. Tunç Başkana buradan bir kez daha rica ediyorum, lütfen ilk alacağınız gemiye Rauf Denktaş adını verin ve geminin bir köşesinde özel eşyalarının yer alacağı küçük bir müze kurulsun.

Orhan Ayber

Savaşçı değil Gül Yetiştiricisi, Sözcükleri Okyanuslarla Yıkar.

Özkan Mert, dünyalı şair… Bu toprakların soyundan. Kurdun, kuşun, böceklerin kardeşi. Ben bir şiir kitabına onun kadar uzun ad veren bir şaire rastlamadım bugüne kadar.

“Adres defterim Atlantik’te yüzüyor

                     üzerinde yanardağlar

ve eski bir albüm: Tüm fotoğraflarım

denize dökülmüş

Van gölü ile

              Atlantik

          arasına gerili yüzüm

bir sustalıyla delik deşik…” (S. 307)

Onun adını ilk kez Enver Karagöz’den(*) duymuştum. “Diren! Ey kalbim/Kuracağız her şeyi yeniden” diyen dünyalı şairi… Yıl 1972-73! Yüreğimi ateşleyen, beni şiire teyelleyen önemli dizelerdendir bunlar. Bu dizeler; bizim oraların dağlarını, bayırlarını kurcalasalar Enver Karagöz’ün büyülü sesiyle bir ırmağa dönüşerek, bir gözeden dünyaya doğru fışkıracaklarmış gibi gelir bana hep.

“Yarın bir başka gün

Yarın dünyayı güllerle boyayacağız” (S. 189)

DÜNYALI ŞAİR

“Mantıklı ol, imkânsızı iste!” olarak yüreğime tercüme ettiğim bu ve bunun gibi dizeleri yüzünden Dünyalı Şair Özkan Mert’in şiirinin izini sürmekten hiç ama hiç vazgeçmedim.

“Pattaya plajında

            kafesin içinde

serçeler satıyor Taylandlı bir çocuk.

Avusturyalı bir turist

            hepsini satın alıp

teker teker uçuruyor

              avuçlarının içinden.

Küçük başlarını

              usulca öptükten sonra.

Ah özgürlük!

Her türlüsü muhteşem.” (S. 437)

Evet, Özkan Mert dünyalı şair! Çünkü o; ateşten, sudan ve topraktan devşirdiği sözcüklerle yarattığı tufan sonucu oluşan şiirlerini Evrenin Islığı’na dönüştürdükten sonra bulutların arasından, çorba kokan kentlerin üstünden ya da bir albatrosun kanatlarından düşürür duyarlıklarımıza. Bu toprakların soyundan olmasına bu topraklarından soyundan o. Üstelik kurdun, kuşun, böceklerin ve suların da kardeşi. Fakat onu asıl dünyalı şair yapan, şiirine aldığı sözcükleri okyanuslarla yıkaması, onlara yeni allar-anlamlar giydirerek dağlarla öpüştürmesi, kendisinin de bir elma büyüklüğündeki sakallarından güç alarak dünyayı protesto etmesi, onunla düelloya girmesi, aynı zamanda dünyadan ve insandan yana olması…

ŞAİRİN GÖZLÜKLERİ SÖZCÜKLER

İsterseniz siz de araştırın: Ben bir şiire ya da bir şiir kitabına onun kadar uzun bir ad veren hiçbir şaire rastlamadım bugüne kadar. Örnek mi?

WOLFGANG AMADEUS MOZART, NAR BAHÇELERİ

POMPALI MIZIKAM

VE

AĞZIMIN KIYISINI BİR GÖÇ HARİTASI SANARAK KONAN GÜVERCİNLERE

KOZMİK BİR KİRLENMEYE GİRME ÖNCESİ

SAHAFLARDA ELE GEÇİRİLEN

BİR KİTABIN

DİPNOTLARINDA YER ALAN

KIRMIZI PELERİNİMİ NEDEN ATLANTİK’TEN DEĞİL DE

VAN GÖLÜNDEN GEÇİRDİĞİME İLİŞKİN

İNFİLAK YARATAN

AÇIKLAMALAR

YA DA

VAN GÖLÜ SAVUNMASI (S:377)

