Kategori arşivi: Eğitim-Okul

Eğitimde ‘Etik’ Sorunsalı

Toplumumuzda eğitim ve eğitimciler hep kutsana gelmiştir ve görülen o ki kutsanmaya da devam edecektir. Bunun tabii sonucu olarak da eğitimdeki etik dışılıklar görülememiştir veya çoğu kere olduğu gibi görmezden gelinmiştir.
Yetişme çağındaki bir çocuk için anne babadan sonra ikincil öncelikli rol model öğretmendir. Bu yüzden ahlaki ve etik değerler konusunda öğretmenlerin sorumluluğu, çocuğun gelişiminde rol oynayan diğer pek çok paydaşından, daha fazla. Eğitim bilimsel verilere göre problemli bir öğrencide ebeveyn ve öğretmenin yanlış tutumunun payı yüzde altmış.

Bu oranı tersten okursak, “yaramazlık” yapan öğrenci yüzde altmış oranda masum!

Eski Yunan’da, Roma İmparatorluğu’nda ve Osmanlının kimi dönemlerinde ve özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ahlaki ve etik değerler konusunda öğretmenlerin, rengiyle, duruşuyla, sahip olduğu değerleriyle, bırakın okulu ve öğrencileri, topluma öncülük ettiğini görüyoruz. Gelelim günümüze…
Bir defa “eğitim” tanımının içi tamamen boşaltılmış durumda. Yani artık eğitim, “istendik davranış değişikliği” değil. Söylemeye dilim varmıyor ama üniversite ve ödüllü yarışma programlarına adam hazırlayan; içerisinde kuru, ansiklopedik bilgiler yığını olan, bir yerlerden ödünç alınmış, eğreti bir sistem çöplüğü durumunda.

Hâlbuki eğitimin en karakteristik özelliği, insanı öteleyip onun yaşamına bazı artılar katmasıdır ve o yüzden de en başta kendisinin sağlam bir temele oturması zorunludur.

Sokrat’a göre gerçek bilgi, insanın özümseyip içselleştirdiği bilgidir. Şöyle der: “Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz!”. İşte bu yüzden sigara içen bir öğretmenin çocuklara, “Sigara içmeyin, sigara sağlığa zararlıdır!” demesi etik değil, etik dışıdır.
İçimizde hocasından dayak yemeyen var mı?
Bu soruya, son dönemde mezun olanlar hariç, kaçımız “hayır” diyebilir? Sadece dayak konusu bile eğitimde etik sorunsalının, üstü örtüle örtüle, ne boyutlara tırmandığının açık bir göstergesidir.

Hocasından dayak yiyen adam karısını döver- kocasından dayak yiyen kadın da çocuğunu döver elbette. Hocasından dayak yiyen polis işkence yapar. Neden mi? Çünkü rol model gördüğü, örnek aldığı hocası kendisini dövmüş ve “adam” etmiştir.

Toplumda gittikçe tırmanan şiddet kültüründe en büyük payın dayakçı öğretmenlere ait olduğunu söylesek hiç abartmış olmayız.
Liselerde yazın yapılan ve kabaca “bütünleme sınavı” diye de adlandırabileceğimiz ortalama yükseltme ve sorumluluk sınavlarında (ortalama yükseltme sınavları 2014’te kaldırıldı, sorumluluk sınavının da sayısı artırıldı) genelde hocalar çocuklara kopya verirler.

Sıkı durun; onlara sorarsanız yaptıkları şey kopya değil, basit bir yardımdır. Basit de bir gerekçesi vardır: “Eğitim zaten ergenlik dönemindeki çocuklara dadılık yapmak değil mi? Tamam işte, mesai bitti, mezun edelim gitsinler başımızdan.” Hatta bu geleneği, özellikle resim, müzik, beden eğitimi öğretmenlerinden bir güruhun ağırlıkta olduğu, normal yazılı sınavlarında da sürdüren ve elinde telefon masasından kalkmayarak sözde öğrencilerin kopya çekmelerine göz yumarak onlara yardımcı olduğunu sanan “iyi” öğretmenler az değildir.
Pedagojik açıdan ise olay tam bir felaket…

