Kategorisiz,  Siyaset,  Toplum

Liberal Alaturka

“Ekonomimiz alaturka, liberalizmimiz arabesk, sermayemiz nazlı, işadamımız narindir. Ekonomide serbest, siyasette greko-romen güreşiriz. Uçan kuşa borcumuz var, uçmayana hıncımız.. Devrim yasak, evrim sakıncalı, döneklik yararlıdır azgelişmiş demokrasimizde. Şimdiye kadar kızarak yazdım anlamadılar; şimdi gülerek yazıyorum, belki anlarlar!”
Uğur Mumcu

“Allah dedikleri için müsamaha gösterdik, rabbim de milletim de affetsin. Bir değil, iki değil, üç değil hep kandırıldık. Maalesef geç farkettik.” Üç Harfli’nin bu sözlerini özelleştirme konusunda halkın kandırılmasına atfederek yazıma başlıyorum.

Politik liberalizm perdesiyle ekonomik liberalizmi yaşadık. (Felsefesi tartışmalarda yer almadı.) Birilerince liberalizm tanımı çok kullanışlıydı; çünkü devletin gücünü sınırlamayı amaçlayan bu disiplinde, serbest piyasada devletin müdehalasi olmayacaktı. Özgürlük vaad eder gibi topluma aktarıldı, ılımlılıklar nüksettirildi, devlet ve bankaları hortumlayanları ve özelleştirmelerle çok aşırı zenginleşenleri izlerken halk, taşeronlaşmış halde kendisini buldu. Büyük işadamlarının (siyasiler ve yandaşları) komik vergileri karşısında; halk kullandığı havaya değin, her şeye gelen sürekli zamlarla, yüzlerce vergi ödediği, yüksek enflasyon karşısında üzerine de düşük maaş zamlarıyla, işçi olup beterine şükreder halde. Çünkü işsizler, daha çok daha vahim konumdalar. İntihar eden işsiz babaların haberinin yapılmaması yeterli bilmememize. Saygıdeğer ekonomimimizden sorumlu yüzlerce bin kazanan şahsiyetler, yoksulluk sınırını ölçmekten, tokluk sınırını belirlemeye vakit bulamıyor. Hal böyle olunca da liberal alaturka, verin mehteri, verin sloganı “Padişahım çok yaşa!”…

“Liberal düzen hayvanoğlunun doğasına uygundur.”

“Koyunlar için değişen bir şey yoktu, nasıl olsa, bu düzende de bir başka düzende de kendi ayaklarından asılacaklardı.”

“Fiyatlar serbest bırakılmalı, zamlar zamanında yapılmalı, halk eğer zamlardan fazla yakınmazsa, ertesi ay yeniden bir zam yapılmalı.”

“Kütükler, demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsurları” arasındadır. Aşağılık kompleksi olan siyaset adamlarına “hödük”, sağa ve sola eğilmediklerini sanan siyasetçilere de “kütük” denmektedir. Kütüklerin hödükleştiği, hödüklerin de kütükleştikleri, zaman zaman görülmektedir.”

“Bir sosyal sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde “tahakkümü”nü kurmayı aklından geçirirsen, bu suçtur; kurarsan değildir. Anayasayı ihlale “teşebbüs” ederseniz, hep birlikte ayvayı yersiniz; ihlal ederseniz paçayı kurtarırsınız. Anayası ihlal eder gibi görünüp de ihlal etmesen bu “teşebbüs” sayılır; suçtur. Anayası ihlal edip de uygular gibi yaparsan bu da haktır.”

“Adamlar, işte böyle, gizli din taşıyorlar. Müslümanlıkları bizim müslümanlardan daha ileriymiş, ileriymiş ki. Bu iş için milyonlarca dolar para ayırmışlar. Eh, dolar da kutsal renk yeşil değil midir?”
Uğur Mumcu

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle, harika bir sistemimiz vardı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Osmanlı borçlarını ödeyen halk, bir yandan üretim yaparak varlıklarını arttırıyordu.

Tam bağımsız Türkiye olabilmemiz için Atatürk‘ümüz önümüzdeki tüm engelleri kaldırmıştı. Olacakları tahmin etmiş, vasiyetlerini de vermişti. Maalesef halk olarak onu utandırdık, hak ettiğimiz medeni yaşamı elimizle ittik.

