Aylık arşivler: Aralık 2019

Evlenecek kız mı, eğlenecek kız mı?

Bu yazıyı görenlerin yarıdan fazlasının, yazının başlığına bakıp beni linç ettiği kesindir. Halkımız diyemiyorum, toplumumuz öyle bir yere savruldu ki en ahlaksızının en çok ahlaktan bahsettiği, ahlak yönünden ahkâm kestiği bir dünya düzeninde bizim toplum da hak ettiği yerini almış durumda.

Atasözlerinin geçmişini hesaplamak zordur; ancak özlü sözlerin geçmişini hesaplama kolaydır. Bu başlıktaki aşağılık ifade, asırlar öncesinden bize hediye edilmiş olmaz; kadınların ‘eğlenecek kadın’ şeklinde sınıflanması, günümüz paracı ahlak ve paracı ekonomik gücün, erdem ve bilginin yerini almasıyla ortaya çıkmıştır. İşte, bu yazıda bunu anlatıyorum.

Halkımızın kültürü kadına önce ve ilk olarak evlenecek düşüncesiyle, vaadiyle yaklaştığı dönemlerden sonra, anında ortaya laçkalaşmış popüler kültürün etkisiyle bir deyim daha çıktı. Kadınların bazıları bu ifadeyi kendilerine hak görüyor; bunu aleni görebiliyorum sosyal medyada. Bazı kadınların, başka kadınları bu ifadeye hak gördüğü de gözümüze ilişiyor. Oysa, tüm kadınlar, diğer tüm kadınlar için ahlaki değerleri ve sözleri korumak, kötü tepkilere ve saçmalamalara karşı direnç göstermek zorundaydı; yapmadılar, yapmıyorlar.

Bu durumda, kadınların birbirini linç etmesi sonucu ortamı laçka gören ve kişiliği oluşmamış ergenlerin bu deyime sarılması olağandır; yapıları buna uygudur. Peki suç kimin? Elbette suç gariptir ve kimse onu sahiplenmez.

Ancak, toplumun çürümüşlüğünün önüne eğitimle, düzenle ve hakkaniyetle geçileceğini bilmeyen siyasetçi yoktur. Bunları bilmeyen din adamları yoktur. Bunları bilmeyen iş insanları yoktur. Herkesin bildiği, herkesin haberdar olduğu bu düzende seviyesizlik, neden bu kadar alenileşiyor? İşte, burada ayrıntılara bakmak lazımdır.

Evlenecek kız: İster muhafazakâr ister Laik çevrede olsun, kutsanmış ve övülmüş, yüceltilmiş kadınlar için kullanılıyor. Fakat, bu evlenilecek kız evin kölesi olmak zorunda değildir. Burası çıkmazda kalıyor işte!

Eğlenilecek kız: Aslında, bir insanın bir başka insana en ağır hakareti yapmak için bulduğu bir hitabettir bu! Zamanında ülkede en çok dinlenen ve satış rekorları kıran, devletin resmi kanallarında, ünlü TV kanallarında sürekli söylenen neydi? “İyi kızlar cennete gider, kötü kızlar her yere gider?” denilen aşağılık demeçler… Oysa kötü kız yoktur. Başkasına göre farklı yaşayan, olaylara farklı yaklaşan ve dünyası farklı olan kız vardır. İyi kız da yoktur; çünkü kızlar hep iyidir ve eşittir.

Dilimize pelesenk olmuş bu şekildeki aşağılık cümleleri, bir an önce kullanımdan temizlemeliyiz.

Bana ve bence, benim gibi olanlara göre; kızların hepsi de ne evlenilecek ne de eğlenilecek; dost olacak insanlardır.

Ali Kurt

Osmanlı Kendi Askerini Öldürdü!

Bundan tam 193 yıl önce bugün, 16 Haziran 1826 tarihinde İstanbul’da, dünya tarihinde bir benzeri görülmemiş bir olay yaşandı.
Osmanlı tahtında, “Reformcu”, “Yenilikçi” olarak anılan 2. Mahmut oturmaktaydı. 2. Mahmut, önce orduyu düzene koymak istedi.
Bakın bunu nasıl yaptı:
Osmanlı padişahı 2. Mahmut, Osmanlı ordusunun omurgasını oluşturan Yeniçeri Ocağı’nın yok edilmesine karar verdi.
İstanbul, Aksaray’daki Etmeydanı’nda bulunan yeniçeri kışlaları top ateşine tutuldu. İstanbul’da yaklaşık olarak 10 bin yeniçeri öldürüldü. Eğer İstanbul dışında öldürülenler de eklenecek olursa, bu sayı 20 bine ulaşmaktadır.

Osmanlının yaya yürüyen askerlerinden oluşan Yeniçeri Ocağı, beş yüz yıla yakın bir süre Osmanlı devletine hizmet ettikten sonra, dört beş saat gibi kısa bir sürede kışlalarında topa tutularak yıkılıp tarihe gömülmüştü. Bu arada, Yeniçerilerle ilişkilendirilen Bektaşi dergâhları da kapatılmış, yakalanan müritler kılıçtan geçirilmişti.

İşte, dünya tarihinde bir eşi görülmemiş bu kanlı olaya Osmanlı, “Vaka-i Hayriye” demişti.
Vaka-i Hayriye, Arapça bir deyiş olup “Hayırlı Olay” anlamına gelmektedir.
Osmanlı, kendi ordusunun yaklaşık 20 bin askerini kışlalarında topa tutarak öldürülmesine “Hayırlı Olay” demişti!
Hayırlı Olay’ın mimarı Padişah 2. Mahmut, Avrupa usulü eğitim görecek yeni bir ordu kurdu ve bu orduya“Asakir-i Mansure-i Muhammediye” yani, “Muhammed’in Askerleri” adı verildi.

Değerli Dostlar,

Ben bu benzersiz tarihi olayı çok kısa olarak neden sizlere hatırlattım?

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı geç saatlerinde Türk ordusunun içinden bir grup darbe girişiminde bulundu.
Başarısız olan bu darbe girişimini, ordunun içinde yuvalanmış olan Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) yaptığı tüm kanıtları ve tanıklarıyla ortaya çıktı.
Haklı olarak hükümet, ordunun içindeki FETÖ’cüleri hızla ayıklama girişimini başlattı. Bir yandan da PKK, IŞİD, PYD gibi terör örgütleriyle savaşmak zorunda kalan hükümet, çok çabuk kararlar verip uygulaması gerektiğini öne sürerek Türkiye Büyük Meclisi’nde OHAL, Olağanüstü Hal yasasını çıkarttı.
Halkımız genelde, OHAL yasasının teröristlerle savaşımda kolaylıklar sağlayacağına inanıyordu.
Ama işte tam öyle olmadı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, FETÖ ile savaşımı bahane ederek Türk ordusunda çok büyük, köktenci yaptırımlara başladı.
Bakın, nasıl:
Orduda birliği sağlayan emir-komuta zincirini kırdı!
Harp okullarına öğrenci yetiştiren Askeri liseleri kapattı!
Ordumuza subay yetiştiren Harp Okullarını kapattı!
Ordumuzun “beyin takımını” oluşturan “Kurmay” subayları yetiştiren Harp Akademilerini kapattı!
Askeri Liseler ve Harp Okulları, Türk ordusunun can damarlarıydı!
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, Türk ordusunun can damarlarını kestiler!
Harp Akademisi, Türk ordusunun beyniydi!
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, Türk ordunsun beynini yok etti!
Ve tüm bunları, ordunun yeniden yapılandırılması diye gösterdi! Tıpkı Osmanlı Padişahı “Reformcu” 2. Mahmut gibi!
Ordunun can damarları kesmek, ordunun beynini yok etmek nasıl olur da “yeniden yapılandırma” olabilirdi?
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, “yeniden yapılandırma” görüntüsü altında yaptıkları yıkıma gerekçe olarak şöyle dediler:
“Askeri Liseler, Harp Okulları ve Harp Akademisi, FETÖ’ye yuva olmuşlar! Darbeci yetiştiren kurumlara dönüşmüşler!”

