Din,  Toplum

İnancımı Kolay Yitirmedim!

Masumlarda suç arayan suçlular, kendi günahsızlıklarını ibadetleriyle savunuyorlardı. Üstelik darülharp dincilerin üretimiydi.

Çok küçük yaşlarda virüslenip dünyayı bozuk görüyor, herkesin de bozuk görmesini arzuluyorlardı. Ki zarar verdiklerinde görme bozukluğu vardı.

Dualarından korkacağımızı düşünüyor ve hep kazanacaklarını zannediyorlardı. Tanrı ceplerindeymişçesine, her türlü kötülükleri yapmayı sevap zannedebilecek kafaya üşüşmüşlerdi. Çıkarlarına ne uygunsa o hak zannettirmeye çalışıyorlardı.

Çocuklara Tanrı’dan daha yakınlardı ve maalesef, çocukların haykırışlarını Tanrı işitemeyecek denli uzakta görünüyordu.

Çocuklara Tanrı ile yalnız konuşulmasını öğütlüyorlardı, çocuklar başkalarına yaşadıkları istismarları anlatırlarsa o günahtı; kulların yazdığı günahtı, üstelik kulların verebileceği cehennem dahilinde. Hem zaten Kuran’da da çocuk istismarına karşın tek bir ayet yoktu!

Türbansız olana baskı uygulayan sistem, çocuk istismarına “bir kereden bir şey olmaz” diyen kadını üstün tutuyordu; adalet neredeydi? Sırf türban takmadığı için hedef gösterilen kadınlarımız mı suçluydu, yoksa onların tecavüze uğratan ve öldürtenler mi suçluydu?

Sofrasından ekmeğine el konulanın, köpek gibi oy verirsen o ekmekten sana kırıntı veririz diyen mi kutsaldı? (Mazoşistlikse sevgi, sadistler katillerine aşık ettiler.)

Fakirliği övenler zengin fakat hikayelerinde mağdurlar! İnsanın aç kalıp ekmeğini, canını, tüm malını bırakası geliyor da zaten soyulduk. Şansımız yok! Bir kuru canımız, bir de faturalarımız ellerimizde, üstelik ekmeksiz.

Bugün sarayda ne kadar harcanmıştır, Erbaş lüksünden taviz vermiş midir, peki ya bugün lüks araçlarda nerelere gidilmiş ve ne kadar benzin için cebimizden faiz kesilmiştir. Faturalar, Tanrı’nın cehenneminden daha yakıcı görünüyor.

Kuzu ve Kaplan şiirlerinde, bir kaplanın yaşaması için bir kuzunun yem olması gerektiğini irdelemiştim. Bu şiir söylemini konuya bağlarsam, birilerinin kaplan gibi hüküm sürmesi için kuzularımız zarar görüyor.

Dünya’nın temelinden bugüne bakarsak adil yaşam yok. Adalet her canlıya eşit değil. Ben bu hikayede ne kuzu olmak istiyorum ne de kaplan.

Başkalaşım geçirdim, zıpladım. Hayatta kalmak istiyorum. Haksızlık yapmak istemiyorum. Bir yaşam hakkımı bu dünyada arzumca kullanıp, haksızlığa uğramadan; namusumla yaşamak istiyorum. Hülasa kısmında ise bu yazımı özetleyecek olursam; inancımı dünyanın çok kötü nüfusu tüketti! Müdehaleci, suçlu, kanunlar artlarında örgütlü, tembel ve zenginler. Okudum, çokça okudum ve Tanrı’yı aradım. 

Evrimi, evreni ve tarihi anladıkça Tanrı; hikayelerde, dillerde ve bulunmayan soruların cevaplarında yer alıyordu. 16 yaşımdan beri hala Tanrı’yı aynı yerlerde gezinirken görüyorum.

Not: Sayın Ufuk Çetin’in İnancımı Nasıl Yitirdim yazısını okuyunca, okuduğunuz duygularımı satırlara döktüm. Herkesin inancına saygılarımla…

***

İnancımı Nasıl Yitirdim?..


Türkiye’nin en büyük ilaç firmalarından birinde çalışıyorum, maaşlarımız ve işverenin çalışanına verdiği değer Türkiye ortalamasının çok üzerindeydi; buna rağmen kapitalist yaşam ve üretim biçimini anlayamıyordum (zamanla maddi ve manevi olarak bunlar da geriledi doğal olarak çünkü kapitalizmin işlemesi için sömürmesi gerekiyordu ve daha sonra fabrika yabancılara satıldı) daha iyisi mümkün olmalıydı.

Dünyayı yöneten insanları merak ediyordum, bu insanların toplumun hayrını düşünen bir yapıya sahip olmadıklarını öngörüyordum.

Bu arada kendime göre formatladığım bir İslamiyet anlayışım vardı oruç, fitre, zekat dahlinde bir Müslümandım, inancımı sorgulamadığım gibi Müslümanlığın son din olduğu ve bu topraklarda doğduğum için kendimi şanslı hissediyordum, dini günler hariç alkol tüketiyordum, Kur’an’ı Türkçe mealinden okuyup bir şey anlamamıştım.

