Edebiyat,  Toplum

Yakamayanlar

Yakamayan yakınlarım vardı benim, artık yoklar cenazelerini bile gömmedim oldukları yerde kaldılar öylece, donuk…

Buz gibi bir çocukluk hafızamda ısıtmaya çalıştığım; söndürmeye çalışmaktan da vazgeçtim. Puslu, karanlık ve kokusuz…

Soğuktan başka hangi betimleme anlatabilir anılarımı…

Çocukların sevilince şımaracağı varsayımı ile büyütülmüş bir neslin arızalı fertleri miydik sadece yoksa beş çocuklu bir ailenin ortancası olarak ”ısıtmayı unuttukları” bir çocuk olmaktan mı kaynaklıydı geçmişimdeki soğukluk…

Sevilme hakkı elinden alınmış bir çocuk sevebilir mi? Yoksa sevildiğini sandığı dala koşa koşa tutunur ve hiç bırakmamacasına küçücük bir kıvılcımla yakmaya mı çalışır ruhundaki buzdağını… Yakıp kül etmek küllerinden doğacağını zannetmek değil miydi?

Hayattan beklentim sadece sevilmek ve sevildiğim yerde sonsuza kadar kalmaktı… Artık değil.

Ya sevebilme ihtimali? Sevmek, ”karşılıksız” hem kendini hem onu ısıtmak…

Şimdi yüzleşme vakti; aslolan sevebilmekti! Gücü ele geçirmek sevmekte gizli… Geçmişimden kalan bu yükü saklaya saklaya gelmekten, bir sıcak bakış ile günü kurtarmaya çalışmaktan yoruldum.

Sevgi dilenmek önüne atılan kadarına razı olmak, onursuzluğundan vazgeçme zamanı.

Hiç sevilmeyen nasıl bilsindi sevmeyi? Önce geçmişi sonra bugünü yaktım.

Asla sevmeyi, birilerinin yakanı olmayı başaramayacağım, korkusuna rağmen valizimi aldım, kapıyı yavaşça kapattım ve tutunduğum son dalı özgür bırakıp yalnızlığına doğru yola koyuldum…

Kararlıyım! Sevmeyi öğrenmeden kimseye yakınlık etmeyeceğim…

Dilek

Lale Köşkün Sırrı

Editör

Siz de fikrinizi söyleyin!