Değerli Dostlar,

Kurumlar suçlu olamazlar!
Kurumlar yozlaşmışsa, o kurumların yöneticileri suçludur!
FETÖ’cülerin yuvalandığı Askeri Liseler, Hap Okulları ve Harp Akademisi suçlu değillerdir! Suçlu olanlar bu kurumların yöneticileridir!
Asıl suçluları bulup cezalandırmak yerine, suçlu olmayan Askeri Liseleri, Harp Okullarını ve Harp Akademisini kapatmanın akılla, mantıkla, vatanseverlikle hiçbir ilgisi olamaz!

Değerli Dostlar,

Ordumuzun can damarı olan Askeri Liselerin ve Harp Okullarının kapatılması, ordumuzun beynini oluşturan Harp Akademisi’nin ortadan kaldırılması, yeni bir “Vaka-i Hayriye” dir!

Şimdi gelin, Osmanlı’nın Vaka-i Hayriye dediği, “Hayırlı Olay”ın gerçekten Osmanlı’ya hayır getirip getirmediğine kısaca, ana başlıklar altında bir göz atalım.

16 Haziran 1826: Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay)
1838: Balta Limanı Antlaşması. İngilizlere tek yanlı ekonomik-ticari haklar tanınır.
1854: Osmanlı, Avrupa devletlerinden borç almaya başlar.
1875: Dış borçların faizlerini bile ödeyemeyen Osmanlı, İFLAS ettiğini ilan eder.
1877: Ruslarla girdiği savaşta yenilir. Ardahan, Batum, Doğubeyazıt Rusların eline geçer.
1878: Rus askerleri İstanbul, Yeşilköy’e kadar girer.
1878: Sırbistan ve Karadağ, Osmanlı’dan bağımsızlıklarını ilan eder.
1878: Bosna-Hersek Osmanlı’dan ayrılır.
1878: İngilizler, Kıbrıs’ı alır.
1881: Tunus, Fransızların eline geçer.
1881: Osmanlı’dan alacağı olan İngilizler ve Fransızlar başta olmak üzere Avrupa Devletleri İstanbul’da Düyun-u Umumiye’yi (Genel Borçlar İdaresi) kurup halktan vergi toplamaya başlar.
1882: İngilizler, Mısır’ı alır.
1884: Somali, İngilizler tarafından işgal edilir.
1885: Habeşistan, İngilizlerin eline geçer.
1898: Girit, Osmanlı’nın elinden çıkar.
1899: Kuveyt, Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan eder.
1912- 1913: Balkan Savaşları’nda Osmanlı yenilir.
14 Aralık 1913: Girdiği hemen her savaşta yenilen Osmanlı, ORDUNUN BAŞINA ALMAN MAREŞALLARI, GENERALLARINİ getirir.
30 Ekim 1918: Mondros Silah Bırakışması imzalanır. Osmanlı ordusu teslim olur. Ordu terhis edilir. Silahların, cephanelerin İngilizlere teslimi kabul edilir.
10 Ağustos 1920: Sevr Antlaşması yapılır. Türkiye’nin Avrupa ülkeleri tarafından parçalanıp bölüşülmesi kabul edilir.
17 Kasım 1922: Osmanlı padişahı Vahdettin, İstanbul’u işgal eden İngilizlerin bir savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçar.

Değerli Dostlar,

Osmanlı’nın Vaka-i Hayriye, yani Hayırlı Olay dediği, aslında Osmanlı’nın tümden yıkımına kadar giden bir dizi olayın başlangıcı olmuştur.

Ordumuzun can damarı olan Askeri Liselerin ve Harp Okullarının kapatılmasını, ordumuzun beynini oluşturan Harp Akademisi’nin ortadan kaldırılmasını yeni bir Vaka-i Hayriye, yani Hayırlı Olay olarak değerlendirenlerin Osmanlı’dan ders alması gerekmez miydi?
Hayır, ders alınmamıştır.
14 Haziran 2019’da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın buyruğu üzerine TBMM’den “Yeni Askerlik Sistemi” adı altında bir yasa çıkarılmıştır. Bu yasaya göre;
Askerlik süresi 6 ay indirilmiştir.
• Kalıcı “bedelli askerlik” yöntemi uygulanacaktır. 31bin TL ödeyen hiç askerlik yapmayacaktır.
• Şu anda silah altında olup 6 ay askerlik yapmış 106 bin kişi terhis edilecektir. Bugün dört bir yandan kuşatılmış Türkiye, bir anda ordusunun neredeyse yarısını kaybetmiş olacaktır.

Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu yasayı, reform ötesi bir “devrim” olarak görmekte, göstermektedir.
Osmanlı Padişahı 2. Mamut da, en az 20 bin Yeniçerinin öldürülmesini reform ötesi bir “Hayırlı Vaka” olarak göstermemiş miydi?

Değerli Dostlar,

Kemal’in Askerlerini; görev başında ve emekli olmuş tüm subaylarımızı, siyasi görüşü, dini inancı ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm yurtseverleri ayaklanmaya çağırıyorum!
Askeri Liselerin, Harp Okullarının ve Harp Akademilerinin kapatılması ve emir-komuta zincirinin kırılmasıyla başlayıp “yeni askerlik sistemi” ile yürüyen sürecin, vatanın bölünüp parçalanmasıyla sonuçlanacağı apaçık ortadayken yurtseverler elleri kolları bağlı oturabilir mi?

Yılmaz Dikbaş

Osmanlı’nın Dip-Anası Bir Rum Kadınıdır!

Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in ölümünden sonra, 1326 yılında tahta oğlu Orhan Bey geçti.
Orhan Bey, Bizans İmparatoru Kantakuzinos’un kızı Teodora ile evlendi.
Dilimizde, Bizanslılara da Rum denilir, Yunanlara da.
Rumlar Ortodoks Hıristiyan’dır.
Orhan Bey, Müslüman bir Türk ile değil de bir Hıristiyan ile evlenen ilk Osmanlı sultanıdır.

6 Nisan 1326 tarihinde Orhan Bey, halkının çoğunluğu Hıristiyan ve Yahudi olan Bursa şehrini Bizanslardan aldı, devletinin başkenti yaptı.
1330 yılında Orhan Bey, bir Bizans kenti olan İznik’i fethetti.
İznik’in fethinden sonra Orhan Bey, TÜRK GAZİLERİ DUL RUM KADINLARIYLA EVLENMEYE TEŞVİK ETTİ.
Türk gazilerin Hıristiyan kadınlarla evlenmek için büyük arzu duyduklarına dair birçok kayıt bulunmaktadır.
Esir Hıristiyan kadınlardan doğan çocuklar hür sayılıyordu.

Orhan Bey; İzmit, Marmara Adaları, Üsküdar, Kadıköy ve Ankara’yı fethederek genç Osmanlı devletinin topraklarını büyüttü.

Osmanlı devletinin Bizans devletiyle olan sınırlarında görev yapan özgür Bizans valilerine “Tekfur” denilmektedir. Tekfurlar güçlü ve yetkili yöneticilerdi.
Yarhisar Tekfuru’nın kızı Holofira, Bilecik Tekfuru ile evlendirilirken OSMANLI GÜÇLERİ DÜĞÜNÜ BASTI. Holofira’yı esir alarak kaçırdı.
Orhan Bey, Yarhisar Tekfurunun kızı Holofira ile evlendi. Adı, Nilüfer Hatun olarak değiştirilip kayıtlara geçti.
Orhan Bey’in Holofira’dan olan oğlu 1. Murat, Orhan Bey’in ölümünden sonra Osmanlı tahtına oturdu.
Bu nedenle, Osmanlı sülalesinin dip-anası bir Rum kadınıdır.