Her şey Marsall yardımları ile başladı. Marshall yardımları ile Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalandı. ABD’ye orada yakayı kaptırdık işte, madencilik ve tarım dahilinde tüm ekonomik raporları vermeye başladık. Sonrası mı bir daha iflah olmadığımız gibi, bağımlı ülke olmaktan ileriye gidemez olduk. Üzerine, 6. Filo’ya kıble duranları bir yandan hayretle izlerken, diğer yandan ABD’yi sevmeyenler koministtir ya da gayri müslimdir sloganlarını gazetelerde okuduk. Cihat çağrılarıyla kardeşi kardeşe vuran bölücü politilarda kaybettik. John Dewey ile Köy Enstitülerinin kapanması vs vs vs…

Yükselen ekonomi; düşmeye başlarken halk, karanlık geceleri neden kolay kabul etti, Atatürk’ün muhteşem yönetiminin aydınlattığı ama halkın aydınlanmasına yetmediği ve matbaayı 400 küsür sene sonra kullanmaya başlayan Osmanlı’nın 600 küsür yıllık enkazından, halk yeni kurtulmamış mıydı? (Ayrı tartışma konuları…) Cumhuriyetimiz çok gençti.

Marshall yardımlarını ihtiyacımız yokken alıp, ABD’nin satın aldığı cemaatlerce günümüze değin dış borç almaya devam ediyoruz, borçlarımızın faizlerini ödeyemeyen bir ülke konumundayken, torunlarımızın torunlarına değin borç ödetecek bir miras bırakıyoruz.

Müslümanın müslümana darül harp yaptığı bu memleketteki herkes, fazlasıyla zarar görüyor.

Adnan Menderes

Adnan Menderes’in “1946 Türkiye’si ile 1954 Türkiye’si arasında asır farkı değil, çağ farkı vardır.” sözünü bir itiraf olarak okuyorum. “Her mahallede bir milyoner yaratacağız.” sözüyle de liberal kafasını okuyorum. Toprak ağalarının, zenginlerin dostuydu. İnönü’den sonra göreve geldiğinde 400 milyonluk altın rezervinden, eser kalmadı hatta ne hikmetse bütçe, sürekli açık verdi. Muhalif hiçbir şeye izin vermedi. Menderes’in üretimi olan tüm politikaların hala cezasını çekmeye devam ediyoruz!

Türk dilimize ilk saygısızlığı yapan şahsiyet olur kendileri, dini alet ederek anayasaya aykırı hareket eden ve anayasaya müdehale eden bir suçluydu.

“Ben bu orduyu, yedek subaylarla da idare ederim!”

Türk ordularımıza yapılan tüm hatalar tarihte yerlerini aldı. Günümüze değin ne çok komutan ve askerimiz erken emekli edildi ya da görevinden alındı. Belli siyasilerin dönemlerinde sıkça yaşanan bu olayların da etkisiyle ordumuzun getirildiği nokta çok üzücü. Şehitlerimizin kanıyla sulanan, altında şehitlerimizin yattığı, vatan toprakları satılıyor; çıt yok. Kimsecikler yok. Jandarma da artık bağımsız değil, içişlerinin arzusuyla mültecileri sınırdan geçiriyorlar ne güzel. Başka ülkelerin çıkarları için yabancı şirketlerin çıkarını koruyan jandamalardaki askerlerimiz, ormanlarımızı savunan halka güç kullanıyor!

Konudan uzaklaşmadan devam edelim “Nerde kalmıştık?”

Süleyman Demirel

“Demokraside çare. IMF’de para tükenmez. Çiğ yedik de gamımız mı ağrıdı. Pilavdan dönenin gaşşığı kırılsın.. IMF’in bizden para esirgemesi fevkalâde ayıptır…”
Uğur Mumcu
Süleyman Demirel’in ‘‘Hem serbest piyasa, hem liberal ekonomi ve liberal siyaset diyeceksiniz, sonra da bu ülkenin adamlarını tuttuğu işi yapmış olmaya pişman edeceksiniz. Bu olmaz…’’ bu itirafı görev hayatını özetliyor. Bu ülkenin adamlarının tuttuğu iş yani tutulan şeyler; hazine, kamu varlıkları ve halk oldu. Bekir Coşkun bir yazısında bu duruma Kör Tuttuğunu(…) diye özetlemişti. Demirel, tam bağımsız bir ülke olmamıza karşıydı. Onun görev dönemlerinde haklarını arzulayan işçiler defalarca protesto etti. Onu, eğitime yapılan darbelere karşın gençler defalarca protesto ettiler. Birçok katliam onun dönemlerinde yaşandı ve anayasaya defalarca müdehalesi oldu! Hükümeti yönetmediği zamanlarda hükümetleri devirmeyi başarırdı ve ne hikmetse, ondan başkası yeni hükümetleri toparlayamazdı. Askeri darbeler onsuz yapılmış mıdır, zannetmiyorum. Şapkasından her şeyin çıkması mümkündü. O, kötü bir büyücüydü. Şapkasından hiç beyaz bir güvercin çıkarmazdı. Az sevdikleri vardı; ABD’sini, cemaatini, parayı, gücü ve Nazmiye’yi. “Evren, sopalısıydı”, ama görev süreçlerinde birçok komutanı emekli etmeyi asla unutmadı. Süleyman Demirel’in sözleriyle biraz o günleri anımsayalım. Ne süslü sözleriyle itirafları ve halkı aptal yerine koyan, ayarlı lafları vardı…

