Deneme,  Tartışma

Başlangıç – Sonuç Döngüsü

Uzayda zamanın bükülmesine çok büyük bir kuvvet bulunursa (tüm zaman çizgilerinin birleşebileceği o kuvvet); Evren’in çöküşüne sebep olabilir, bu durumda yeni bir big bang enerjisinin yakıtı biz olabiliriz.

Tüm zaman çizgileri birleşirse, ilk çağdan kabileleri günümüz insanları bombalayarak hayatta kalır. Bir anda yoldan ortaya çıkacak araba o teknolojiden bi haber canlıyı çizebilir. Tüm çizgiler yolunda sarmalanarak devam eder. Hayatta kalanlar iyi olduklarından değil, farkı ellerindeki argümanlardan atarlar. Kimse kimseden iyi değildir, herkes önceki nesillerden gelişerek ilerlemiş olacaktır. Teknolojisi çok gelişmiş yüzlerce asır sonrasındaki toplumlar hayatta kalmaya çalışır. Zamanla onlar da birbirini çizer, derken hepsinin enerjisi galaksiye yayılır (karanlık maddeleri organizmaların oluşturduğuna ulaşırlarsa şaşırmam).

Dönüp geldiğimiz yer yine kendimiz oluruz. Her şey insana çıkar; her şey insanın kendi gözleminden, her şey kendini gözleminden ibarettir… 

“Evrendeki ilk yaşayan şey kendi kendini yiyen sirküler bir varlıktır. Ölümsüz, mükemmel olarak oluşturulmuş bir hayvan… Yaşayan varlığın, onun dışında görülecek hiçbir şey kalmadığında göze ihtiyacı kalmamıştı; ya da duyulacak hiçbir şey olmadığında kulağa… Solunacak, etrafını çevreleyen bir hava yoktu; ya da besinini almasını ve sindirdiklerinden kurtulmasını sağlayabilecek olan organların bir kullanımı olamazdı, çünkü ondan çıkan veya içine giren bir şey yoktu: bu yüzden onun dışında bir şey de yoktu. Yaratılışındaki tasarım nedeniyle, kendi artığı onun besinini sağlıyor, bütün yaptığı ya da çektiği acı kendi içinde, kendi tarafından meydana getiriliyordu. Şunu anlamış olan yaratıcı için kendi kendine yeten bir varlık, hiçbir eksiği olmayandan çok daha mükemmel olacaktı, ve hiçbir şeyi almaya ya da kendini herhangi birine karşı savunmaya ihtiyacı olmayacağından, yaratıcı ona el vermenin gerekli olmadığını düşündü, ya da ayak ya da tüm yürüme aparatını; ama onun küresel formuna uyan hareket ona tahsis edilmişti, akla ve zekaya en çok uygun olan 7 tanenin hepsi olarak; aynı tarzda ve aynı nokta üzerinde, kendi limitleri dahilinde bir daire içinde dönerek hareket etmesi için yapılmıştı. Ama diğer altı hareket ondan alındı ve o sapmalarına dahil olamayacak şekilde yapılmıştı. Ve bu sirküler hareket ayağa ihtiyaç duymadığından, evren ayaksız ve elsiz yaratılmıştı.”

Platon

Zaman Çizgileri üzerine;

Mutlu anlarımıza sahip çıkmamız, mutsuz zamanlara uyanma korkularımız, şimdi ne olacak sorularımız hepsi kendimize çıkıyor. Kendimizi yiyip kendimizden başkasına güvenmiyoruz. İnsan kendisini ne kadar yer? Ne kadarını yutar. İnsan, bazen tek bir yutkunmada her şeyi yutabiliyor. İnsan, hem kendisinin en yakın dostu hem de en kötü düşmanıdır. İnsan, huzurlu yaşamı arar, bulamazsa her şey bir çizgiye bakar.

Evren’i az çok tanıyıp, kendimce çıkarımlarla kendimi tanımıştım. Zaman çizgilerimde uyum vardı, hareketimde etki ve tepki paralellik gösteriyordu. Bir olay bir zaman çizgisine sahipti. Kaçışlarım bile hesaba dahildi bunları, vaktiyle anlamamıştım.