Değerli Dostlar,

Günümüzde Osmanlı’ya “Ecdadımız” diyen Osmanlı sevdalıları, özellikle de eğitimsiz bırakılmış gençlerimiz bu gerçeği öğrenmek, içlerine sindirmek ve özümsemek zorundadırlar.
Ecdadımız dedikleri Osmanlı padişahlarının dip-anası bir Rum kadınıdır.
Acıtsa da bu gerçekle yüzleşmekten kaçamazlar!
Osmanlı padişahlarına “ecdadımız” diyenler, bundan böyle özelde, Osmanlı’nın üçüncü padişahı 1. Murat’ın Rum annesi Holofira’ya, genelde ise tüm Hıristiyan kadınlara saygılı olmak zorundadırlar.
Eğitimsiz bırakılmış oldukları için Osmanlı tarihini bilmeyenler, gerçek dışı masallarla şişirilmiş, palavralarla yüceltilmiş Osmanlı padişahlarına ecdadım, demeden önce bir seçim yapmalıdırlar:
Ya Osmanlı sevdalısı olmayı sürdürecekler, ama dincilikten vazgeçecekler, ya da dincilik yapmayı sürdürecekler, ama Osmanlı sevdasını bırakacaklar!
Çünkü Osmanlı Sevdası ile düzmece İslamcılık birlikte yürümez!

Yılmaz Dikbaş

Vatan Konusunda Neler Dediler?

Değerli Dostlar,

Yeni çıkan “VATANI SATANLAR” kitabımdan bazı alıntıları aşağıda sizlerle paylaşıyorum.

“Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun uğrunda ölmeyi anlamıyorum. Bu kadar insanın vatan için birbirini boğazlaması iyi şey değil.”
Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit

“VATANI SATMAK” yüksek faizle, enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin kaynaklarını heba etmekle olur.”
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, 27 Şubat 2015

“Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avustralya Gezisine Çıkmadan Önce

“Kâr edeni de, zarar edeni de satacağız! Devlet sanayici olmaz!”
“Yakında SÜMERBANK tarihten siliniyor! Elinde bir şey kalmadığı gibi ismini de kaldırıyoruz!”
“SEKA, stratejik yer imiş! Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelse, pijamayla çıkarım karşılarına.
Seviyorum bu işleri arkadaş!”
“TEKEL’i Babalar gibi satarız!”
“TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın, diyorlar. Satarız arkadaş!”
“Ne banka bırakacağız, ne fabrika kalacak ne de işletme. Limanları da bırakmayacağız. Hepsini satacağız!”
“Ülkenin işgal altına girdiğinin söylüyorlar.
Gelsinler, işgal etsinler!”
Kemal Unakıtan, AKP Hükümetlerinde Maliye Bakanı

“Devlet Fabrikaları canavardır, özelleştirmeye karşı çıkan da vatan hainidir!”
Sakıp Sabancı, SASA Holding Sahibi İşadamı

AKP iktidarında, 31 Mart 2009 tarihine kadar, Türkiye’de yabancı gerçek kişilere, 34 milyon 24 bin 88 metre kare toprak satılmıştır.

Şubat 2017de ETİ MADEN, çıkarılan bir Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile TÜRKİYE VARLIK FONU’NA (TVF) devredildi.

AKP iktidarı, özelleştirme adı altında satmayı kararlaştırdığı devlet mallarını, yani Türk milletinin varlıklarını önce TVF denilen bir havuza aktarıyor.

TVF, her türlü yasadan ayrı tutulan ÖZEL bir yapıya sahiptir.
• TVF’nin başkanı recep Tayyip Erdoğan’dır.
• TVF, doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bağlıdır.
• TVF, kapsamına giren tüm devlet varlıklarını İHALEYE ÇIKMADAN istediği yerli veya YABANCIYA satma yetkisine sahiptir.

ARTIK BOR MADENLERİMİZİN GELECEĞİ, BAŞKAN ERDOĞAN’IN İKİ DUDAĞI ARASINDADIR!

“Tarihimizi inceleyiniz. TÜRK’ün çektiği bütün felaketler, karşılaştığı tehlikeler ve kötülükler hep kendi öz benliğini, milli varlığını, ihmal ederek, nereden geldiklerini ve ne olduklarını, hangi NESLE ait bulundukları belirsiz birtakım kimseleri kendilerine YÖNETİCİ tanıyarak onların bilinçsiz bir aracı olmak durumuna düşmüş olmasıdır.”

“Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek BAŞININ ÜSTÜNE KADAR ÇIKARACAĞI ADAMLARIN KANINDAKİ, VİCADNINDAKİ ÖZ CEVHERİ çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın.”

Mustafa Kemal Atatürk

Yılmaz Dikbaş

Üç Fidan

Üç Fidan: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan,
Bundan 47 yıl önce bu üç Türk genci idam edilerek öldürüldü.
Bu gençler hiç kimseyi öldürmemişlerdi.
Bu üç genç hiçbir silahlı terör örgütünün ne yöneticisi ne de üyesiydiler.

Değerli Dostlar,

Bu konuyu, ilk baskısı Eylül 2012’de yapılan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitabımda çok ayrıntılı olarak ve çok sağlam belgelere dayanarak yazmıştım.
Şimdi sizinle bu kitabımdan bazı bölümleri kısaltarak paylaşacağım.

Askeri Cunta İş Başında

12 Mart 1971 tarihinde Askeri Cunta, mevcut hükümete bir muhtıra verdi, Başbakan Süleyman Demirel istifa ettirildi.
Askeri Cunta’nın emriyle bir sivil hükümet kurduruldu. Sivil hükümetin başına Prof. Dr. Nihat Erim getirildi.
Başbakan Nihat Erim, CIA ajanlarının devşirdiği bir ABD kuklasıydı.
Başbakan Nihat Erim’in kurduğu hükümetteki bakanların çoğu ABD tarafından eğitilmiş gönüllü devşirmelerdi.Örneğin, Başbakan Yardımcısı Dr. Atilla Karaosmanoğlu ve Kültür Bakanı Mason Prof. Dr. Talat Harman…

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde İdam Görüşmeleri

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, her biri bir suç olan şu eylemleri yapmışlardı:
Adam kaçırma ve alıkoyma, banka soygunu, güvenlik güçlerine karşı silah kullanma ve otomobil çalma.
Oysa Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde şu suçtan yargılandılar:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını ortadan kaldırmaya ve bu kanunla kurulmuş bulunan Büyük Millet Meclisi’ni kapatmaya veya görevini yapmasını yasaklamaya zorla girişmek ve sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde baskı kurmasını sağlama girişiminde bulunmak.”
Bu suçun cezası idamdı.
Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi heyeti şu askeri kişilerden oluşuyordu:

Başkan: Tuğgeneral Ali Elverdi
Üye: Hâkim Albay Ahmet Tetik
Üye: Hâkim Yarbay Mehmet Turhan
Savcı: Albay Baki Tuğ

Mahkeme Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi, hukukçu değildi.
Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi 8 Ekim 1971 günü, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamına karar verdi.
Karar, Askeri Yargıtay’a gitti.

Askeri Yargıtay’da iki hâkim idamlara karşı çıktı:
Hâkim Tümgeneral Kemal Gökçen
Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu
Bu iki hâkim karşı oy yazılarında kararların, ‘hukuk dışı’ olduğunu açıkladılar.
Ünlü gazeteci yazar Uğur Mumcu, Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu’nun karşı oy yazısını, “Hukuk Şiiri” olarak tanımladı.
1977 yılında Nahit Saçlıoğlu, “Yılın Hukukçusu” seçildi.

Askeri Yargıtay, idamları onadı.
İdam cezalarının yerine getirilebilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı gerekiyordu.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarına çaptırılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporu, 10 Mart 1972 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kuruluna geldi ve görüşülmeye başlandı.

24 Nisan 1972 günü TBMM’de; Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısı oylanmıştır.
Oylamanın sonucu:
Üye Sayısı: 450
Oy Verenler: 323
Kabul Edenler: 273
Reddedenler: 48
Çekimserler: 2
Oylamaya Katılmayanlar: 118

Böylece, TBMM’de oy çokluğuyla Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmeleri onaylanmıştır.