“Binaenaleyh…”

“Borç almayalım da ne yapalım? Millet başka yere mi hicret etsin.”

“Gap’ı kimseye gap diye gaptırmam.”

“Verdimse ben verdim!”

“Türkiye olarak biz özelleştirmeyi başaramadık.”

“- Özelleştirme korkusunu aşamadık… Hani şu, devletin malını peşkeş çekiyorlar meselesi… Yani biz serbest piyasa ekonomisini henüz tam kavrayamadık.

– Şöyle bir anlayış var: Ne yapılacaksa devlet yapsın… Kör, topal yapsın ama, devlet yapsın… Birileri daha iyi yapıp da para kazanmasın… İşler nasıl işlerse işlesin ama birileri alıp daha iyi işletmesin.

– Zenginlik düşmanlığı… Özelleştirmede bocalamanın özünde, kökünde o yatıyor.

– Biz çok daha önce başladık… Özelleştirme ilk konuşulduğunda devletin elinde 150 milyar dolarlık varlık vardı… Bunca yıl içinde dokuz milyar dolarlık özelleştirme yapıldı… Ve özelleştirme için de yapılan masraf tam dokuz milyar oldu.

– Demokraside ve insan haklarında mesafe almak… Devleti ekonomi, ticaret, finansman, sanayiden tamamen çekmek… Devlet savunma, eğitim, huzur-sükun, adalet, sağlık ve çevre ile uğraşacak… Esas devrim budur… Türkiye devrim yapamıyor… Örneğin özelleştirme konusunda 1984’ten beri kekeleyip, duruyoruz.”

Turgut Özal

“Turgut Özal, Erdal İnönü’nün zayıf bir vücuda sahip olması sebebiyle;
– Yurt dışına çıksa yabancılar ülkede kıtlık var sanırlar, diye latife yapardı. Özal’ın bu latifesini ileten gazeteciye Erdal İnönü de şu cevabı verdi:
– Sayın Özal’ı görünce de ülkedeki kıtlığın nedenini anlarlar herhalde..”.

“Özal: “Bir gün Nasreddin Hoca’nın evine hırsız girer, eşyalarını çalar. Ertesi gün herkes gelip Hoca’yı yeterince tedbirli davranmamakla suçlamaya başlar. Hoca da der ki ‘Kimse hırsızdan söz etmiyor, hırsızın hiç mi suçu yok?’ Tam da öyle…”

Bush: Kesinlikle, güzel fıkraymış, önemli…”