Kendi ellerimizle çocuklara hırsızlığı, emek harcamadan kazanmayı öğretiyoruz. Büyüdüğünde kapkaççı, hırsız, dolandırıcı olması kuvvetle muhtemel bu çocuğun suçlusu bizzat biz öğretmenleriz.
Çevrenizi biraz dikkatli gözlemlediyseniz okula; deftersiz, kitapsız bir şekilde turist gibi giden öğrenciler görürsünüz. Onlar okulun uyanıklarıdır, iyiliksever (!) öğretmenlerin yazın bütünleme sınavında ya da şimdilerde olduğu gibi şişirilmiş notlarla kendilerine yardımcı olacaklarını bilirler.
Okullardaki yazılı sınavlarını merkezi sınav şeklinde yapmadığımız ve koridorlara bolca serpiştirdiğimiz kameralardan en az birer tane de sınıflara koymadığımız sürece ne söylesek nafile: İsterseniz Finlandiya eğitim sistemini getirin, çalışmaz!
24 Kasım Öğretmenler Günü’nde sağ olsunlar yavrularımız bizleri unutmazlar ve sınıf annesinin de el altından desteklediği organizasyonla; mücevher, laptop, takım elbise, şık bir saat ve hatta Nişantaşı, Etiler gibi nezih muhitlerde bir arabayla bizleri hatırlarlar…
Bir dakika şu duygusal atmosferi bir dağıtalım isterseniz. Rüşvet yiyen tapu memuru ya da bir trafik polisinin bizim “kutsal” öğretmenimizden ne farkı kaldı şimdi? Onlar da küçük bir hediye mukabilinde vatandaşın işini görmüyorlar mı?

Meslektaşlarım kızmasınlar ama kimi kamu personeline yolunu bulmayı uygulamalı olarak öğreten biz öğretmenleriz. Bir araştırmaya göre Türkiye’de yatırıma harcanan her yüz liranın otuzu rüşvete gidiyormuş, bu bir tesadüf mü?
Burada bir parantez açmadan geçmeyelim. Ülkemizde rüşvet alan kamu görevlileri olduğu gibi, rüşvet almayan ilkeli, dürüst ve namuslu memurlar da var. Onlar konumuzun dışındalar. Elbette bir insan için akşam çocuklarına helal, alın teriyle kazandığı ekmeği götürmesinden daha güzel ne olabilir? Çocuklarımıza bırakacağımız en güzel miras, para pul şan şöhret gibi renkleri zamanla solacak “renkli” oyuncaklar değil, onurlu bir yaşam olmalı.
Bizim okullarda uygulanan bir de öğrenci kılık-kıyafet yönetmeliğimiz var. 1981’de çıkarılan bu yönetmelik çok eski ve ne yazık ki, artık çağımıza yanıt vermiyor. Buradan devlet büyüklerimize sesleniyorum: “Lütfen şu yönetmeliği değiştirin hatta mümkünse tamamen kaldırın.” (Sanırım Bakanlık bu çağrımı duydu: 2014 yılında kılık-kıyafet yönetmeliğinde türban dâhil pek çok konuda özgürlükçü diyebileceğimiz önemli değişiklikler yapıldı ancak kraldan çok kralcı okul müdürleri işgüzarlığa devam ediyor hâlâ.) Bu yönetmeliğin uygulanmasıyla ilgili okullarda maalesef çok çirkin görüntüler var. Öğrencinin beyninin içindekilerle değil de kılık kıyafetiyle, saçıyla makyajıyla ilgileniyor sadece kimi idareciler.
Önünden geçerken öğrencilerin tir tir titredikleri öğretmenler odasından söz etmeden yazımızı bitirmeyelim.
Tertip-düzen timsali sevgili öğretmenlerimizin vitrini öğretmenler odası, çöp kovasından farksız. Kitaplar, dönem ödevleri, test kitapları, yaprak testler, kâğıtlar, zarflar ve yiyecek artıkları masaların üzerinde ve elbise dolaplarının içerisinde rastgele atılmış durumda… Biz sevgili öğretmenler işte o odadan çıkıp sevgili öğrencilere tertip düzen ve temizlik gibi konularında ders veriyoruz…
Hadi tamam çocuğa kötü örnek olduk, yetmedi bir de sahtekârlığı öğretiyoruz, çocuğun temiz zihnini bulandırıyoruz. Allah’tan çocuklar çok zeki de bizim gibi sahtekârları örnek almıyorlar.
Ben burada sadece yaygın olan birkaç etik dışılıktan söz ettim.