“Şairler şiiri bilmez”, “Şair şiirin fazlalığıdır”, “Şairin gözlükleri sözcüklerdir” gibi şiir üzerine çok sayıda aforizmaları olan Özkan Mert’in, Şiirin İlkeleri üzerine kaleme aldığı belirlemelerin de yer aldığı, “Evrenin Islığı” adıyla bir araya toplanan 60 yıllık külliyatını yeni baştan incelediğimde birkaç şeyi birlikte düşündüm:

1- Şiirin konusu her şeydir: Özkan Mert’in külliyatında buna dair her türlü örneği bulmak mümkün.

2- Şiirin İlkeleri başlığı altında toplanan bölüm, başlı başına bir şiir okulu.

3- Şiiri öğrenmenin bir yolu da Özkan Mert gibi usta şairlerin şiirlerini okumak.

Özkan Mert, dünyalı şair…

4- Özkan Mert gibi aşk, barış, doğa, kavga üzerine dünya çapında şiirler yazabilmek için bilgi birikimine,  bilince ve vicdana gerek vardır. Bunlara sahip olmak için ilk akla gelen derin okumalar yapabilmek, olanak buldukça dünyayı gezebilmek. Ve dinlerin en büyüğü ile yani aşkla, insanı ve doğayı sevebilmek.

ŞİİRDEN BAŞKA KİMSESİ OLMAYAN ŞAİR

Budapeşte

            Bir dantel işleme.

Ve düşündüm

nasıl bırakabilir

            bir insan

bu yükseklikten

               bombayı

bir şehrin üzerine?” (S. 115)

Gerçi uzun yıllar önce, Özkan Mert’in “Ben Savaşçı Değil Gül Yetiştiricisiyim” adlı şiiriyle karşılaştığımda da benzer şeyler düşünmüştüm. Şiirin, dilin içinde kurulan yeni bir dil işi, bir üst dil işi olduğunu, İyi şiirin insana estetik haz kazandırdığını, insanı kendinden alıp yeni kendine taşıdığını vs…

“   …

Ah günbatımı

            bir komplodur zaten

aşk’sa kaydolmaktır hayat’a

              …

İşte! Gene bahar

             saçlarım dolu rüzgârlarla

Merhaba! Diyorum

bir sürgün olarak yaşadığım Yeryüzü’ne

Geceleyin yıldızlarla flört eden

               gül’leri ben yetiştirdim

Çünkü ben savaşçı değil gül yetiştiricisiyim”   (S. 300-301)

Şair hakkında yazılanların ve şairin şiir üzerine düşüncelerinin de yer aldığı Evrenin Islığı’ndaki şiirler toplamından bir seçki yapılabilir mi? Yapılabilir yapılmasına da öyle bir seçkiye şiirlerin tümünü almak gerekir ki  işi zorlaştıran da bu… Yazıya, şairin bazı şiirlerinden bölümler veya dizeler alırken kitaptaki bütün şiirlere karşı duyduğum mahcubiyet işte bu yüzden…  Şiirinin başka sanat dallarıyla girdiği ilişkiyi hayranlıkla izlerken; “Benim şiirden başka kimsem yoktur” diyen şairi anladım demek, ne yazık ki anlamaya yetmiyor.

“-Balıklar da mı sevişmez buzun altında

Diye sordu oğlum.

Sevişirler be Kerim

Sarhoş olurlar hem seviştiklerinde

          …

Bu bir şiirdir.

İsteyen şiire inanır isteyen balıklara.

İsteyen de Kerim’le bana.