“Cuma günü, Büyük Ankara Otelin’de, İstanbul Teknik Üniversiteliler Birliği’nin geleneksel toplantısında, Başbakan Turgut Bey de vardı. Bir ara mikrofona o da geldi, mühendislere:
Sizleri neşelendirmek için ben de bir fıkra anlatayım, dedi, şöyle konuştu:
1980 yazında Başbakanlık Müsteşarıyken, Paris’e kredi bulmaya gitmiştim. OECD’nin borç verme grubuyla toplantılar yapıyordum Bir yandan da borçların ertelenmesini konuşuyorduk. Para grubunun başkanı bir ara sordu:
Bay Özal, dedi, hem borçlusunuz, hem yeni borç istiyorsunuz. Bunları nasıl ödeyeceksiniz?
Size dedim, bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatayım; fıkrayı anlatırsam hoşlarına gideceğini düşündüm; başladım anlatmaya: Nasrettin Hoca, yol kıyısına çalılar dikiyormuş; “Hocam, bunlar ne?” diye sormuşlar. Hoca karşılık vermiş: “Bu çalılarla borçlarımı ödeyeceğim. Eklemiş: “Bu yoldan koyunlar, kuzular geçecek, yünleri bu çalılara takılacak, yünleri toplayıp eğireceğiz, sonra dokuyup satacağız, borçlarımı da böylece ödeyeceğim!”
Turgut Bey ekledi:
Ben fıkrayı anlattıktan sonra baktım, gülmek bir yana, gülümseyen bile yoktu. Para grubu başkanın da öbürlerinin de suratları asık…
Turgut Bey fıkrasını anlattıktan sonra yerine oturdu. Mühendisler arasında fıkraya gülen olmadı! Vedat Dalokay:
Turgut Bey fıkrayı bağlayamadı! dedi; bir ara yanına gidip konuştu. Kimi mühendisler de:
Başbakan bu fıkrayla bir mesaj veriyor. Türkiye’nin durumuyla ilgili… dediler…”

“Kara para” yasa dışı yollarla kazanılan, yeraltında kazanıldığı için rengi pek belli olmayan ve bu yüzden “kara” olarak adlandırılan bir banknot çeşidiydi. Yasa dışı yollarla kazanılan bu para, yine yasa dışı yollarla, bürokratlara rüşvet olarak verilirse, bu para, bürokratın evinde gün ışığına çıkacağı için aklanmış olurdu. Rüşvet alan bürokrat, bu parayı, lüks daire alımı için kullansa, bu para, inşaat sektörü için yapılan yatırımlara dönüşmüş, bu yolla alın teri değerlendirilmiş olurdu. Ekonomistler, buna, bilindiği gibi “bul karayı, al parayı” derler. Arz-talep eğrisi, bu noktadan teğet geçer.”

“Muhafazakarlık, “muhafaza” ve “kar” hecelerinden oluşuyordu, Özal, “al” gecesi ile bitiyordu. “Muhafazakar” ile “Özal”ı alt alta yazıp, son heceleri ayırıyorduk, “kar-al” çıkıyordu. Milliyetçi ve muhafazakar düzenimizin özeti bu iki hecede saklıydı sanki.”

“Özal’ın kafasındaki model şöyleydi. Dışarıdan bol taze para bulunmalıydı. İçerde de yüksek faiz ile paralar yastık altlarından çıkıp şirket kasalarına girmeliydi. Devlet, yalnızca asayiş işi ile uğraşmalı, özel sektör, duruma hemen hakim olmalıydı.”
Uğur Mumcu

Turgut Özal ile günümüzün temelleri atıldı, barajlarla / köprülerle modellemesini göz boyayarak hazırladı. O, özelleştirme kanun ve yasalarını kurduğu hükümetiyle onaylattı. Amerika’nın en sadık uşağı ünvanını aldı, İngiltere’den vatanımıza ihanetten ödülünü aldı, şeyhinin yanına gömülerek yattı. Turgut Özal’ın sözleriyle sizleri düşünmeye davet ediyorum.

“Benim memurum işini bilir.”

“Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz.”

“Devlet millet içindir, millet devlet için değildir!”

“Ben açık olarak iki şeyin yanındayım. Biri açık bir toplum, ikincisi serbest bir ekonomi.”

“Ekonominin tabii kanunları vardır. Bu kanunların dışına çıkarak nehri tersine akıtmayalım.”

“Devlet, mabut veya baba değildir. Devlet bir istihdam kapısı da değildir. Aslolan devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin zengin olmasıdır.”

“Türkiye hala kalkınamamışsa bunun en büyük sebebi batının içimizden çok kolay adam satın alabilmiş olmasıdır!”

Tansu Çiller

Türkiye’de bir kadın yalnızca başbakan oldu ve o kadın, ibret oldu, burada Tansu Çiller talihsizliğinden bahsediyorum. Sayın Yılmaz Dikbaş‘ın yazısından alıntı yaparak sizlere kısa bir özeti sunuyorum:

“Başbakan olarak ilk işi, Özelleştirme adı altında Devletin Mallarını, yani Türk milletinin varlıklarını yerli ve yabancılara yağmalatma girişimi oldu. Özelleştirme konusunda tavrını şöyle ilan ediyordu: “Ya olacak, ya olacak!” Özelleştirme sonucunda üretimin aratacağı, işsizliğin azalacağı yalanını söyledi. Türk milletinin malları olan Kamu İktisadi Teşekküllerine (KİT) “Kara delik” diyerek değersizleştirme propagandası yaptı. Halkımıza özelleştirmenin yararlı olacağı yalanını şu parlak sloganla yutturmaya çalıştı: “Özelleştirme, Güzelleştirme”. Ben bu sloganı duyar duymaz, yayımlanmaya hazır kitabıma “ÖZELLEŞTİRME SÖMÜRGELEŞTİRME” adını verdim…”

Tansu Çiller’in “Allah’ı size emanet ediyorum.” göndermesini bugünlerde gayet iyi kavrıyoruz. Şehirleştirdiği ilçeler günümüzde en başta kaybeden yerler. Çünkü ilçe iken belli koşullarda müdehale edilebilinirken, şehirleştiğinde o yerlerde çok daha detaylı zarar verilebilinirdi, başardılar. Tarım ve üretim tüm illeştirdiği konumlarda bitti!

Demirel iki anahtar verecekti, Çiller üç anahtar verecekti, Üç Harfli de tüm anahtarları topladı, gayri menkul alınacak fiyatlara kira ödüyor millet…

“Biz milliyetçi ve muhafazakar bir partiyiz. Vatan topraklarını başkaları tarafından paylaşılmasına karşı koyarız. Milli ve manevi değerlere bağlıyız. Ecdat yadigârı bu toprakları kanımızın son damlasına kadar koruruz. Bu siyasi görüşümüzdür. Ekonomik görüşümüz liberaldir. Ticaret yapacağız ki, para gelsin, kaynak yaratılsın. Bunun için şanlı ecdadımızın tarihi köşklerini 49 yıllığına bir Belçika firmasına kiraya vermeyi düşünüyoruz. Böylece dışa açılmış olacağız. Dışa açılmak şarttır.”
Uğur Mumcu

Üç Harfli

Siyasal tarihimiz hayli geniş, konuyu özetleyerek ve araştırmalara dayalı geniş yazmamaya özen gösterdim. Bildiğiniz üzere kara parti geldikten sonra tüm mühim kurumlarımız dahil satıldı. Özelleştirmeleri hoş ve büyük başarı gören oy verenler arttı. Başarısızlıklarını başarı olarak algılatmayı başardı. Ona oy vermek cennetten yer almaya eş değer saydırıldı. O gelene değin, sanki tüm sağ ülke yönetenleri onun yerini hazırlamış gibiydi. Hazıra kayyum misali atandı. Ülkenin kamu kurumlarının satılmasıyla sıcak para gelecekmiş, bu güzel şeymiş diye halk aldatıldı.

Ülkeyi sattı, halkı aldattı, saraylarında lükslü, huzurlu yaşamaya devam ediyor. İtibardan tasarruf olmaz Padişah’ıma, haşa!

“Bu kira işi çok kârlı. Toprak senin, işletme hakkı adamın. Devre-mülk gibi birşey. Adam da kazanıyor, sen de. Vatanı satmak İsteyen şu namussuz solcular da olmasa işler yoluna konacak. Bu kira işi çok kârlı. Neden daha önce akıl edemedik, Allah, Allah.”

“Arap’ın tersi paraydı. Paranın tersi ise Arap!.. Yukarıdan aşağı yaz Arap, aşağıdan yukarı çık para. Sağdan sola oku Arap, soldan sağa oku para… Para, para, para…”
Uğur Mumcu

Ne yapacağımıza, ABD’den, Katar’dan, Rusya’dan ve başka bağımlı olduklarımızdan karar alıyor.

Artık devletçi, halkçı, cumhuriyetçi, laik bir devlet değiliz. Orta sınıf yok; az sayıdaki nüfus aşırı zenginken çok sayıdaki nüfusumuz maalesef çok fakirleşti. Sokaklar suç mahalleri oldular. (Kadına baskı arttı, çocuklara istismarların önü açıldı, ahlak çöktü ve artan cinayetler ile kaybolan devletin silahları…)

Eşitlik yok oldu. Eskiden devlet hastanelerinde milletvekilleri ile işçiler dahil, tüm halk aynı doktorlarca aynı şartlarda muayene olurdu, bugünlerde özel hastanelere giden siyasi büyükler, halka doktorsuz hastane, ilaçsız bir tedavi seviyesine getirdiler. (Fakat, her hastaneye yasin okuyacak hocaları eksik etmediler, ölmemizin garantilenmesi ayrı bir yazı konusu…)

Parası olan çocuğunu okutur, parası olmayan (devlet parasız yatılı okullar yerine) mecburi güzergah olan cemaat kucaklarına, çocuğunu bırakır durumuna geldik. Halkın eğitim hakkına karar veren güruh ise, çocuklarına yavur dedikleri batı medeniyetlerin okullarını layık görüyorlar.

