Deneme,  Ebeveyn,  Eğitim-Okul,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Kitaplar,  Toplum

Hala, Umut İnsanda!

Paulo Freire dünyaca bilinen saygın bir eğitimcidir ve ülkemizde “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı yapıtıyla tanınmaya başlamıştır.

Kitaplarının birçoğu da Türkçemize kazandırılmıştır. Sözünü ettiğimiz yapıtında yaşamı boyunca okuryazar olmayan ve ezilen olarak ifade ettiği yoksul yetişkinlerin eğitimiyle ilgilenmiş bir eğitimcidir. Freire Ezilenlerin Pedagojisi kitabında sadece belli eğitim merkezinde uygulanacak alternatif bir pedagojiyi değil, amaçları kadar kullandığı araçları da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti önermektedir. Freire’e göre siyaset, kelimenin en geniş anlamıyla bir eğitim süreci olarak ifade edilebilir. Freire öncelikle “bankacı eğitim modeli” diye adlandırdığı ezberci eğitim yöntemini reddeder.

Bu ezberci yöntemde ezilenler, üzerlerine bilgi yatırımı yapılan boş kaplar olarak değerlendirilmektedir. Bankacı eğitim modelinde eğitim öğrenenlere sunulur. Bankacı eğitim modelinde öğrenenler nesne, öğretmenler veya siyasal liderler ise öznedir.

Bu modelde dünya;

Kapalı, durağan bir düzen, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Eğitim faaliyetlerinde diyalog karşıtı tek yanlı bir zorlama, diretme söz konusudur. Diyalog karşıtlığı; ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden ezenlerin üzerlerindeki hükmetme isteğini pekiştiren bir model olarak ifade edilir. Freire diyalog karşıtlığının aksine ezilenlere dayatılmayan, onlarla diyalog içinde oluşturulan bir pedagojiyi “problem tanımlayıcı eğitim” modeli diye adlandırdığı bir metodolojiyi önerir. Freire’e göre yoksul ve eğitimsiz insanları “nesne” olarak algılayan, sınıf farklılığı nedeniyle insani ilişkiler yerine otoriter ilişkileri savunan düşünceler özgürleştirici olamaz. Özgürleşme, ezilenlere lütfedilecek bir olgu değildir ve bu şekilde sunulamaz; aksine ezilen insanların bağımsızlık uğruna verecekleri çabanın sonucudur. Freire’in önerdiği eğitim modelinde, “İnsanların dünya ile ilişkilerindeki problemleri tanımlamalarını, dünyayı insanın kendini yaratma (kendini gerçekleştirme) görevinde kullandığı bir malzeme olarak görmelerini sağlar.’ Diyalogun en önemli ön şartı ise insanlara gerçek anlamda inanmak ve insanları sevmektir. Burada Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” dizelerinin sahibi Zülfü Livaneli’yi de anmış olalım.

Büyük eğitimci Freire ve eğitim felsefesini kısaca andıktan sonra bu bağlamda dünya panoramasına kısaca değinmekte yarar var. Çünkü bankacı eğitim modeli başta bizim eğitim sistemimiz olmak üzere birçok ülkede egemen durumda. Bu eğitim modeli eleştirel düşünen, sorgulayan, özgürleştiren birey değil, tabii olan, uyumlu, itaatkâr birey yetiştirir.

Çok uzun süredir insanlık çok ciddi bir akıl tutulması yaşıyor. Bir yandan da insanlığın önündeki temel sorunlara ışık tutacak paradigma arayışlar sürüyor. Ülkemizde ve dünyada fikirler dünyasında hegemonya kurmuş olan düşünce akımlarının, kısaca hepsinin çıkış kaynağı olarak değerlendirilebilecek olan neoliberalizm insanlığa kan kusturmaya devam ediyor.

Bütün acımasızlığıyla İsrail-Filistin savaşı dünyanın orta yerinde sürüyor ve dünya ülkeleri izliyor. Oysa yaşanan adeta bir soykırım. İnsanlık adına ve geçmişten gelen geleneğimiz adına tarafımız belli ezilenlerden, mazlum Filistin Halkından yanayız. Hitlerin kıyımına uğramış, katledilmiş bir halkın seçilmişleri olan Binyamin Netenyahu hükümeti ABD ve birçok AB ülkesi desteği ile yeni savaş teknolojilerini mazlum Filistin halkı üzerinde kullanıyor.

Dünyanın gündeminde sadece savaş yok elbette.

Ukrayna Rusya savaşı da dâhil savaşların tetiklediği iklim, ekonomik, gıda ve enerji krizi, yoksulluğun küreselleşmesi, güneyden kuzeye doğru kitleler halinde yaşanan göç sorunu insanlığın önünde duran belki de orta vade de insanlığın sonunu getirebilecek sorunlar olarak karşımızda duruyor.