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini KABUL EDEN 273 milletvekilinden bazıları şunlardır:

Süleyman Demirel ( Mason ), Orhan Alp ( Mason ), H. Turgut Toker ( Mason), İsmet Sezgin ( Mason ), Sadettin Bilgiç ( Mason ), Turhan Feyzioğlu ( Mason), Mesut Erez ( Mason ), Hüseyin Özalp ( Mason ), Orhan Öztrak (Mason ), Necmettin Cevheri ( Mason ), M. Selahattin Kılıç ( Mason ), Nuri Bayar ( Mason ), Kemal Satır Mason Ahmet Topaloğlu ( Mason ) , Alpaslan Türkeş, Nahit Menteşe, Cemal Külahlı, Barlas Küntay, Kasım Önadım, Refet Sezgin, Rasim Cinisli, Rıfkı Danışman, Ali İhsan Göğüş, İsmail Arar, Ferruh Bozbeyli, Ali Naili Erdem, Faruk Sükan, Ahmet Karaaslan, Vefa Tanır, Esat Kıratlıoğlu, Haydar Özalp, Ata Bodur, Erol Akçal, Talat Asal, Doğan Kitaplı, Tevfik Koraltan, Yusuf Ziya Önder, Enver Akova, Kinyas Kartal, Mehmet Aksoy, Ekrem Dikmen, Selahattin Güven, Ahmet İhsan Birincioğlu, Ali Rıza Uzuner, Ahmet Nihat Akın, Ahmet Güner, S. Tekin Müftüoğlu, Mehmet Salih Yıldız, Ali Cavit Oral, Hüsamettin Uslu, İhsan Aataöv, Süleyman Çiloğlu, Hasan Ali Gülcan, Hasan Akçalıoğlu, Rafet Eker, Cihat Bilgehan, Ahmet İhsan Kırımlı, Nihad Kürşad, Akın Özdemir, Ertuğrul Akça, Adnan Akarca, Nimet Ağaoğlu, Zeki Çeliker, İsmet Kapısız.

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini REDDEDEN 48 milletvekili şunlardır:

İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Necdet Uğur, Mustafa Üstündağ, Mustafa Ok, Kemal Güven, Kemal Demir, Mevlüt Ocakçıoğlu, Ferda Güley, B. Turgut Boztepe, Hayrettin Uysal, Yaşar Akal, Adil Yaşa, Yılmaz Alpaslan, Hüseyin Yenipınar, Adil Turan, Kemal Okyay, Tufan Doğan Avşargil, Mehmet Yüceler, Beyti Arda, Hakkı Gökçe, Muammer Ertem, Mehmet Ozdal, Ali Değerli, Nermin Neftçi, Cevat Sayın, Mehmet Aytuğ, Hasan Çetinkaya, Selçuk Erverdi, Celal Kargılı, Hüseyin Dolun, Reşit Ülker, Lebit Yurdoğlu, Şeref Bakşık, M. Hulusi Çakır, Kamil Kırıkoğlu, Yusuf Ziya Yılmaz, Kemal Ataman, İbrahim Cüceoğlu, A. Sakıp Hiçerimez, Osman Soğukpınar, Yusuf Ziya Yağcı, Abdullah Naci Budak, Kenan Mümtaz Akışık, Nadir Yavuzkan, Nail Atlı, Nuri Çelik Yazıcıoğlu.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısı 27 Nisan 1972 günü Senato’da oylandı.
Oylama sonucu:

Üye Sayısı: 183
Oy Verenler: 145
Kabul Edenler: 111
Reddedenler: 34
Çekimserler: 0
Oylamaya Katılmayanlar: 36

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini KABUL EDEN 145 senatörden bazıları:

İhsan Sabri Çağlayangil ( Mason ), Ferit Melen ( Mason ), Turhan Kapanlı ( Mason ), Hüseyin Avni Göktürk ( Mason ), Mukadder Öztekin, Mehmet Sırrı Turanlı, Kemal Şenocak, Macit Zeren, Akif Tekin, Fehmi Alpaslan, Nuri Demirel, Mehmet Orhon Tuğrul, Turgut Yaşar Gülez, O. Faruk Kınaytürk, Şeref Kayalar, Cahit Ortaç, Nahit Altan, Gürhan Titrek, Safa Yalçuk, Ali kemal Turgut, Azmi Erdoğan, Fehmi Baysoy, Mustafa Bozoklar, Halil Özmen, Hamdi Özer, Oral Karaosmanoğlu, İlyas Karaöz, Mustafa Tığlı, O. Lütfi Hocaoğlu, Hasan Oral, İsmail Yeşilyurt, Hidayet Aydıner, Hayri Dener, Tayfur Sökmen.

Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini REDDEDEN 34 senatör şunlardı:

Haydar Tunçkanat, Suphi Karaman, Ekrem Acuner, Refet Aksoyoğlu, Mucip Ataklı, Vehbi Ersü, Suphi Gürsoytrak, Kadri Kaplan, Kamil Karavelioğlu, Sami Küçük, Sezai Okan, Selahattin Özgür, M. Şükran Özkaya, Muzaffer Yurdakuler, Cemal Madanoğlu, Bahriye Üçok, Salih Türkmen, Turgut Cebe, Saffet Ural, Hüseyin Atmaca, Selahattin Cizrelioğlu, Salim Hazerdağlı, Salih Tanyeri, İhsan Topaloğlu, Mebrure Aksoley, Nazif Çağatay, Sırrı Atalay, Hikmet İşmen, Fakih Özlen, Doğan Barutçuoğlu, Rıza Işıtan, Hüseyin Öztürk, Zihni Benli, Mehmet Ali Pestilci.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesi Kanun Tasarısını Kabul Eden Bakanlar

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının yerine getirilmesi kanun tasarısı 24 Nisan 1972 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde, 27 Nisan 1972 tarihinde de Senato’da oylandı.

Başbakan Nihat Erim, kabul oyu kullandı. Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesi yolunda şu bakanlar da KABUL OYU kullandılar:

İlyas Karagöz, Doğan Kitaplı, İlhan Öztrak, Ali İhsan Göğüş, Adnan Karaküçük, Haydar Özalp, Ferit Melen, Sait Naci Ergin, İsmail Hakkı Arar, Mukadder Öztekin, Rıfkı Danışman, Ali Mesut Erez, Erol Yılmaz Akçal.

Hükümete ‘Dışarıdan’ seçilmiş olan 8 bakan, milletvekili ya da senatör olmadıklarından, yukarıda sözü edilen kanun tasarısının oylanmasında oy kullanamamışlardır.

Mason Cumhurbaşkanı, İdamları İmzaladı

TBMM ve Senato tarafından onaylanan idam cezaları, 3 Mayıs 1972 günü Cumhurbaşkanı mason Cevdet Sunay tarafından imzalandı.
5 Mayıs 1972 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
6 Mayıs 1972 günü, sabaha karşı saat 01.25’te önce Deniz Gezmiş idam sehpasına çıkarıldı.
Deniz Gezmiş’in son sözleri:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye…
Kahrolsun emperyalizm.
Yaşasın işçiler, köylüler.”

Yusuf Aslan’ın idam sehpasında son sözleri:
“Ben halkımın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz.
Yaşasın devrimciler! Kahrolsun Faşizm!”

Hüseyin İnan idama giderken son sözlerini şöyle söyledi:
“Ben hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım.
Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum.
Yaşasın işçiler ve köylüler!
Kahrolsun Faşizm!”

Değerli Dostlar,

Bundan 47 yıl önce, Tam Bağımsız Türkiye uğrunda gözlerini kırpmadan idam sephasına yürüyen Üç Devrimci Fidanımızı sevgi ve saygıyla anıyorum…

Yılmaz Dikbaş

Turgut Özal’ı Anıyoruz!