Menfaat karşılığı öğrencileri geçirenlerden, kurs açıp kursa gelmeyenleri sınıfta bırakmakla tehdit edenlere, okul dışında ayrıca bir dershanede çalışıp dershanesine gelenlere sınıf geçirmeyi vaat edenlere, kendi öğrencisine özel ders verenlere değin okullarda yaşanan bir dizi etik dışılığı atladım. Onlar da ayrıca birer ilkesizlik örneği olarak inceleme konusu elbette…

Osman Akyol

Yükselen Alçak Değerler

Epey zaman önce, Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, mevcut eğitim sistemine alternatif düşünceler geliştireceği yerde, daha çok da Taş Devri aydını olma özelliğinden kaynaklı olsa gerek, bir TV kanalında; “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” demişti. Böyle demekle de kalmamış okuma oranı arttıkça kendisini afakanlar bastığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu.

Adam hepten haksız değil bana kalırsa. Eğitim süreçleri sonucunda ortaya çıkan insan profili ortada çünkü. Eğitimin geldiği nokta bakımından belki de bir tür itiraf. Şöyle bir göz atalım: Okumuş kesimin belli bir kısmı siyaset yapıyor. Yapılan siyasete bakarsanız durum anlaşılır: Ya din alıp din satıyorlar ya da ırkçı milliyetçilik pompalıyorlar topluma. Toplumu ayrıştırıyorlar, insanı değerleri aşındırıyorlar belledikleri bu. Okumuş kesimin önemli bir kısmı da çeşitli uzmanlıklar adı altında birer yalan makinesine dönüşmüş halde bu siyasete hizmet sunuyor.

Siyasete girmemiş gibi gözüken bir kesim daha var, o kesimin durumu hepten içler acısı. Çeşitli yollardan ve çeşitli hilelerle halkın cebindeki parayı sızdırma peşinde. Okuduğu okullarda yurda, insanlığa yararlı olmayı bırakın, kurnazlık öğrenmişler adeta… Salt kendi çıkarını düşünmek, içinden çıktığı halka kazık atmak ayıp sayılmıyor bunlar arasında. Bu kesimler içinde çete kuranlar mı dersiniz, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapanlar mı, sudan ucuz değerlerle devletten ihale kapanlar mı… Bir sürü utanç verici örnek sayılabilir. İşin püf noktası siyaset bunları besliyor, bunlar da siyaseti. Bul karayı, al parayı düzeni böyle sürüp gidiyor ülkemizde. Toplum yukarıdan aşağıya ahlaksızlaştırılıyor. Bilerek, kasten ve alenen yapılıyor bu iş.

Doğaldır ki bütün bunlar bir sistemin içinde gerçekleşiyor. Sistem de kapitalizm! İster abdestli olsun, ister abdestsiz olsun, kapitalizm! Bizim ülkemizde bu sistem çok acımasız ve çok vicdansız şekilde işliyor üstelik. Kuşkusuz bu sistemin başında okumuş kesimden insanlar var ağırlıklı olarak. Ülkenin üniversitelerinde okuyup avukat, doktor, mühendis, mimar, öğretmen gibi çeşitli mesleklerden insanlar… Sanki ülkenin okulları yetişmiş insan değil de çakallar yetiştirmiş dedirten cinsten. Bakanların bile devlet olanaklarını, halkın paralarını kendi şirketlerine akıttığını gördü bu ülke. Uyuşturucu kaçakçılığı yapan eski bakanlar, başbakanlardan söz edildi. Çetelerle bağlantılı olduğu iddia edilen bakanlara tanık oldu. Halk da bunları son seçimlerle birlikte yeniden başının tacı yaptı.

Okumuşlar arasında namuslu, aydın, çağdaş, yurtsever, doğadan, bir takım insanı değerlerden yana kişiler yok mu? Var kuşkusuz! Hem de epeyce var. Var da bunların okumamış cahil kesimlerle iletişiminin önüne geçilmiş çoktan. Ama din yoluyla ama ırkçı milliyetçi söylemlerle sağlanmış bu iş. Üstelik ilerici, yurtsever, devrimci kişilere karşı amansız baskılar da uygulanmakta. Adeta göz açtırılmıyor. Bu özellikte siyaset yapan kişiler; gazeteciler, doktorlar, öğretmeneler, mimar ve mühendisler, yazarlar, düşünürler büyük baskılar görmekte. Cezaevleri onlar için, işkence onlar için. Türlü yalan ve iftiralarla onların itibarsızlaştırılması sanki siyasetin asli görevi. Basın tek yanlı yalan üfleyen bir makine adeta. Ülkede adil, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yaşam ve böyle bir yaşamı sağlayacak iktidar olanağının önü iyiden iyiye tıkanmış gözüküyor. Zarlar hileli. Nerdeyse bütün kapılar tutulmuş vaziyette.