Halk başkanlık sistemiyle kimsesiz bırakıldı.

Acımasız siyasaların yetiştirdiği mazoşist halk ise, sert konuşan ve dövecek olan lider arzusuyla tutuşmaya devam ediyor.

Günümüzde hakaretlerin, küfürlerin, şiddetlerin ve hukuksuzlukların haddini hesabını yapmaya ömrümüz yetmez.

Şiddetle yönetilen halkımıza ilginç söylemler ise kan dondurucu.

“Kutuplaşmaya, karmaşaya, krize, kargaşaya, kaosa, kavgaya ve karanlığa bizimle yürü Türkiye.”
Devlet Bahçeli

“Nerede bir zalim varsa onun yanında olacağız.”
Ahmet Davutoğlu

Solcular

“Solcuları bir araya getirtmek için yapılan çalışmaların 2520 yılına kadar süreceği anlaşılmaktadır. Sol fraksiyonların ve çeşitli sosyal demokrat görüşlerin nerede bir araya gelmeleri gerektiği konusundaki tartışmalarının önümüzdeki yüzyıl içinde başlayacağı sanılmaktadır.”

“Düşünce özgürlüğü, kaşınma özgürlüğünün başladığı yerde bitmektedir.”
Uğur Mumcu

Erdal İnönü ise, bizlere sesleniyor; ”Aman ölme yahu, bir oy gider!”. (KK için bu sözü söylemezdi herhalde, danışmanları ampülden gelen nurculardan oluşuyor ne de olsa.)

Oy verip, kefil olmayı huy ettik. CHP’de çoğunluğu sağladık, KK’ya rağmen seçimi kazandık, masaya oturup kaybetmiş olmayı kabul edeceğini tahmin edemedik.

Solculara yapılan işkenceler ve katliamlarla dolu koca olaylarımız var. Türk solu yıllardır bezdirilip, bölünüyor. Oysa ortak paydamız bir, ortak acı ve ortak arzularda birleşmemiz hayli güçleşiyor.

Mustafa Kemal‘e İngiliz bir gazeteci ülkeyi nasıl kazandığını sorduğunda “Akıllıca birleşerek” cevabını veriyor. Nedense akıllıca birleşmek için ya tüm önlemler alınmış karşımızda ya da akıllı olduğumuz savunulamaz.

73 yıl ülkemizi sağ siyaset yönetip, solculara hatalarını yüklemeyi huy ettiler. Demiyoruz ki siz yönettiniz, yaptıklarınızın sonuçları bunlar! Kendimizi müdafaa edemiyoruz…

Bizim sürümüzü de arzu etikleri çöplüklere sürüyorlar.

Bu kadar ilettiğim tarihten olaylarda solun suçu yok muydu, çoktu. En basiti, Arapça okutulmaya başlandığı zamanlarda çocuklarımız papağan değil, onlar bilmedikleri kelimeleri neden okuyup dursunlar, anlayarak dilleri ile okusunlar demedikleri gibi büyüklerimiz; sonrasında bizlerin anlayışla susuşlarımız noktaladı. Misal, türban demokrasisinde anlayışlı baktık, saygı gösterdik. Üstelik analarımız, üçgen eşarplı ve gayet dindarlardı, yasak yoktu türbana. Türban demokrasisi ile bugün çocukların külotları inerken üzülmekten ileriye gidemiyor, kanunlar karşısında elimiz kolumuz bağlanıyor.

Dövülüyor, öldürülüyor, susuyor, izliyoruz. Biz, böyle gitmeye devam edersek daha çok güdülürüz.

Ülkücüler

Birinin bir erkekle videosuyla, adamın iplerini tutan iktidar hayli kazançlı çıktı. (Burada zaafın ne mühim bir durum olduğunu da görüyoruz.) Hapisteki suçlularını çıkarmak için af istedi, oldu. Mafyalarıyla, kerhaneler ve uyuşturuculardaki yönetimleriyle ünlü. Hayli cinayetlerle elleri hayli kirli. Bunları herkes biliyor. Biliyor bilmesine de ülkü kelimesini karalıyorlar!