26. ölüm yıldönümünde Turgut Özal mezarı başında ailesi, yakınları ve yandaşları tarafından anıldı.
Ben de yeni çıkan “VATANI SATANLAR” kitabımın 26-29. sayfalarını sizlerle aynen paylaşarak Turgut Özal’ı anıyorum.

TURGUT ÖZAL (1927, Malatya–1993, Ankara)

Kürt kökenlidir.

DPT Müsteşarı iken, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında sahtekârlık yaptı.

Kurucusu olduğu ANAP’ın genel başkanı olarak iki kez, toplam 6 yıl başbakanlık yaptı.

Sakıp Sabancı, 12 Eylül 1980 askeri darbe öncesi, elinde para çantası ve yanında çalışan Turgut Özal’la birlikte Alpaslan Türkeş’in evine kadar gidip elden para verdi.

1983 yılı sonunda, başbakan olarak İsviçre’de dünyanın ünlü mafya babalarıyla toplantı yaptı, onlardan yardım istedi.

Başbakanlığı döneminde, Amerikan ve İngiliz gazeteleri Türkiye’yi “Kara Para Aklama Cenneti” olarak duyurdular.

Kurduğu hükümetlerde iki dönem bakanlık yapmış olan Hasan Celal Güzel, partiden ayrıldıktan sonra şu yorumu yaptı: “ANAP, Türkiye’de yolsuzluk ve hırsızlık düzenini kuran partidir. ANAP aslında, bir siyasi parti değil bir menfaat şebekesidir.”

Hürriyet gazetesi muhabiriyken kendisini öven haberler yapan Hulki Cevizoğlu’nu, örtülü ödenekten, yabancı dil öğrensin diye yurt dışına gönderdi.

1989–1993 sürecinde, cumhurbaşkanı oldu.

Amerika’nın gizli istihbarat servisi CIA’nın belgelerinde şöyle yazmaktadır: “Turgut Özal, Amerika’nın en sadık dostudur.” Siz onu, “Amerika’nın en sadık uşağı” diye okuyunuz.
Uşak sözcüğünü Arapça “hizmetkâr” yerine kullanıyorum, hakaret anlamında değil.

Turgut Özal, iki kez hükümet kurdu. Bu hükümetlerde bakanlık yapanlar da “özelleştirme” adı altında Vatanın Satılmasına olanak sağlayan kanunlara, kararnamelere imza attılar. Öyleyse bu bakanları da Vatan Satıcıları olarak tanımamız gerekmektedir.

T.C. 45. Hükümet

13 Aralık 1983–21 Aralık 1987

Birinci Özal Hükümeti

Başbakan: Turgut Özal

Kaya Erdem: Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Vehbi Dinçerler: Devlet Bakanı
İsmail Özdağlar: Devlet Bakanı
Abdullah Tenekeci: Devlet Bakanı
Hasan Celal Güzel: Devlet Bakanı
Ahmet Karaevli: Devlet Bakanı
Tınaz Titiz: Devlet Bakanı
Ali Bozer ( Mason ) : Devlet Bakanı
Oltan Sungurlu: Adalet Bakanı
Vahit Halefoğlu: Dışişleri Bakanı
Ali Tanrıyar ( Mason ) : İçişleri Bakanı
Zeki Yavuztürk: Milli Savunma Bakanı
Vural Arıkan ( Mason ) : Maliye Bakanı
Metin Emiroğlu: Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı
Sudi Türel: İmar ve İskân Bakanı
Sefa Giray: Bayındırlık Bakanı
Ahmet Kurtcebe Alptemoçin: Gümrük Bakanı
Mesut Yılmaz ( Mason ) : Kültür ve Turizm Bakanı
Mustafa Kalemli: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Cahit Aral: Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Kazım Oksay: Ticaret Bakanı
Cemal Büyükbaş: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı

T.C. 46. Hükümet

21 Aralık 1987–9 Kasım 1989

İkinci Özal Hükümeti

Başbakan: Turgut Özal

Kaya Erdem: Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ali Bozer ( Mason ) : Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
İlhan Aşkın: Devlet Bakanı
Güneş Taner: Devlet Bakanı
Adnan Kahveci ( Mason ) : Devlet Bakanı
Cemil Çiçek: Devlet Bakanı
Işın Çelebi: Devlet Bakanı
Abdullah Tenekeci: Devlet Bakanı
Kamran İnan: Devlet Bakanı
Saffet Sert: Devlet Bakanı
Mehmet Yazar: Devlet Bakanı
Kazım Oksay: Devlet Bakanı
Recep Ercüment Konukman: Devlet Bakanı
Veysel Atasoy: Devlet Bakanı
Nihat Kitapçı: Devlet Bakanı
İsmet Özarslan: Devlet Bakanı
Yusuf Bozkurt Özal: Devlet Bakanı
Mesut Yılmaz ( Mason ) : Dışişleri Bakanı
Ahmet Kurtcebe Alptemoçin: Maliye ve Gümrük Bakanı
Hasan Celal Güzel: Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı
Sefa Giray: Bayındırlık Bakanı
Bülent Akarcalı ( Mason ) : Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı
Cengiz Tuncer ( Mason ) : Ulaştırma Bakanı
Hüsnü Doğan: Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanı
İmren Aykut: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Şükrü Yürür: Sanayi ve Ticaret Bakanı
Fahrettin Kurt: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Namık Kemal Zeybek: Kültür Bakanı
İlhan Aküzüm: Turizm Bakanı

Değerli Okurlar,

Yukarıda adları yazılı bakanlar neden Vatan Satıcısı oldular?
Sadece kendi kişisel çıkarlarını düşündüler.
Kendi kişisel çıkarlarını ve kendi siyasal geleceklerini sömürgecilerin siyasi amaçlarıyla birleştirdiler.

Yılmaz Dikbaş

Kara Propaganda

Yalana dayalı propagandaya, Kara Propaganda denilir.
Kara propaganda, yıkıcıdır.
Kara propaganda, yalan ve iftirada sınır tanımaz.
Kara propaganda, sürekli kin ve nefret yayar.
Kara propaganda, halkın bir bölümünü diğerine karşı kışkırtır, düşman eder.

Değerli Dostlar,

Kara propagandayı, hangi ülkede olursa olsun, iktidarda bulunanlar, yani gücü elinde tutanlar yapabilir.
Hangi ülkede olursa olsun, kara propagandayı muhalefet güçleri yapamaz. Çünkü öylesi bir durumda iktidarın gücü, muhalefetin tepesine iner.

Kara propagandanın nasıl yapıldığına ve doğurduğu korkunç sonuçlarına dünya halkları İkinci Dünya Savaşı’nda, Hitler’in Nazi Almanya’sında tanık oldu.
İşte, bu nedenle Hitler’in Nazi Almanya’sına biraz yakından bakmamız gerekiyor.

Değerli Dostlar,

Bazı Avrupalı tarihçiler, Nazi Almanya’sının neden olduğu kitlesel katliamlardan, Yahudilerin uğradığı, dünya durdukça unutulmayacak soykırımdan, Hitler’den önce Joseph Goebbels’i sorumlu tutarlar!
Bu nedenle, bizim kısaca Göbels diye andığımız, Dr. Joseph Goebbels’i yakından tanımamız gerekiyor.