Genelde sorgulamalarım kapitalizm üzerineydi ve bu sorgulamalar beni kitaplarla tanıştırdı.Yukarıda da belirttiğim gibi yöneten insanları tanımak istemiştim, bunların herhangi bir dini inancı ve insanlığı olmadığını düşünüyordum, savaşlar ve krizler birçok insan gibi benim de canımı yakıyordu, fakat birileri bu ortamlardan zenginliklerine zenginlik, güçlerine güç katıyordu, bizler için daha iyisi mümkün olmalıydı, üretiyoruz fakat; kimin için ve ne için hep sorguluyordum, ayrıca derdimi sendikadaki arkadaşlarıma bile anlatamıyordum.

Bir gün televizyonda Rothschild ailesinin ismini duydum ve bunlarla ilgili kitaplarla kitap okumaya başladım, fakat okudukça her kitap bir başka kaynağı çıkarıyordu karşıma cumhuriyet tarihi, Fransız İhtilali, fakat pazılı tam manasıyla tamamladığımı düşünemiyordum, bu arada kapitalizmi sorgularken dinleri de sorgular olmuştum, çünkü soru işaretleri artmış okuduğum kitaplardaki insan manzaraları bana dinleri halkların, zenginliği ise birkaç asalağın yaşadığını göstermeye başlamıştı ve daha fazla kaynak daha fazla okumakla hayatım geçer olmuştu, ayrıca bir yandan da işe gidiyor iş yerinde arkadaşlarıma sorunun yönetenlerde değil, yönetilenlerde olduğunu, hayata yön veren her şeyin hikaye olduğunu anlatmaya çalışıyordumfakat olmuyordu, okumadan herşeyi biliyorlardı maalesef.

Bu arada  soru işaretleri de devam ediyordu, hayatımız bir kitapsa biz bunun son sayfasını yaşıyorduk, bilgi için bir önceki sayfalara ihtiyacımız oluyordu; sayfaları geriye  doğru çevirerek Sümerlilere kadar gelip İbrahim’i dinlerin kaynağını bulmuştum fakat pazılı tam manasıyla tamamladığımı düşünemiyordum, daha da öncesi olmalıydı.

Hayat dediğimiz kitabı sondan geriye doğru değil de başından okumalıydım oysa başı neresiydi, bilmiyordum. Birgün benim gibi kitap okuyan mühendis kardeşlerimden biri Alaeddin Şenel’in ‘’Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanın Tarihi’’kitabını aldığını söyledi, aradığım kitabın bu olduğunu gördüm çünkü bu kitap hayatı daha farklı anlatıyordu ve ben artık pazılın 13.7 milyar yıllık dilimine ulaşmıştım. Big bang, evrim kısaca bilim çok farklı, dinler çok farklı konulardan bahsediyordu, İbrahim’i dinlerin kitaplarındaki Adem’i göremiyordum, insanın tanrıyı icat etmesi ve çok tanrılı dinler, sihirsel düşünme ve kahin yönetenler, kral tanrılar, yaşadığı ispatlanan veya ispatlanamayan peygamberleri ve hikayeleri, en sonunda bunlardan pek farkı olmayan burjuvanın iktidarı ve onun en iyisini en ucuza üretme hikayesini görüyordum.                                                                                                 

Homo Sapiens Sapiens, bu günlere milyonlarca yıllık bir deneme yanılma ve gelişim döneminden geçerek gelmişti.Yaşadığımız aydınlanma döneminde hala bilmediğimiz yığınla sorular karşımızda duruyorken,(akıllanmasaydık, evrene yayılabilecek miyiz, big bang öncesi vb. gibi ) bir diğer yandan da hayatı biliyormuş gibi yaşamak anlaşılır gibi değildi.

Sonuç olarak hikayeleri yazan da yaşayan da insandı; hikayesini inandıranlar krallar gibi, inananlar ise köle gibi yaşıyordu ve bu uğurda seve seve hayatlarını bile verebiliyordu.

Aslında gerçekler apaçık gözümüzün önünde olmasına rağmen, gözler o kadar körelmişti ki karanlıkta gül gibi yaşıyorlardı. Toplulukların aydınlığı istemediklerini, aydınlatmak isteyen aydınları taşa tuttuklarını, katlettiklerini üzülerek görüyordum.

Bir şeyler yapmalıydım fakat ne yapacağımı bilemiyordum, anlatamıyordum, bilen de biliyordu zaten.

Karanlığa alışan gözler nasıl açılırdı, bu yüzden sizlere kendi hikayemi yazdım.

Sağlıcakla kalın.

Ufukcet

İnancımı Nasıl Yitirdim?..

https://twitter.com/kemalistilkay/status/1101551758348709888?s=46&t=_B0ilzqFZMJO72xGw2NBSg

 

William Blake ile Romantizm Yolculuğu

Karmaşa

Yeeeeeeaaaaaahhh!!!

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!