Barış kanunlarıyla insanlar öldürülüyor, televizyonlar manipülasyonlarda… Halklar yaşamlarının patronlarını seçiyor. Politikacılar karar veriyor. Askerler ölüyor, askerler öldürüyor. (Kimi için kan, kimi için isim, kimi için hiçbir anlam!) Savaşlar, çırpınışlar…

Hayatta kalmaya ne gerek var diyorum, artık çoğu zaman. Hiç kimse bir şey anlamıyor, bir kadın kocasına bakıyor! Çoğu tanıklıklarımdan sonra, ölümlerden ölüm beğenirken buluyorum kendimi.

Kayıtsızlıklar bunlar! Kayıtsızlıklara kader denir, kader bana kendisini okuyor. Kader, canımı da okuyor! Dikkatimi çeken kaderler artıyor, bünyem kaldırmıyor. Bazen güzel hikayeleri seviyorum. Zamandaki bu çizelgemi sevmedim, yaşayan gerçeklerin arasında ölen gerçekleri istiyorum.

Eskiden samimiydik eskiden gülebiliyorduk; yoksa eskiden cahil miydik veya gerçekten güzel zaman çizgilerinde mi yer alıyorduk? Acaba zaman çizgilerinde geçtiğimiz çizgiler arttıkça gücümüz mü azalıyor, yoksa tecrübelerden mi gelişip empatiler; başkalarının acılarını da çizgimize ekliyor. Sevdiklerimize çok üzüldüğümüzde  yeni ağırlaştırılmış zaman dilimine geçiş yapabilirken, değişimimizle devam ediyoruz. Her acı bir öncekinden ağırlığınca şekillendiriyor yeni çizelgeyi. Sanki, zamanda planın ta kendisiymişçesine yaşıyoruz.

Benden önce söylenmiş hikayelere kızardım ki hikayelere inanmadığım zamanlarda; kapılar kapanmıştı, kapılar şimdi kayıp, eskiden kapılar hiç var olmuş muydu?

İçimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Umudumu çalıyorlardı, bazen pes etmişlikle kalıyordum. Seçtiğim hayatta yer almıyordum. Tanrı’nın beni özenle yarattığına da inanmıyordum. Tanrı’nın beni veya kimseyi umursadığını da sanmıyordum. Tanrı’nın varlığını da önemsemiyordum. Bunlar kayıtsızlıklardır, kayıtsızlıklar detay taşımamalı.

Eski kimliklerimi eskilerde bıraktım; hep kabuk değiştirircesine aynı ismimi farklı tonlarda söylediler. Zaman çizgileri uzun yolculukları çiziliyor; yüzler, eller(…), yorgun düşüyoruz; vücuttaki direnç düşüyor, ses kısılıyor (vs)…

Eskiden değişik bir adım vardı, şöyle ya da böyle her şeyi kapadım çoğu zaman. Yeni sahnelere adapte olmaya çalışıyordum. Ne başkaları gibi umursamazlaşıyordum ne de vazgeçebiliyordum; her şeye rağmen ve ölmediğimden yaşıyordum. Sistemde bana karşı durarak beni değiştirmeye çalıştılar. Gördüklerimden yorulduğum yetmemiş gibi göreceklerimden de korkuyordum. Yolculuğum çok ağır sürmekte. (Yazımı okuyan zaman seyyahları sizlerin de sözcülüğünü yapıyorum burada.)

Gizlendim, hem de türlü kılıklarla kötü yolcuların aralarında gezindim. Koskoca sinek sürüsüydüler, yalanlarla kirli vızıldadılar kulağıma, bana çok hikaye anlattılar, doğrusuyla ve yalanıyla, hala devam ediyorlar vız vız… Kulaklarım duyuyordu, anlamaktan yorulmuş, bitkindim. Zamanla sormayı da bırakmıştım. Dünyaya sahip bu sinekler ordusu pisliğe aç, pislikle iç içe ve pislik ürete ürete.