• Göbels, 1897 yılında, dindar Katolik bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
• Sakat doğmuştu. Topallayarak yürürdü. 1 metre 62 santim boyundaydı.
• Çok zekiydi. Çok iyi bir konuşmacıydı.
• 1933-1945 sürecinde, 12 yıl Hitler’in hükümetinde “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” olarak görev yaptı. Eylemleri ve uygulamalarıyla “Propaganda Dehası”, “Büyük Yalan Ustası” olarak anıldı. Adolf Hitler’in en yakın arkadaşı ve en sadık yandaşı oldu.
• Büyük Yalan Ustası Göbels, radyoyu, basını sıkı denetimi altına aldı. Basını şöyle tanımlıyordu: “Basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klaviye olarak düşünün!”
• Henüz televizyonun olmadığı o dönemde Göbels; sinema salonlarını, tiyatroları da yakın takibe aldı.
• Göbels, yargıyı da hükümetin güdümüne soktu. Yargı hakkındaki görüşü şuydu: “Yargı, devlet hayatının efendisi olamaz! Devlet politikasının uşağı olmalıdır!”
• Göbels, güttüğü propagandanın yalana dayalı olduğunu hiç saklamıyor, açıkça şöyle diyordu: “Yalan söyleyin, mutlaka inananlar çıkacaktır!”
• Göbels, propagandanın temel ilkesini şöyle açıklıyordu: “Bir yalanı ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanır!” Bu görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için de şu örneği veriyordu: “Hıristiyanlığın bu kadar etkili olmasının ana neden, iki bin yıldır aynı şeyi söylüyor olmasıdır.”

Değerli Dostlar,

İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya ekonomisi çökmüştü. Hitler’in iktidara gelmesinde bu durumun önemli payı vardı. İşsizlik diz boyu, işsiz Alman gençleri sokaklardaydı. Bu işsiz gençlerin Kara Propagandaya kanması, Nazi Partisi’ne katılması ve Hitler’i yüceltmesi hiçte zor olmadı.
Hitler, politikasını iki temel ilke üzerine kurdu: “Saf Kan Alman Ulusu” yaratmak ve “Yahudi Sorununu Çözmek”.
Hitler’in bu politikasını yığınlara satmak, Alman halkını bu ilkeler etrafında bir araya getirmek görevi, Propaganda Dehası Göbels’e verilmişti!

Değerli Dostlar,

Kara propagandanın ilk adımı “bir düşman yaratmaktır”!
Hitler ve Göbels de bir düşman yarattılar! O düşman, Yahudilerdi!
1933 genel nüfus sayımın göre Almanya’nın nüfusu 67 milyondu. Bunun yaklaşık olarak sadece 500 bini Yahudi’ydi. Yani, Yahudilerin nüfusu toplam Alman nüfusunun yüzde biri bile değildi!
Nasıl olurdu da toplam nüfusun bu kadar az bir kesimi koskoca Almanya’nın düşmanı olabilirdi? Üstelik bu Yahudiler Almanya’da doğmuş Alman vatandaşlarıydı.
Alman düşman olarak gösterilen Yahudiler, bakın ne tür baskılar altındaydı:
• Yahudiler, “Getto” denilen kentin eteklerinde bir araya toplanmıştı. Gettolar, dışarıya kapalıydı. Yahudiler, gettolarda sefil koşullar içinde yaşamak zorundaydılar.
• Yahudilerin, Katolik Almanların dini bayramlarında sokağa çıkmaları yasaktı.
• Gettolarda yaşayan Yahudiler, Almanlardan ayırt edilsin diye, yakalarında kocaman bir “Davut’un Yıldızı” (altı köşeli) rozet takmak zorundaydı.
• Yahudiler; fabrika sahibi olamazlar, toprak satın alamazlar, aktif siyasete giremezlerdi.

Bu koşullarda yaşayan, toplam Alman nüfusunun yüzde biri bile olmayan Yahudileri düşman gösterebilmek için Göbels bakın ne yaptı.
Büyük Yalan Ustası Göbels, Yahudiler hakkında şu iğrenç yalanları uydurdu, iftiralar etti:
• Yahudiler, Alman çocuklarını kaçırıp evlerine götürüyor, kesip kanlarını içiyorlarmış!
• Yahudiler, Alman kızlarına ve kadınlarına cinsel saldırıda bulunuyor, zorla ırzlarına geçiyor, onları gebe bırakıyorlarmış! “Saf Kan Alman Irkını” bu eylemleriyle kirletmek istiyorlarmış!

Bu insanlık dışı iftiraları atarak Kara Propaganda yapan Göbels, hiç kuşkusuz baş sorumluydu.
Peki, “Aydınlanma Çağını” yaşamış, eğitimli, kültürlü Alman halkına ne demeliydi? Nasıl olmuş da bu iğrenç yalanlara inanmıştı?
Çocuklarını kaçırıp kesip kanını içen Yahudilerin kimler olduğunu niçin öğrenmek istememişti? Irzlarına geçilen kadınlar, kızlar kimlerdir, diye neden hiç sorgulamamıştı?

Değerli Dostlar,

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupalı bir araştırmacı yazar, Almanya’da çok kapsamlı bir araştırma yaptı. Savaş sırasında Almanya’da yayınlanmış tüm gazete ve dergileri okuduktan sonra şu yargıya vardı: Alman halkı, Nazilerin tüm yaptıklarından haberdardı! Hitler’’in ve Göbels’in Yahudilere ne tür baskılar yaptığını ve sonunda onları toplu halde Ölüm Kamplarına yolladıklarını biliyorlardı!

Değerli Dostlar,

Toplam nüfus içinde sayıları yüzde bir bile olmayan Yahudilerin varlığını “Sorun” olarak gören Hitler ve Göbels, sonunda bu sorunu kökten çözmeye karar verdiler. Çözümleri şuydu: Gettolarda yaşayan Yahudileri; genç, yaşlı, hasta, kadın, erkek demeden trenlere bindirip toplama kampı dedikleri Ölüm Kamplarına götürdüler, gaz odalarında yakarak öldürdüler!
Naziler, milyonlarca kurbanı hapsedebilmek için yaklaşık 20 bin kamp kurdular.
Naziler, yalnız Almanya’daki Yahudileri öldürmekle kalmadılar. İşgal ettikleri Polonya, Romanya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslavkya’daki Yahudileri de Ölüm Kamplarına yolladılar.
Nazilerin kurduğu en büyük ve en ünlü Ölüm Kampları Polanya’nın Auschvitz, Treblinka, Belzec ve Sobibor bölgelerindeydi. Auschwitz’de her gün gaz odalarında 6 bin Yahudi gazlanarak öldürülüyordu.
Kara Propaganda ile başlayan süreç, yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin toplu katliamıyla, yani tarihin tanık olduğu en alçakça “soykırımla” son bulmuştu.

Peki, “Büyük Yalan Ustası”, “Kara Propaganda Dehası” Göbels’in sonu nasıl oldu?
Savaşın son günlerinde eşi ve çocuklarıyla beraber, siyanürle intih etti!
Peki, milyonlarca suçsuz insanın katili Hitler’in sonu ne oldu?
Savaşın son günlerinde, yerin dibindeki sığınakta başına sıkarak intihar etti!

Değerli Dostlar,

Savaş sonrası görevlendirilmiş Amerikalı, İngiliz, Rus ve Fransız heyetler tüm Nazi kamplarını gezdiler, belgeleri topladılar, belgesel filmler çektiler ve tüm bu verileri dünya halklarına gösterdiler.

Değerli Dostlar,

Kara Propaganda ile başlayan süreç, 6 milyon Yahudi’nin toplu katliamıyla, yani tarihin tanık olduğu en alçakça “soykırımla” son bulmuştu.

Değerli Dostlar,

Size tarihten, kan donduran bir sayfa sundum.
Tarih, yalnız geçmişte olanları öğrenmek için okunmaz.
Tarih, geçmişte olanlardan bugün için dersler çıkarmak için de okunur.
Peki, size burada sunduğum tarih sayfasından nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, “Kara Propagandaya” seyirci kalamayız, kalmamalıyız.
Kara Propagandadan kişisel çıkar umut edenlerin de, kendilerini “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” rahatlığına bırakanların da eninde sonunda aynı Kara Propagandaya kurban gittikleri de tarihin belgeleri arasındadır….

Yılmaz Dikbaş

Şehitlerde Bayram Günü

Vatan için genç yaşta canlarını seve seve veren şehitlerimizin anaları, babaları, kardeşleri, eşleri ve çocukları Arife günü ve Bayramın birinci günü şehitliklerde mezar başlarındaydılar…

Değerli Dostlar,

VATANI SATANLAR kitabımı, şehitlerimizin çok değerli anısına armağan ediyorum.
Kitabın giriş bölümünden bir parçayı da tüm vatanseverlerin dikkatine sunuyorum.