Geçmişte, her on yılda bir tefeği uzun bir adam çıkar darbe yapardı ülkede. İnsani ve demokratik olan değerler yok edilirdi bir bir. Şimdilerde ise darbeye gerek kalmayacak hale getirdiler işi. Püskürttüler dinci gericiliği, püskürttüler ırkçı milliyetçiliği… İş tamam. İşlesin sömürü çarkı. Bul karayı, al parayı… Halkın ekonomik gücü zayıfladıkça sadaka kültürü de gelişti böylelikle. Kendine cumhuriyeti, demokrasiyi çok gören bir halk oluştu sonunda. Ülke şeyhler ve müritler ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor. Biat kültürü egemen kültür haline getiriliyor ülkede. Şimdi halkın kucağına bir de yavaş yavaş şeriat yerleştiriliyor. Uzun süreden beri ırkçı milliyetçilik ve dinci faşizm kökleştirilmekte ülkenin tamamında. Toplum narkoz yemiş bir hastaya döndü, dönecek.

Halka bu uygulamaları reva gören, haramiler iktidarı da diyebileceğimiz bu tarz iktidarların en çok çekindiği ve korktuğu şey içeriğinde sanatın, edebiyatın ve felsefenin de yer aldığı demokratik, laik ve bilimsel eğitim… Çünkü böyle bir eğitim sürecinden geçen bireyler düşünecek, düş kuracak, soracak, sorgulayacak, yeri gelecek kuşku duyacak, yeri gelecek araştıracak… Dahası bu kişiler okur olacağı için farkındalıkları da yüksek olacak. Yurt ve insan sevgisiyle donanacaklar büyük ölçüde. İçinden geldiği halka yabancı kalmayacaklar. Ülkenin madenlerinin, fabrikalarının, daha başka değerlerinin yabancı tekellere satılmasına karşı çıkacaklar çünkü. Ormanlarının kesilmesine, sularının zehirlemesine, tarım arazilerinin yok olup gitmesine itiraz edecekler. Böyle bir eğitimden geçenler salt kendileri için iyi şeyler istemeyecek, başkalarının acılarına veya sorunlarına duyarlı olacaklar. Doğaya insanlığa karşı sorumlulukları alacaklar aynı zamanda. Köy Enstitüleri bu tarz insan yetiştiren okullardandı bir zamanlar. Kıydılar.

Bir düşünsenize AKP iktidarı boyunca sık sık eğitim programlarına müdahale edildi.

Nerdeyse her yıl yeni bir program uygulamaya kalkışıldı. Her defasında eğitimin demokratik, laik ve bilimsel yanlarıyla oynandı. Bütçeden eğitime ayrılan pay küçüldü de küçüldü. Ardından da içi ve içeriği iyiden iyiye boşaltıldı. Son olarak karma eğitimden vaz geçme çabalarına girdiler. İnsanın kendisini insanda tanıyacağı gerçeği göz ardı edildi. Eğitim birliğini bozarlarsa insanı da bozacaklardı. İnsanı bozdular. İnsanı bozmadan bir ülkede ahlaksızlığın yükselen alçak değer haline gelmesini sağlamak olanaklı değildi çünkü.

Çocuk taciz ve tecavüzlerine ses çıkarmayan, doğa talanına karşı çıkmayan, zama / zülme karşı seyirci kalan; cumhuriyeti, adaleti, hukuku, demokrasiyi, bir takım özgürlükleri kendisine çok gören, gereksiz bulan büyük bir çoğunluk yaratıldı ülkede şimdi. Kimsede kimseye karşı güven bırakmadılar.