Kökler, hayaletler, travmalar ve güzel olan her şey şimdi geride bıraktıklarımla. Zaman çizelgelerime ulaşamayacaksınız. Kendimin bile ulaşamayacağı fakat, belki beni gerilerden çok uzaklardan tümü izliyorlardır. Kayıtlarımızı ne tutacak, geldiğimiz yer hep mühim olacak.

Kimi zamanlarımda kendime acıyorum kendime ağlıyorum, kendimle gurur duyuyorum, başarılarımla kendime şaşıyorum. Bazı zamanlarda kendilerim kendimden çok uzak, kendilerim kendime çok yakındı. Kendimi zor bulduğum zamanlarda ise başarılıydım.

Tüm zamanlarımdaki benler birleşirse, kendilerim toplanıp bir olurken, her şey de karşımda tekleşirse?

Hepimiz ve her şey, belli zaman çizgilerinde farklı organizmalarda yer alıyoruz (evrime inanıyorum). İnsanda tüm canlıları farklı zaman dilimlerinde görürüz; kimi zaman odun, kimi zaman sazan, kimi zaman acımasız bir vahşi olarak aslanlaşırken, kimi zaman nasıl da güzel bir ceylan oluyoruz. Bu bağlamda eski yaşantılarımızla da birleşsek, galiba hepimiz biri de oluştururduk (bu satırları yazarken kafamda organizmalar sürekli şekilden şekile giriyor). 

“Her şey gider, her şey geri gelir, sonrasızca döner varlık çarkı. Her şey ölür, her şey yine çiçeklenir; sonrasızca sürer varlık yılı.”

Friedrich Nietzsche

Kusursuz zaferlerim küçük hayatların zaferleriyle son bulmuştu. Hayatım boyunca yediklerim, çıkardıklarım, kullandığım eşyalar hala yaşıyorlar. Zaten, tüm eşyalarımızı kiralık kullanmıyor muyuz? Çizgisini bilmediğimiz bir zamanda ansızın bırakıyoruz her şeyi ve yeni zaman çizgimizdeki sahnede yeni olaylarla devam ediyoruz.

O ömrümüzden ömürler ödeyerek aldığımız evimiz bile, ansızın bir çizgide yakınımıza kalabiliyor. Sevdiğim ölenler dışında her şey hayatımda yaşıyor, desem eksik kalır; evrimle öğrendiklerimizi de düşünürsek onlar bile hayatta.  Birçok şey evrimsel dönüşümünü tamamlamış, birçok şey hala yerlerinde sayıyor; hissediyorum. Zaman çizelgelerindeki Evren’i araştıran bilim adamları şahidimdir.

Kendimle olan savaşlarımdan hiç kazanç elde etmedim. Her şeyde ilk zamanlarımdaki hırslarım gibi kabullenmezlik etmedim. Hepsiyle oturdum ateşkesler imzaladım. Birçok kişi hayatıma müdahale etmek istedi, hayatımı birçok kişiye müdahale etmiş gibi hissettirerek de bazı zamanlar kazandım. (Yakalanmadım, belki vaktiyle farkındasızlıklarımda ıskalanmışımdır.)

Bazı güzel anılarda hapsolup yaşamak isterdim, üstelik yine mümkün olmazdı mutluluk. Tüm zaman çizgilerimin toplamıyım, aynı zamanda tüm zaman çizgilerim birleşirse asla hepsini kaldıramam.

Kendimden başkasını bana rakip görmedim. Hep kendimi aşmaya çalıştım. Kirlenmeden doğru büyümek istedim. Birçok hayatımı geride bıraktım. Sayfa değiştirir gibi kapatınca kapadım, hayatımdaki bazı zaman çizelgelerini; kimi zaman yaşanmış saydım, kimi zamansa bunu hak etmedim diye ağladığım da oldu. Vaktiyle çok zor günler geçirdiğim, çok ağız dolusu kahkahalar da attığım.