Yılmaz Dikbaş
11 Ağustos 2019, Pazar
0532 233 31 52

VATAN NE DEMEK?

Osmanlıda “Vatan” kavramı yoktu.
Sultan 2. Abdülhamit, “vatan” sözcüğünü yasaklayıp sözlüklerden çıkarttığı gibi; millet, hürriyet ve insan hakları gibi kavramların söylenmesini suç saydı. Bunun doğal bir sonucu olarak vatan aşkını halka aşılayacak olan tarih öğretimi de yasaklandı.
Abdülhamit, vatan konusunda şunları söylemekteydi:
“Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun uğrunda ölmeyi anlamıyorum. Bu kadar insanın vatan için birbirini boğazlaması iyi şey değil.”

Vatan kavramı, anlamını Kurtuluş Savaşı döneminde kazanmıştır. Şu söylemle perçinlenmiştir:
“Vatan bir bütündür ve asla parçalanamaz!”

Türk gençleri askerlik eğitimlerinin ilk günlerinde öğrenirler:
“Her Şey Vatan İçin!”
“Vatan Sana Canım Feda!”

Değerli Okurlar,

“Her Şey Vatan İçin” diye haykıranlar, Vatanı Satanlardan hesap sormayacak mı?
Ben bu kitabı, kimlerden hesap sorulmasını göstermek için yazdım.

Türk askeri yürüyüş kararı verildiğinde, yüksek sesle haykırarak sayar:
“Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez!”

Değerli Okurlar,

Vatan bölünmesin diye ölümü göze alanların, Vatanı Satanların karşısına dikilmesi gerekmez mi?
Ben bu kitabı, vatan için ölümü göze alanların, karşılarına dikilecekleri Vatan Satıcılarını göstermek için yazdım.
Şehit düşen Türk askerlerinin ardından, ağlamayı reddeden analar babalar şöyle der:
“Vatan Sağ Olsun!”

Değerli Okurlar,

Vatanın sağ olması için gencecik çocuklarının şehit düşmesi karşısında onurlu duruş sergileyen analar, babalar, eşler ve kardeşler; Vatanı Satanların yakasına yapışmayacak mı?

Değerli Okurlar,

Ben bu kitabı, şehit analarının, babalarının, eşlerinin ve kardeşlerin kimlerden hesap soracağını göstermek için yazdım.

Değerli Okurlar,

Türkler vatanlarına “Anavatan” derler.
İngilizler “fatherland”, Almanlar “vaterland”, Fransızlar “patrie”, İtalyanlar “patria”, İsveçliler “foster”, Çinliler “züguo”, Japonlar “sokoku”, Yunanlar “patriada”, yani tümü, “Babavatan” derler.
Bir tek Ruslar da “rodina”, yani “Anavatan” derler.
Anavatan diyen Türkler, işte bu nedenle, “Vatan Demek, Namus Demektir!” kararlılığını gösterirler.

Değerli Okurlar,

Vatanı, namusları gibi sahiplenen Türkler, Vatanı Satanlarla hesaplaşmayacaklar mı?
Ben bu kitabı, ‘Vatan Demek Namus Demek” diyenlere, hesap soracakları Vatan Satıcılarının isim listesini vermek için yazdım.

VATANI SATANLAR, Yılmaz Dikbaş

CHP ve Ezan

CHP Ardahan milletvekili Öztürk Yılmaz, “Ezan Türkçe okunsun” sözleri sonrası CHP’den ihraç talebiyle disiplin kuruluna verildi.

Ezan, 1932-1950 sürecinde 18 yıl Türkçe okundu.
Ezanın Arapça okunması, Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine göre yasaklandı.
İktidarda, Atatürk’ün CHP’si vardı.

16 Haziran 1950 tarihinde, ezanın Arapça okunmasının ceza konusu olmaktan çıkarılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Demokrat Parti (DP) milletvekilleri tarafından bir yasa tasarısı gündeme getirildi.
Mayıs 1950’de iktidara gelen DP’nin başbakanı Adnan Menderes idi.
TBMM’de tasarı oylandı.
Tasarıya yalnız DP milletvekilleri değil, CHP milletvekilleri de “Evet” oyu verdi.
Böylece Arapça ezan okunması ceza konusu olmaktan çıkarıldı.
Bu yasayla 18 yıldan sonra ezanın Arapça okunmasına izin verilmiş oldu.

Durumun özeti şudur:
Yasalarımıza göre ezanı Arapça okumak suç değildir.
Yasalarımıza göre ezanı Türkçe okumak da suç değildir!
Günümüzde bir caminin müezzini ezanı Türkçe okusa, polisler gelip müezzini karakola götüremezler! Çünkü ezanı Türkçe okuyan müezzin yasalarımıza göre suç işlememiştir. Müezzinin uğrayacağı ceza, AKP iktidarının hizmetinde olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından işinden kovulmak olacaktır!

Değerli Dostlar,

Bu gerçekler ışığında, “Ezan Türkçe okunsun” diyen Ardahan milletvekili Öztürk Yılmaz’ı partiden ihraç talebiyle disiplin kuruluna veren CHP üst düzey yöneticilerine Atatürkçü diyebilir misiniz?
CHP’ye hâlâ “Atatürk’ün Partisi” diyebilir misiniz?

Yılmaz Dikbaş

Yaşar Okuyan’ı Nasıl Bilirsiniz?

Önce ben sizlere Yaşar Okuyan’ı nasıl bildiğimi kısaca anlatayım.
İlk baskısı Kasım 2006’da yapılan “TABUTA ÇAKILAN SON
ÇİVİ” kitabımda Avrupa Birliği’nden (AB) Hibe alan Sendikaları, Meslek Odalarını, Vakıfları, Dernekleri, Meslek Birliklerini, Kooperatifleri, Üniversiteleri, Belediyeleri tek tek, yöneticilerinin adlarını da bildirerek ve almış oldukları Hibe miktarlarını kuruşuna kadar yazdım.
Hibe, karşılıksız para demektir.
Kim kime karşılıksız para verir?
TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ kitabımda vermiş olduğum, tümü belgeli bilgileri Türkiye’de daha önce hiç kimse yazmamıştı! Daha sonra bazı yazarlar bu kitabımdan bazı alıntılar yaptılar.

Kitabımda verdiğim bilgiler arasında beni önce şaşırtan, sarsan, sonra üzen şu bilgi de vardı: Türkiye Cumhuriyeti BAKANLIKLARI da AB’den Hibe almıştı!
AB’den Hibe alan bakanlıklardan biri de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı idi.
Ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, YAŞAR OKUYAN’dı.
Yaşar OKUYAN’nın Bakanlığında AB’den iki proje adı altında şu hibeler alınmıştı:

Proje No: TR 0403.04
Projenin Adı: Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması.
Alınan Hibe: 5 milyon 300 bin Avro.
Alınan bu yüklü Hibe sonunda çocuk işçiliği ortadan kaldırıldı mı?
Alınan bu Hibe nerelerde harcandı, kimlere dağıtıldı?
Bu soruların cevaplarını Yaşar Okuyan’dan duymadık!

Prpje No: TR 0403.05
Projenin Adı: Yenilik ve Değişim İçin Diyaloğun Güçlendirilmesi.
Alınan Hibe: 4 milyon 165 bin Avro.
Bakan Yaşar Okuyan, bu yüklü hibeyi aldıktan sonra kimlerle diyaloğu güçlendirdi?
Bakan Yaşar Okuyan, bu yüklü Hibeyi nerelerde harcadı, kimlere dağıttı?
Bu soruların cevaplarını Bakan Yaşar Okuyan’dan duymadık!