Ülkemiz de dünyada yaşanan bunca sorunun tam da orta yerinde bulunuyor ve doğrudan olumsuz olarak etkileniyor.

Ülkemizi nasıl bir gelecek bekliyor?

Çok uzun süredir eğitim, ekonomi, adalet, sağlık, tarım, demokratikleşme, basın özgürlüğü vb. birçok alanda, bir önceki yılı aratan bir şekilde artan, kronikleşen krizler yaşıyoruz. Kısa ve orta vadede krizden çıkış görünmüyor.

Prof. Dr. Mustafa Durmuş’un yakın zamanda Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonun düzenlediği panelde Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderilen 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinde, 2024 yılı için; 11 Trilyon 89 Milyar TL’lik gider (Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde 27’si); 8 Trilyon 437 Milyar TL’lik gelir öngörülüyor. Dolayısıyla bütçe açığının 2 Trilyon 651,9 Milyar TL (yüzde 6,4), faiz dışı açığın ise 1 trilyon 398 milyar TL olarak gerçekleşmesi öngörülüyor. Böylece önümüzdeki Orta Vadeli Plan döneminde 3 yılda 3 Trilyon 654 Milyar TL bütçe açığı verilmiş olacak. Bu üç yıllık dönemdeki faiz dışı açığın ise 945,3 Milyar TL’ye indirilmesi hedefleniyor. Bu da halka dönük sosyal harcamalarda ciddi bir kesinti olacağını ve / veya vergi yükünün daha da artacağını gösteriyor. Bu yılın Ocak–Eylül (9 aylık) dönemi bütçe açığının 512 Milyar TL olduğu dikkate alındığında, iktidar bloku yılın geri kalan son üç ayında 2 Trilyon 140 Milyar TL’lik bir açığı gerçekleştirecek harcamalarda bulunacak demektir. Yani iktidar sadece deprem harcamaları değil, yerel yönetim seçimleri yolunda çok ciddi harcama yapmayı da planlamış görünüyor. Tabi her şey tasarlandığı gibi giderse, fakat bu plan yapılırken Filistin İsrail savaşı gündemde yoktu!

20 milyonun üzerinde öğrencisi ve 1 milyon 300 bine yaklaşan öğretmen sayısıyla dev bir sistem olan eğitim sistemimiz bu hantal yapısıyla yönetilebilir olmaktan hızla çıkmaktadır.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarına göre, Milli Eğitim Bakanlığı için 2024 yılında 1 trilyon 90,2 milyar lira bütçe ayrıldı. Böylece bütçeden eğitime ayrılan pay yüzde 14,6 oldu. Eğitime ayrılan bu bütçe elbette ki yeterli değil. Belirlenen bu bütçenin içinde eğitim çalışanlarının ücretleri önemli bir pay tutuyor. Aslında eğitimin niteliğini geliştirmek için de geriye pek bir şey kalmıyor.

Eğitim sistemimizin yapısal sorunları nelerdir?

Belki de 20 yıl kadar önce bu sorunun cevabına ilk sıralara birçok eğitimciöğretmen yetiştirme düzenimiz!” derdi. Ama artık eğitim sistemimizin en önemli sorunu eğitim bilim uzmanı ve iki öğrenci babası olarak diyebilirim ki laik, demokratik, çağdaş eğitimden hızla uzaklaşılması ve emekçi sınıfların, Freire gönderme yapalım “ezilenlerin” eğitime erişimidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı uzun yıllardır eğitim sistemimize dışardan ya da içerden müdahil olma çabasındadır. Örneğin 1996 yılında Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektifoldukça kapsamlı bir çalışmayı kitaplaştırmıştır.Güle Oynaya Camiye Gel projesi kapsamında 40 gün sabah namazına gelene bisiklet, okul öncesi eğitim çağındaki çocuklar için Kur’an Kursları açma ve kitap dağıtma, ÇEDES Projesinin (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi) amacı şöyle açıklanmış;Öğrencilerimizin “millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan ve geliştiren fertler olmalarına” ayrıca çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamaktır.”

ÇEDES Koordinasyon Kurulu:

a) MEB DÖGM, DİB DHGM ve GSB GHGM’de, Daire Başkanları başkanlığında en az birer kişiden oluşan ortak kurulu,
b) İl ve ilçe düzeyinde İl / ilçe Müdürü ve Müftüsü başkanlığında il / ilçe müdür yardımcısı / müftü yardımcısı / şube müdürü, il / ilçe koordinatörleri, temsilci öğretmen, manevi danışman ve gençlik merkezi sorumlusu olmak üzere en az altışar kişiden oluşan ortak kurulu.