Ne demiş Kuran-ı Kerim,

-İnanmayın şairlere    (S. 171)

ŞİİRİ ŞİDDET KARŞITI

Söz konusu yapıtta şairin, Türkiye’deki 68 Olayları’nın ateşli günlerinde Dev-Genç’in adayı olarak DTCF Senatosu’na seçilerek devrimcileri temsil etmesinden tutun da, İkinci Yeni Şiir Hareketi’ne karşı Yeni Toplumcu Şiir’i savunmasının, 60 Şiir Kuşağı Manifestosuna attığı imzanın, 1970 yılında “Kuracağız Yeniden” adlı ilk şiir kitabının çıkar çıkmaz toplatılmasının ve ardından çarptırıldığı 8 yıllık hapis cezasıyla birlikte girdiği yeni hayat maceralarının, yaşadığı ülkelerin, gezdiği yerlerin, dünyayı düşbakışı seyretmesinin  ve şiir yatağını yeryüzünün her türlü rengiyle  besleyişinin izlerine rastlamak mümkün. Ayrıca yapıt, İsveç Edebiyatının pek çok yapıtını Türkçeye kazandıran, İsveç Yazarlar Sendikası Üyesi ve Türkiye Yazarlar Sendikası İsveç Temsilcisi Özkan Mert’in ABD, Hindistan, İsveç gibi ülkelerde 10 dilde yayınlanmış kitap ve şiirlerini de içermektedir.

Şiir/Sanat/Bilim/Barış/Hoşgörü/Doğa dallarında her yıl “Özkan Mert Uluslararası Onur Ödülleri” dağıtıldığını ve  şairin pek çok ödülünün bulunmasının yanında 2016 Naji Naaman Uluslararası Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olduğunu şiirle ilgilenenlerin zaten bildiğini düşünüyorum.

Bu yazı tümüyle Özkan Mert şiirinden etkilenmem üzerine kuruludur. Şairin,“Pazartesi günleri ben dünyada yokum” (S. 420) dizesini fırsat bilerek de kaleme almaya çalıştım. Sahi onun şiirinin şiddet karşıtlığı içerdiğini ve çok uzun soluklu olduğunu belirtmeyi nerdeyse unutacaktım. Ondan da önemlisi, onun şiiri hakkında ne yazılırsa yazılsın, ne anlatılırsa anlatılsın bir şeylerin mutlaka eksik kalacağı gerçekliğini de… Ki bu olmazdı. En iyisi sizi, onun aşk şiirlerinden birinin bir bölümüyle baş başa bırakıp kenara çekilmek.

“Ne zaman gözlerine baksam

bir okyanusla yıkanıyor kalbim.

Nereye gitsem hep sende kalıyorum

yıldızların gökyüzünde kaldığı gibi.

 

Bir yağmur damlasına çizdim

o küçük gölün kıyısında bana verdiğin ilk öpücüğü…

Şemsiyenin ucu yırtıyordu bulutları

 

Hiç bitmeyecek birlikte baktığımız yer

Saçlarımda uyuyan Ay ışığı olacaksın hep

Omuz başlarımda akan sıcak bir ırmak.

 

Ve hiç silinmeyecek

Şafak renkli dudaklarından dökülen

dünyanın en güzel aşk ilanı:

Ellerimi yıkamıyorum

ellerinin kokusu çıkmasın diye”  (S. 362)

 

Kaynak: Evrenin Islığı, Özkan Mert, Klaros Yayınları, Ankara 2020, 1070 Sayfa)

(*) Okuduğu şiirlerle, yaptığı konuşmalarla kitleleri, coşturup harekete geçiren, onları derinlemesine etkileyen devimci öğretmen, şair…12 Eylül zindanlarında boğazına kaynar su dökülerek sesi kesildi.

Hayrettin Geçkin

Editörün Notu: Sayın Hayrettin Bey’in tüm yazılarını okuyabilmek için buradan bloğuna uğrayabilirsiniz.

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/siir-ve-dus/

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/enver-karagoz/

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/ardisik-sorular/

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/dilekce/

Altı Çizilen Resimler

Özlüyorum

Oysa

Seni

Büsbütün…

Kalp kırıklıklarımla,

İliklerime kadar!!!

Az önce

Okuduğum

Bir kitapta

Altını çizdiğim

Sözcüklerden

Yapılmış

Bir fotoğraf

Geçti elime.

Ben sana

Bakıyorum,

Sen bana

Gülümsüyorsun..!

Gürültüsüz

Sessiz…

Ve derinden!!!

Sanki unutmuşuz

Birbirimizi

Manasız

Bakışmalarımızın

Gölgesinde…

Ali Taşkale 

 

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/siir-nereye/?amp=1

 

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/teselli/