Okumuş kesimlerin çoğaldığını gördükçe kendisini afakanlar basan profesör, eğitim görmeyen kesimlerin tarikatların kucağına ne şekilde düşürüldüğünün farkına varsa da bunu açıklamak istemiyor. Oralarda hangi çarkların döndüğünden, hangi paraların nasıl kontrol edildiğinden, çocuk taciz ve tecavüzlerden söz etmiyor. Bu kesimlerin hangi siyasi iktidarların oy deposu olduğundan da rahatsızlık duymuyor belli ki. Çünkü kendisi de okuduğu okullarda ahlak ve etik değerlerini yitirmiş belli ki. Bildiği bir şeyi itiraf ediyor yalnızca. Mevcut eğitim sisteminin ayıplı ve tehlikeli olduğunu, böyle bir eğitimin nitelikli insan yetiştiremeyeceğini aslında o da biliyor ama meseleye başka açıdan bakıyor. İşine geldiği yerden…

Mevcut eğitim o kadar anlamsızlaştırıldı, öylesine insanların ilgisinden uzak hale getirildi ki. Örneğin bu yıl içinde üniversite sınavına giren öğrenciler, çeşitli dallarda yanıtlamak zorunda oldukları soruların ortalama olarak ancak % 10’unu, 15’ini yanıtlayabildiler. Sınavına girenlerden yüz bin öğrencinin sıfır çektiğini duymuş olmalısınız. Başarı oranı yerlerde değil, yerin dibinde. Ülkenin refah düzeyi ile eğitimin düzeyi aynı seviyeye getirildi anlayacağınız. Yoksullaştırarak itaatkâr hale getirdikleri toplumda iktidar olmanın keyfini çıkarıyorlar şimdi de. Başarılarıyla övünüyorlar.

Okumuş kesimin çok ama çok büyük bölümü de ne yazık ki etliye sütlüye karışmayan cinsten.

Altta kalanın canı çıksın diyen çoğunluk. Bunlar da doğal olarak düzenin içinde dönüp dolaşmaktan öte bir şey yapamıyor, yapamaz da zaten. Açıkça söylemek gerekirse halkın büyük çoğunluğu gibi bu kesim de olup bitenler karşısında duyarsız. Şeriat gelmiş, cumhuriyet elden gitmiş; hak hukuk adalet kalmamış bunların umurunda değil. Ülkenin giderek yaşanmaz bir yer haline gelmesi, ülkeye kötülük edenler yüzünden değil de bu kötülüklere ses çıkarmayan çoğunluk yüzündendir diye düşünüyorsunuz ister istemez. Bu kesimle beraber halkın çok önemli bir kesiminin de düzenin çarkıyla girdiği kirli ve ahlaki olmayan ilişki yüreğinizi kanatıyor. Bütün bunların karşısında ciddi, etkili ve kitlelerde karşılık bulan bir muhalefetin yaratılamamış olması ise insanı kahrediyor.

Ülkenin ve ülkedeki eğitimin içler acısı durumu böyle özetlendikten ve yükselen alçak değerlerden dem vurduktan sonra bu yazıyı okuyan hiç kimse de gülecek hal kalmaz kuşkusuz. Bunu sahiden de biliyorum. Aksiliğim üstümde, yine de size bir fıkra anlatarak güldürmeyi deneyeceğim. Üstelik fıkrayla yazıda anlatılanlar arasında bağ bile kurabilirsiniz, hiç belli olmaz: Adamın biri fırından sıcacık bir ekmek alıp eve geliyor. İştahlı iştahlı ekmeği ikiye bölüp yemeyi dünürken bir de ne görsün: Ekmeğin içinde kirli bir çorap. Tepesi atıyor adamın. Kudurmuşa dönüyor. Bunun hesabını sormak için zerre kadar tereddüt etmeden dalıyor fırına. Fırıncıya kızgın ve öfkeli bir şekilde bir sürü şey sayıp sayıştırıyor. Fırıncı da aynı öfke ve kızgınlıkla karşılık vermekte gecikmiyor müşterisine: “Be adam, halimi görmüyor musun? Ekmeğin içinden çorap değil de takım elbise çıkacağını mı bekliyordun, utanmıyor musun!”

Hayrettin Geçkin

Parkta | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Kuyudaki Gerçek | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Dilekçe | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Ardışık Sorular | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Dertleşme (2)

“Halk hiç kimsenin umurunda değil gibiydi.

Sanki şöyle bir karar alınmıştı: Bildikleri gibi yaşasınlar.

Memnunsalar ne mutlu onlara.