Bir ülkücü Türkçe dersinin kaldırılmasına da oy kullanır mı? Bir ülkücü suçlu mu olur? Vatana zarar mı verir?

Aslında bu sorularımla da bir konuya daha değinmeliyim; günümüzdeki hiçbir parti ideolojisine uygun yönetilmiyor ve yürümüyor. Hal böyle olunca da menfaatler, menfaatler işe girince de liberal alaturka ile bul parayı al karayı diğer bir söylemle de gücü yeten gücü yetene.

Liberal Aydınlar

 

“Domuzlar, oldum olası, olacakları bilirler, ancak domuzluklarından hiç ses çıkarmazlardı.”
Uğur Mumcu

“Alman şairi Heine, şeytanın en iyi dostları şeytanın varlığına inanmayan liberal aydınlardır, demişti. Bu çeşit aydınlar düşüncelerini tutarlı göstermek için, bulundukları ülkede rejime ve ülke bütünlüğüne yönelik tehlikeler olduğunu, boyutları ne olursa olsun, asla kabul etmezler veya bu tehlikelerin ancak ve ancak düşünce hürriyetine (tahrik ve propaganda dahil) sınır getirilmemesiyle aşılabileceğini iddia ederler. Ülkemizde de irtica ve bölücülük tehlikesi olduğunu söyleyen, hatta bunca kan dökücü eylemine rağmen PKK’yı açıkça kınayan bir liberal aydın bugüne kadar görülmedi. Düşünce hayatımıza renk kattıkları doğrudur. Ancak cehenneme giden yola en güzel taşları da onlar döşüyorlar. Aslında hiçbir zaman demokrat olmamış ve olmayacak olan siyasal İslamcılar ve bölücüler’ce baştacı edilmeleri bu nedenledir.”

Akil insanları, yetmez ama evetçileri, hatta şantajlarla hiç destek vermeyecekleri zorlayarak kendi saflarında gösterdikleri nice ünlüler var. Satlık gazeteciler haberleri karaladıkları yetmez gibi, sanatı da kötü kullanan görsel satılıkların dizilerinde saraycı, itaatkar, yalan tarihler ile dolu dizilerle mafya filmlerinde öldük. Arabesk müzikle şükürcülüğü, isyancılığı, Allah’a her şeyi bağlamayı, kültürden uzaklaştırmayı çok güzel başardılar. Hatta halkın bazı kesimleri kollarına jiletler kullandı.

Ne izleyeceğimize, neyi dinleyeceğimize, neyi göreceğimize, neyi nasıl düşünmemiz gerektiğine bu liberal aydınlar çok emek verdi. Gerçeklerin önüne çok sağlam perdeler diktiler.

Yetmez ama evet, ama nelere evetmiş?!.