Gerçek tekti! Ne gerçekti, ne yalandı; hangileri hayatta kaldı! Hangileri şu an hayatıma yön çizmekte, hangilerini önemsemeliydim! Artık çok takmıyordum bazı detayları ki eskiden değerliydi bazı detaylar, zaten her zaman çizgimde önemsenmemiş her detayda zaten birçok ayrıntıyı kaybettim; araştırmaya kalkmayın bulamazsınız! Hepsini dna’m bile bulamayacak şekilde gizledim. Kendimce yöntemler elde ettim, sevdiğim anılarım kadar mutlu, beni üzen anılarım kadar umutsuzum. Fakat insan geçmişine dönüp baktığında travmaları ağır basıyor, ilerlemek için travmalarımı aşmalıydım. Unuttum, sildim. Eski zaman çizelgelerimde bıraktım, üzerinde yepyeni çizgiler ağırlık ettiler. Nelere tasalanmıştım ah, şimdilerde hiçbiri küçük bir detayım bile değil.

Çıkış bulamadığım anıları gömerek çıkış yaparım, beynimde bu anıların üzerine topraklar atarak gömerim, zaten o anlar ölmüş gibi geride kalırlar. Ki kafamda her şey, oradan çıkarmazsam bir şeyleri, bir yerlerde dilime vurmazsam, zamanla unutuyorum. Çok sonraları bir olay biraz toprak kaldırırsa anıların üzeri üşürse, ancak hatırladığımı keşfettim. Biri kaldırmaya kalkmasın, kimse toprakları avuçlayıp altındakileri merak etmesin, üşürüm; belki ölüm sebebim olur. Yok olmuş zaman çizgilerimi, zaten yeniden yaşatmam mümkün değil. Boş verdim tüm olayları, olaylardaki olasılıkları. Beynimin zarar görecek bakterilere ayıracak yeri yok. Tek yaşam hakkımı kullanırken, ilerlemem için geleceğimde işime yaramayacak bilgileri kafamdan silmek zorunda olduğumu keşfettim.

Bu yazımı kaleme alma sebebim;

Tüm zamanların birleşmesi ve hiç yaşlanmadan hep şimdide kalmak için 12 Maymun (film ve dizi) bir örgüt, istedikleri tek şey ölümsüz olup hep anda yaşamaktı. Bebeklikten bu yaşınıza kadarki tüm anları aynı anda yaşamak. Yaşlanmadan sevdiklerinizle sürekli aynı anda var olmak. İlginç ve fantastik bir arzu ile kandırıyor önce bu fikir. Fakat kendi maddi ve manevi, iyi ve kötü, iç ve dış gibi tüm zıt kutuplarını birleştirme çabası olarak da irdeletiyordu ilhamlandım.

Olur ya ilerde 12 Maymun gibi birileri uzayda zamanı kırmayı amaçlarsa eğer; kendilerini anlayabilir, kendi yılanlarını birleştirebilir, dönüşümlerini başlatabilir, zamanın ötesine geçebilirler ise; kendi sonlarını hazırlar kendi yokluklarında enerjilerini de yutarlar. Tıpkı ouroboros gibi. Başlarlar, sonlarını getirip yeniden sonlarını hazırlamaya başlarlar. Başlangıç ve sonuç döngüsünde kısır kalırlar.

Başlangıç ve sonuç döngüsü için sizlerin farklı fikirleri olursa, lütfen yazıma yorum olarak yazın ki ben de sayenizde fikirlerim üzerinde daha çok gelişeyim. Can Yücel’in Davet şiirini iletiyorum. 

“Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim” diye düşündüm.

Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten,
ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.

Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.

Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Geldiler.

20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.

Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

Yatıştırayım dedim.
“Sen karışma moruk” dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine…”

Can Yücel

(Can Yücel, peki tanıyamacağı başka kimselerin halleriyle neler düşünürdü, kesin şimdi bu satırları okusa, küfrederdi. 🙂 ) Başladığım bu yazımı artık sonuçlanmış görüyorum, kalemi bırakıyorum.

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!