Perişan ve kötü bir durumdaysalar dişlerini sıkıp sabırlı olsunlar.”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory Petrov

Derdi mi kimlere nasıl açayım, sesi mi hangi dağlara duyurayım? Midas’ın kulakları eşek kulakları, diye derin kuyulara bağırsam rahatlar mıyım?

Zaman zaman kendimi, dünyayı yani insanları anlama konusunda zorluk çekiyorum.

”Kişi kendinden bilir işi” hesabına giriyorum, çıkamıyorum çünkü ben bu işi kendimden bilemiyorum. Ne kendimi ne de diğerlerini…

”Hem öğrenmek hem öğretmek zorundayız.”
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory Petrov

Ülkenin hali ortada, aşırı adil, aşırı kültürlü, aşırı eğitimli insanlardan oluşan memleketim insanının hali, ahvali de tıpkı hükümet gibi tartışmaya hiç açık değil. Hepimiz her şeyi çok biliyoruz malum!

Bunca yıllık profesyonel velilik hayatımda hala şaşırabiliyor olmama şaşırıyorum. İki çocuk annesi olarak bence iyi bir kariyer yaptım.

Evet kabul ediyorum; insan bencil bir canlıdır hele çocukları söz konusu ise çarpı iki bencildir, muhtemelen içgüdüsel bir davranış. Zaten medeni insan ile vahşi insan arasındaki kalın çizgide farkını burada ortaya koymakta… Öyle delilik ile dahilik arası ”ince bir çizgi” yok!! İki tür arasında gayet kalın bir çizgi insanın gözüne batan.

Rabbena hep bana! Almış Tanrıyı arkasına yürüyor Homo Sapiens.

Maşallah herkesin çocuğu Herakles yarı Tanrı yarı insan kolay değil, bu üstün ırkı okula göndermek. İlla ki topluma bir güç gösterisi sunacak ki Hera’nın hışmından korusun kendini, değil mi?

”Herkes hayattan bir şeyler almaya çalışıyor,

hiç kimse hayata bir şeyler katmaya çalışmıyor.”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory Petrov

Her canlı bencildir(!?) Hayvanlarda yemeğini kendi karnı doymadan diğeri ile paylaşmaz hatta söz konusu çocukları ise çevredeki bütün canlıları alaşağı edebilecek kadar güçlü bir kaplana dönüşür.

Tıpkı bizim veli toplantılarında yaşadığımız, ağzından köpükler saça saça konuşan çocukların anneleri gibi. Kadının hışmından Çarşamba Karısından korkar gibi korktum doğrusu. Çocuk mu anneyi dolduruşa getiriyor, anne mi çocuğu çözemedim. Tavuk-yumurta hikayesi; beni ilgilendiren tek nokta; kızartsak mı-haşlasak mı? Nasıl yesek?

Olması gereken olmuyor, olduramıyorum. ”Sana ne dünyada ki diğer canlı türlerinden, beni ne ilgilendirir?”diyemiyorum.

Neden herkes gibi bende susamıyorum?

”Ama senin çocuğunda şöyle yapıyor böyle yapıyor” başlıklı mahalle kavgasını okula eğitim sıralarına taşıyan; nezaketten uzak veli profili ile yan yana oturup, ”Aman Tanrım ben nasıl bir dünyada çocuk yetiştirmeye çalışıyorum” kaygısı bir yumruk gibi mideme çakıldı. Oradaki herkes gibi ben de çocuğumun derdine düştüm.

Herkesin kendine göre hayattan çıkarımları var, en doğru hangisi bilmem. (Zaten doğru diye bir şey var mı onu da bilmem.) En iyi ebeveyn bu vahşi dünyada, vahşetin kontrolünü ele geçirmeyi çocuğuna öğreten mi yoksa okuduğumuz onca kitaptaki toplumsal ahlak kurallarını çocuğuna yerleştirmeyi başarabilen mi? Sorusuyla uzunca bir süre baş etmeye çalışacağım bir toplantıdan çıktım.

Evde gözünün içine baktığınız, dürüstlük, adalet, eşitlik, nezaket, adabı muaşeret diye diye başının etini yediğiniz çocuğunuzu bu vahşi ortama salmanın üzüntüsü ve umutsuzluğu tarif edilemeyecek kadar ağır.