Son Söz

Emperyalizm, büyük ulus devletlerini istemiyor, Türkiye’deki göç hareketlerinin bu husus için belirleyici hazırlık olduğunu umarım yalnız ben görmüyorumdur. Toplumun değer yargılarını kırarak yürüyor, kültür erozyonuna sebep olan bu yeni dünya düzeni hayli mühim bir konu. Nüfus kontrollerini düşünün, 2007’den beri sayılmıyoruz. Dünyadaki ve ülkemizdeki salgın ve virüsleri de hesaba katın. Silah satışlarını yapanların menfaatlerini, insan kaçakçılıklarını vesaire…
Bir yaşam hakkınız olduğunu unutmayın, siyasal ekonomik tarihimiz İzmir İktisat Kongresinden nerelere gelmiş bakınız. Devletçilik ilkesine bakınız, Halkçılık ilkesiyle ilişiğine de…
Birbirimize kırdırılırken, keyifle bizleri izleyenlere bakınız.
Geldiğimiz noktada hepimizin suçlu olduğunu kabul etmek zorundayız. TDK ile Türkçemiz de hedef, anlayan az, anlamayan çok; siyasiler boyna konuşuyor, halkın çoğunluğu haznesince yorumluyor. Demokratik çoğunluğun arzusunca yaşamaya devam etmek de güç.
“Başbakan Anadolu’daki ilçelerde hep böyle yabancı sözcükleri seçerek konuşurdu. Dinleyenler, böylece, başbakanın ne kadar bilgili olduğunu anlarlardı. Böyle konuşmanın çok yararını görmüştü.”
Uğur Mumcu
Yazıma ilhamım Fikret Kızılok‘un Alaturka Liberal şarkısı oldu. Şarkının sözleri;
Gözlerin keman çalardı, dudakların darbukaToplumsal içerikliydin liberal alaturkaKomünist yaklaşımlıydın, kapitalist biçimliHer bakımdan verimliSoyut somutlaşırken değiştirdik havayıSak üstünde damdağan vur beline kazmayı
Tavus kuşu gibiydin, dönüp dönüp baktıranOturup konuşunca felsefeyi saptıranMürekkebi yalamış yutmuş gibi bakardınKitabı ters tutunca gözlerimi kapardım
Bir garip ambalajdın dört tarafı fiyonkluObsesif bir içerik nevrastenik boyutluAnlaması zordu biraz tanımazdım Memduh’uZaten doldurmak gerekti diyalektik boşluğu
Hedefimiz mutluluktu iki çiçek bir böcekTek göz olmuş evimizde tüketim tükenecek
Düşlerimiz satılmadan şarkı olup gidecekBesbedava sersefil çocuklar dinleyecek
Issızlığım ağlaşırken yalnızlığım gelecekTutup ellerimden beni bir yere götürecek
Has bahçenin elmasından ısırıklar alırkenParadoksal bir anlamda ilk ayvayı yiyecek
Erkeğin olmuştum artık radikal bir emniyetFeminist akımların boş bulduğu zihniyetBütünleşmek bu diyordun hadi koçum aslanımPratikte sen olmuştum kendime bir varsayım
Belki hayat tümüyle eylemin kendisiydiAma bunu tek tek anlamak boyut meselesiydiDiyordun ki aptalım evde kalıyor diyeBak ne güzel satıyor şarkıları Zülfü’ye
Haftasonu dediğin gazetenin adıydıSenin için hayatın vazgeçilmez tadıydı
Tutuşturup eline üç gün rahat ederdimGeri kalan dört günde ben de walkman dinlerdim
Adlear reaksiyonu antifreud senteziDoğrusu muydu acep bizim Nisa Suresi
Sabır, namus ve erdem şarkıların mamasıAç kalıyorsa eğer evden kaçar karısı
Fikret Kızılok
Olanlar Oldu (Beddua) şarkısını dinleyerek yazdım bu yazımı;
Uyandım ki bir sabah olanlar olmuş
Ekmeğimi aşımı yamyamlar yutmuş
Tam oramın orası örümcek tutmuş
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Doğar doğmaz anamdan Orhan’ı gördüm
Laf söyletmedim Ferdi’ye çok adam dövdüm
İbo’nun uğruna kaç defa öldüm
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Tam anlarken gerçeği sansür koydular
İşkence yok dediler üryan soydular
Plastik bir cop ile beni oydular
Beni oydular, beni oydular
Plastik bir cop ile beni oydular
Çıksın
Çıksın seni bu hale koyanın canları çıksın
Seni bu hale koyanın canları çıksın
(Canları çıksın)
Kurtaracak beni diye oyumu verdim
Elimi uzattım kolumu verdim
Bir baktım ki sonunda donumu verdim
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Ücretimi veznedar yavaştan saydı
O sırada paranın sıfırı kaldı
Çaresizdim yuvamı bankerler yaptı
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Artık hayatım kumara, şansa kalmıştı
Piyangoda milyarlar beni vurmazdı
Kör olası kaderim on üç tutmazdı
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Anayasa dedikleri garip kitaptır
Her on yılın sonunda halim haraptır
Hükümetin darbesi bizde sevaptır
Beni bu hale koyanın bir bildiği var
Zülfü kara geçerken sen fakir kaldın
Süleyman’i uzaktan senden mi sandın
Papatyalı zakkumda dermanı buldun
Dermanı buldun, dermanı buldun
En sonunda sen de arabesk oldun
Çıksın seni bu hale koyanın canları çıksın
Seni bu hale koyanın canları çıksın
Fikret Kızılok
Ekonomik liberalizmcilere bu Beddua şarkısını atfederek yazımı tamamlıyorum.
Kemalist İlkay
#Liberalizm #Ekonomi #FikretKızılok #SüleymanDemirel #TansuÇiller #AydınMenderes #Özelleştirme#PolitikacılarınSözleri #UğurMumcu #RecepTayyipErdoğan

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!