Artık son aşama olarak Millî Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, Yatılı bölge ortaokullarının pansiyon kısımlarında ibadethane açılır. Okulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumlarında talep edilmesi halinde ibadet ihtiyaçlarını karşılayacak uygun mekân ayrılabilir maddesiokulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumları ile yatılı bölge ortaokullarının pansiyon kısımlarında ibadet ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla doğal aydınlatmalı uygun mekânda mescit açılır” şeklinde değiştirildi.

Milli Eğitim Bakanlığının üst politika belgeleri incelendiğinde (MEB Stratejik Planı, Öğretmen Strateji Belgesi, Kalkınma Planı, OECD Bir Bakışta Eğitim, Orta Vadeli Program vb.) aslında bu uygulamaların söz konusu belgelerde yer almadığını görüyoruz. Bu tür projeler maalesef eğitim dünyasının dışından projelendirilmekte ve MEB’e sunulmaktadır. Kendi düşünceme göre, günümüz dünyasında yeri olmayan bu tür uygulamalar maalesef dışarıdan kotarılmaktadır. Yolukla, yoksullukla, yolsuzlukla debelenen insanlarımızın beklentileri çok başkadır.

Daha geçenlerde iki üniversite öğrencisi ekonomik nedenlerle kendi yaşamını sonlandırdı. Bu düzen maalesef sadece kendi mezar kazıcılığını yapmıyor, ülkemizin de mezarını kazıyor. Madde bağımlılığının yaygınlaştığı, erişiminin çok kolay olduğu, pandemi sonrası ağır psikolojik sorunlar ve öğrenme kayıpları yaşayan çocuklarımızın, eğitim dünyamızın sorunları aynı kalmakla birlikte yenileri de eklenmektedir.

Küresel dünyada küresel bir güç olmak, gönenç içinde yaşayan bir toplum olmak istiyorsak, yolsuzlukların, yoksunlukların ve yoksulluğun olmadığı, daha yaşanabilir bir dünya ve Türkiye istiyorsak, demokratik, çağdaş ve laik bir eğitim sistemi zorunluluktur. Eğitimin dini saiklerle yönetildiği, içeriğinin dinselleştirildiği hiçbir ülke demokratik ve çağdaş değildir. Ülke ve birey olarak refah içinde mutlu olarak yaşamaz.

Son olarak çocuklarımız bilgisayar ya da cep telefonları aracılığıyla dijital bağımlılık yaşamaktadırlar.

Bu durum da onların sosyalleşmelerini engellemekte, iletişim becerilerini zayıflatma, birlikte iş yapma, çalışma alışkanlıklarını yok etmekte, dikkat dağınıklığına neden olmakta, endüstriyel beslenme alışkanlığı yaratmakta, aile bağlarının kopmasına neden olmaktadır.

9.216.000 nüfusuyla İsrail, 57 İslam ülkesinin 1 milyar 600 milyon nüfusa meydan okuyor, çevresi sarılmış durumda Ortadoğu’da çıbanbaşı olarak duruyor. Biz hiç akletmez miyiz?” ArGe çalışmalarına önem veren, bilim ve teknolojiyi gündelik hayatın her alanında kullanan İsrail’in diğer ülkelerden ne farkı var? Bence bu işin sırrı “Hayatta en hakiki mürit ilimdir, fendir, ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir” (M. K. Atatürk) sözlerinde saklıdır.

Burada konuşmamı öğrenci arkadaşlarıma ve anne babalarımıza okuma önerisi olarak üç kitap ismini telaffuz etmek isterim.

1. Yazarı Johann Hari olan “Çalınan Dikkat” veKaybolan Bağlar”
2. Yazarı, Richard Bach, “Martı Jonathan Livingston”

Herkese iyi okumalar diliyorum. Lakin okumakla kalmayalım, anlayıp yorumlayalım, önce kendimizi sonra yakın çevremizi değiştirelim. Benim umudum hala var. Umut İnsanda!
Umutmayalım, cesaret hayatın eleştirisidir.

Büyük öğretmen Fakir Bayburt’un ifadesiyle Sonsuz bir yaşam sonsuz bir umutla yaşanır”.

Sevgiyle kalın.

Ercan EROĞLU
Eğitim Bilimleri Uzmanı

#ErcanEroğlu #Eğitim #EzilenlerinPedogojisi #Paulo Freire  #Ekonomi #Filistin #İsrail #ÇEDES #Demokratikleşme #Özgürlük #gundemarsivi #ogrencisorunlari #egitimpolitikalari #butceacigi

Eğitim Sistemimizin Kaosu ve Ekonomi Politiğine Değinme

Ölüm ve Hayat Arasında Köye Dönüş

Siz de fikrinizi söyleyin!