”Ülkemizde ne yapıyoruz? Ulusumuzun kaderinde nasıl bir rol oynuyoruz?”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory petrov

Kızlarımın arkadaşlarını her zaman kendi çocuklarım gibi gördüm. Onlara hem yüreğimi hem enerjimin kapılarını sonuna kadar açtım. Bütün çocuklar aynı eşit eğitim hakkına sahip olabilsin, diye emek veren kıymetli eğitimcilerimize destek olabilmek için aklımın yettiğince çabaladım.

Kendime itiraf etmem gereken bir konu var ki ben bunu sadece vicdanım için yapmadım. Bu kadar basit değil! Kendimizi vicdanla falan kandırmak kolaycılık olur aslında bu da benim bencilliğim. Toplum iyi olursa, çocuğumun yanında ki arkadaşları iyi olursa dünya daha iyi bir yer olursa evladımı sokağa daha rahat salacağım. O benden uzaktayken düzgün, dürüst yardım sever arkadaşlarının yanında olduğunu bilmek bana huzur verecek. Bugün emek verirsem yine ben rahat edeceğim…

İçimizden geçen iyilik de menfaatlerimiz kadar, tabi buna ne kadar “iyilik” denirse!

Herkesin ebeveynlik anlayışı farklı, bu da benim doğrum.

Dünyayı düzeltemeyeceğinizi bilmek; kendinizde bile düzeltmeniz gereken yüzlerce eksik yön olduğunu düşünürken dışarıda, karşıdaki insanın insan olduğunu algılayamayan yüzlerce primat görmek ve derin nefes alıp doğrularınız üzerine savaşmaya devam etmek hakikaten zor bir duruş.

”Bu insanlar için ‘vatan sevgisi’ kavramı, kaba ve çirkin bile olsa, onlara ait olan değerleri yüceltmek ve bunların en iyi ve en doğru olduğunu kendini beğenmiş bir şekilde kabul etmekle eş anlamlıdır. Tehlikeleri görmemek için kafalarını çöldeki deve kuşu gibi kuma gömmüşler. Birileri kafalarını kumdan çıkarmaya çalıştığında çok kızıyorlar.”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory Petrov

Hayatta olduğunuz sürece size bize rahat yok sevgili veliler, ya çocuklarımız için küçük yaşta savaş vereceğiz ya da ileri zamanda vermediğimiz savaşın acısını bizden söke söke çocuklarımız alacak (Sanırım bu da Tanrıdan umduğumuz adalet).

Dünya kötülerin dünyası; kötülüğümüzü fark etmezsek, yetiştirdiğimiz kötü bireyler bizim paçamıza dolanacak ve yine bizim derdimiz olacak.

Yeryüzünde iyiler ve kötüler arası yapılan bu savaşın galibi her zaman kötüler oldu, olmaya da devam edecek çünkü insan hala vahşi içgüdüleriyle karnını doyurmaya çalışan bir canlı türü.

Kötülüğün kötü çocuk yetiştirmenin tek haklı gerekçesi; bireylerin kötülükle ayakta kaldığı düşüncesi aklımda yine de bu bahanelere rağmen ”Eyvah ben yanlış yapmışım” demedim, demeye de niyetim yok. Doğru bildiğim standartlarda insana yakışır insanca yaşamayı başaran çocuklar yetiştirme çabam devam edecek. Başarsam da başaramasam da…

”Çocuklarla konuşmuyor, hayatlarının nasıl geçtiğini sormuyorlar. Zaman bulunca biraz okşayarak, ellerine bir oyuncak veriyor ve ‘Çocuklar, şimdi gidin ve kendiniz oynayın’ diyorlar. Bu, aslında ‘Gözümden kaybolun, ne yaparsanız yapın, yeter ki bizi rahat bırakın’ demektir.”

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory Petrov

Baştan da belirttiğim gibi ebeveyn olmak bencil olmayı gerektirir. Ebeveynlerin bencil dünyasında hepimiz kendimize bir yol çizdik ”en doğru benim yolum” bakışı ile ilerliyoruz. Umarım en doğru yol, iyilik öğütleyenlerin yoludur…

Dilek

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/dertlesme/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/baskalarinin-acisina-seyirci-kalan-kendi-acisiyla-basa-cikamaz/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/nerede-kaybettik-insanligimizi/?amp=1

https://xn--gndemarivi-9db80j.com/alamutlu-veli-aga-ve-akilsiz-sokrates/?amp=1