Değerli Dostlar,

Bu yüklü Hibeleri aldıktan sonra Bakan Yaşar Okuyan’nın yaptığı bir uygulamayı yerinde görüp öğrendim.
AB Hibelerini aldıktan sonra Bakan Yaşar Okuyan, Çalışma ve Sosyal Güvenil Bakanlığı BİNASININ İÇİNE AVRUPA BİRLİĞİ BAYRAĞINI DİKTİ!
Milliyetçi olarak bilinen Yaşar Okuyan, bakanlık binasının içine bir yabancı kuruluşun, bir Hıristiyan Kulübü’nün bayrağını dikmişti! Bayrağı asmıştı, demiyorum. AB bayrağını bir demir direğe çekmiş, direği beton zemine oturtmuştu.
Şunu da eklemeliyim, bakanlık binası içine AB bayrağını diken sadece Bakan Yaşar Okuyan değildi! Bir günümü Ankara’da bakanlıkları gezip bina içine dikilmiş AB bayraklarını görmekle geçirmiştim.
4 Ekim 2006 günü, o dönemde Hür Parti genel başkanı olan Yaşar Okuyan’ı telefonla aradım. Bakan olarak AB’den almış olduğu Hibeleri ve Bakanlık binası içine dikmiş olduğu AB bayrağını sordum. Hibelerin kendi zamanında alınmaya başlanmış olduğunu doğruladı ve AB bayrağı konusunda şunu söyledi:
“Evet, AB bayrağını Bakanlık binasının içine ben diktim!”
AB konusunda şimdi ne düşündüğünü sorduğumda Yaşar Okuyan açık yüreklilikle şöyle dedi:
“AB’den yana olmak demek, vatana ihanetle eş değerdir!”
Bu çarpıcı sözlerini yazıp yazamayacağımı, kullanıp kullanamayacağımı Yaşar Okuyan’a sordum. Duraksamadan yanıt verdi:
“Elbette yazabilirsin, kullanabilirsin! Ben bu sözleri yalnız özel telefon konuşmalarında söylemiyorum ki, televizyon kanallarında tüm kamuoyuna açıkça söylüyorum!”

Değerli Dostlar,

Yaşar Okuyan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı koltuğunda otururken AB’den yaklaşık 10 milyon Avro Hibe alıyor, Bakanlık binasının içine 12 yıldızlı AB bayrağını dikiyor, ama bakanlıktan ayrıldıktan sonra AB yanlısı olmayı vatan hainliği olarak niteliyordu!
Yaptığından gerçekte pişman mı olmuş, yoksa yapmış olduğunun ulusal onurla bağdaşmadığının farkına varıp, ezikliğini mi duymaya başlamıştı?

Değerli Dostlar,

Yaşar Okuyan’nın “vukuatı” bu kadar değil!
28 Mayıs 1999 tarihinde Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu T.C. 57. Hükümeti kuruldu. Bu hükümet; DSP-MHP-ANAP arasında kurulmuş bir koalisyon hükümetiydi.
Yaşar Okuyan bu hükümete, ANAP kanadından, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak girdi, 28 Mayıs 1999-7 Aralık 2002 sürecinde 3 yıl 3 ay bu görevi yürüttü.
İşte, Bakanlığı döneminde Yaşar Okuyan, Vatanın şu VARLIKLARININ SATILMASINA ONAY VERDİ, İMZA ATTI:

Marmaris Limanı, Alanya Limanı, Türkiye Zirai Donatım Kurumu A.Ş.’nin (TZD) Muş İşletmesi, TZD Diyarbakır İşletmesi, TZD Osmaniye İşletmesi, TZD Erzurum İşletmesi, TZD Ürgüp İşletmesi, TZD İzmir Tire İşletmesi, TZD Manisa Kükürt İşletmesi, TZD Şanlıurfa Sosyal Tesisi, TZD 53 Taşınmazı, 14 Arsa 52 Lojman, 79 Depo, 5 Bekçi Evi.
Karadeniz Bakır İşletmeleri (KBİ) Murgul İşletmesi Asit Tesisi, KBİ Çeşitli İllerde 206 Adet Taşınmazı ve 2 Arsası.
Et ve Balık Kurumu (EBK) Sivas Et Kombinası, EBK Burdur Et Kombinası, EBK Eskişehir Et Kombinası, EBK Burdur Et Kombinası, EBK Eskişehir Et Kombinası, EBK Çeşitli İllerde 134 Arsası.
Pektim A.Ş. Yarımca Tesisi, Türkiye Gemi Sanayi İşletmeleri’nin 3 Taşınmazı ve 1 Gemisi.
SEKA Bolu İşletmesi Sosyal Tesisleri ve Lojmanları, SEKA Dalaman İşletmesi, SEKA Aluminyum Sülfat Sanayi A.Ş., SEKA İzmit Pompa İstasyonu Arsası ve Matbaa Binası.
SÜMER Holding A.Ş. Basf Fabrikası, SÜMER Holding A.Ş. Boyabat Ayakkabı Fabrikası, SÜMER Holding A.Ş. Dumlu Yün İpliği Fabrikası, SÜMER Holding A.Ş. İskenderun, Gökçeada ve Hakkâri’deki Mağazaları.
Orman Ürünleri A.Ş.’nin (ORÜS) 38 Taşınmazı, Türkiye Gübre Sanayi A.Ş. (TÜGSAŞ) Ulukışla Alçı İşletmesi, TÜGSAŞ Gemlik’teki Taşınmazları, TÜNGSAŞ Tunceli Gıda Sanayi A.Ş.
ASİL ÇELİK Sanayi, ASİL ÇELİK’in Bursa Organize Sanayi Bölgesindeki 2 Taşınmazı.
Pancar Ekiciler Birliği, MAKSAN, Makine Sanayi A.Ş., Deniz Nakliyatı T.A.Ş., Dosan Konserve Sanayi A.Ş.
Balıkesir Pamuklu Dokuma Fabrikası, Aydın Tekstil İşletmesi.
KASTAŞ, Karadeniz Çimento Kireç ve Ürünleri Sanayi A.Ş.
Aymar Yağ ve Gıda Sanayi A.Ş.
Torors Gübre Fabrikası ve Terminal Tesisleri. Olgun Çelik A.Ş.
Petrol Ofisi Blok Satışı, TURBAN A.Ş. Carlton Oteli Arsası, Abant ve Bolu Çevresi Turizm A.Ş., Atik Paşalar Yalısı.
Ceyhan Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Güven Sigorta, TOE Türk Otomotiv Endüstrisi.
Ege Et Mamulleri Yem ve Yağ Sanayi A.Ş.

Değerli Dostlar,

VATANI SATANLAR kitabımda adı geçen VATAN SATANLARDAN biri olan Yaşar OKUYAN ile ilgili bu yazıyı yazmadan önce kendisine ulaşmaya çalıştım. Telefon numarasını ve E-posta adresini bulamadım. Facebook sayfasına girip bir mesaj bırakmak istedim, ama Yaşar Okuyan’nın bu sayfayı bana “Engellemiş” olduğunu gördüm.
Eğer kendisine ulaşabilmiş olsaydım şu soruyu soracaktım:
“Yaşar Okuyan Bey. Bakan iken AB’den yaklaşık 10 milyon Avro Hibe almış, Bakanlık Binası içine de AB bayrağı dikmiştiniz. Ancak bakanlıktan ayrılıktan sonra “AB’den yana olmak demek, vatana ihanetle eş değerdir!” diyerek günah çıkartmıştınız.
Şimdi, şunu merak ediyorum. Acaba, VATANIN VARLIKLARININ satışına onay verip imza attığınız için bugün pişmanlık duyuyor musunuz. ‘Vatanın Varlıklarını Satmak, Vatana İhanetle Eşdeğerdir!” diyebiliyor musunuz?”
Yaşar OKUYAN’a ben ulaşamadığım için bu soruyu soramadım.

Okurlarımdan ricam, sizler Yaşar OKUYAN’a ulaşıp bu soruyu sorar mısınız?

Yılmaz Dikbaş