Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Şiir,  Toplum

Dağlara Çıkan Piyano

Önemli ilklerden biridir bir piyanonun dağlara çıkması…

Kazdağları’nda kırıma uğrayan ağaçların, zehirlenme tehlikesi ile yüz yüze kalan suların, yuvası bozulan kurdun kuşun, nereye göç edeceğini şaşıran börtü böceğin imdadına koşmak; su ve vicdan nöbeti tutan yaşam ve doğa savunucularına arka çıkmak amacıyla 18 Ağustos 2019’da böyle bir ilke imza attı Fazıl’ın piyanosu. Dağlara çıktı.

bir piyanonun dağlara çıktığını gördünüz mü hiç
dağlara çıktı fazıl’ın piyanosu
ağaçlar gördü, kuşlar gördü, ben gördüm

Tuşları tutan özel bir mekanizmaya bağlı çekiçlerin tellere değmesi ile ses çıkaran, evlerdeki ve salonlardaki yerinden oldukça hoşnut piyanoyu icat ettiğinde acaba bir gün onun dağlara çıkabileceğini de öngörebilmiş miydi Bartolomeo Cristofori? 1700’lü yıllarda böyle bir şey kestirilebilir miydi acaba? Evlerdeki ve salonlardaki rahat yerine alışık bir piyano, gün olur dağlara çıkar; kurdu kuşu, börtü böceği de arkasına alır ve dünyanın dev maden şirketlerden birine o dağları dar eder diye aklınızdan geçer miydi sizin de? Dağlara çıktı ve ağaçların, kurdun kuşun, sincapların, karacaların öfkesini bilinir ve görünür kıldı Fazıl’ın Piyanosu.

do’yu bir sıçrayışta geçti fakat
mi’ye dolaştı sincabın kuyruğu / acemilik işte
gülmesi tuttu tilkinin
renkler sürtünüp durdu yapraklara /rüzgâr mı
ne sandıysa çam kozalaklarında bir süre bekledi re
kendini tatilde zannetti si / la şaşkındı
gözlerini silip sağa sola bakındı fa
sol yapıp ilerledi kaplumbağa / sırtında güneş
ne orman halkı alışıktı
ne de fazıl’ın piyanosu böyle şeylere

İlk kez piyanoyu yirmili yaşlarımda bir sinemada görmüş, yanımdakinin kulağına eğilerek o aletin adı ne diye sormuştum, hiç unutmam. Kişisel tarihimde önemli yer tutan bu olay piyanoya ilgimin başlama noktasıdır hiç kuşkusuz. Öğretmen okulunda okuduğum yıllarda öğrenciler flüt üflemeyi bilmeden veya mandolin çalmayı öğrenmeden okuldan mezun olamazlardı. Böyle kati bir kural vardı. Bu kuralı bozduğum için galiba ben de bir ilkim. O yıllarda bu iki enstrümandan birine bile sahip olamamış; flüt üflememiş, mandolin çalmamış biri olarak daha sonraları piyanoya ilgi duymam bana şaşırtıcı geldiği gibi size de doğal olarak tuhaf gelecektir.

ağaçların, böceklerin, suların çağrısıyla
düşlerine binip geri dönmüşlerdi
o iyi atlara binip giden güzel insanlar
mümkün bir dünya çiçeklenmişti gözlerinde
her yaştandılar, her yerden, her düşten
nasıl da yanıltmışlardı yaşar kemal’i
bir masala benzettim önce / belki de bir söylenceye
su ve vicdan nöbeti’yle el tutuşan
balaban tepesi’ndeki orman kardeşliğini
hep bir ağızdan “ağaçlar yurdumuz” diyorlardı
ben duydum, börtü böcek duydu
fazıl’ın piyanosu da duydu

Piyanoya duyduğum garip ilgimden kimseye söz ettiğimi hiç anımsamıyorum. Garip bir ilgi. Garip bir ilgi, çünkü ne piyanom oldu ne de tuşlarına dokunabildim bir kez olsun. Ama ondan yayılan büyülü sesler, ilk duyduğum günden beri hiç gitmedi kulaklarımdan. Merakım arttı da arttı piyanoya karşı. Ne yazık ki bir meraktan ileri de gitmedi, gidemedi. Birbirimize hiç dokunmadık anlayacağınız. Şunu biliyorum ama; eğer bu konuda kendimle ciddi biçimde yüzleşmeye girecek olsam sinemayı, özellikle de Fransız filmlerini sevmemde piyanoya olan merakımın payının hiç de az olmadığı ortaya çıkacaktır. Şaşırmam doğrusu. Ne zaman kapalı bir mekana girsem acaba buralarda bir yerlerde piyano var mı diye sağa sola bakınmama engel olamadığımı da itiraf edeyim yeri geldiği için.

Piyano edinmek olanağınız veya piyano çalmak gibi yeteneğiniz olmasa da diyelim ince uzun parmaklarınız varsa onları bir piyanonun tuşları önünde düşleyebilme özgürlüğünüz her zaman vardır. Bana bu özgürlüğü; “Parmaklarınızı birkaç kez bir piyanonun tuşlarıyla yan yana, kimi zaman da onlara dokunurken düşündüm öğretmenim” diyen bir öğrencim kazandırdı. Ağaçlardan düdük yapmış, suda taş sektirerek ritim tutmuş, dağlardan ovalara çoban ıslıkları fırlatmış, tenekelere vura vura şarkılara türkülere eşlik etmiş, eline geçirdiği kimi eşyaları müzik aleti gibi kullanmış birinin piyano sevdası karşısında ona; “Kardeşim şu anlamsız piyano sevdandan vazgeç ve git bıraktığın çukuru doldur önce. Flüt üfle, mandolin çal, kendine güveniyorsan bağlamayı da hele bir dene,” diyebilirsiniz. Size nasıl kızabilirim, ne diyebilirim ki!

bir çocuk yaklaştı yanıma tam o sıra
amca kötüler yenilebilir mi sizce
ülkesini satanlar, savaş çıkaranlar, ağaçları kesenler
bunun için sincapların çığlığı olabilir miyim istesem
kuşların, suların, toprağın
yerlerin, göklerin aşkıyla söyle amca
ağaçlara kanat olabilir miyim
sessizlik dedi, sessizlik, sessizlik! / kimdi
derinden geliyordu ses
toprak sustu, kurt kuş sustu, ağaçlar sustu
ben sustum / çocuk da sustu
devam etti konuşmaya fazıl’ın piyanosu

Demek ki Fazıl Say da piyanosunun arkasından dağlara çıkmıştı. İzini sürmüştü aşkının. Hazırlıklar tamamdı…Herkes, her şey; on binlerce insan, kurt kuş, börtü böcek kulak kesilmişti Fazıl’ın Piyanosuna… Ülkenin her yerinden, özellikle doğa kıyımlarının yaşandığı yerlerden; Cerattepe’den, Kuzey Ormanlarından; Fatsa, Murat, Munzur dağlarından ve daha pek çok yerden duyuluverdi Fazıl’ın Piyanosu. Yağmalanma korkusu geçiren kıyılar, özgür akmak isteyen dereler, ağaçlar, börtü böcek, kurt kuş ses kattı Fazıl’ın Piyanosu’na. Bir piyanonun; “Ağaçlar yurdumuzdur, yurdunu sevmeli insan” gibi sesler çıkardığını ilk kez duyuyordu orman halkı.

Ben mi? Duyarlıklarımda yaşanmamış aşklar, kurulmamış dünyalar olduğu halde, bir masalın penceresinden izler gibi izledim Dağlara Çıkan Piyano’yu. Oradaydım. Kısık lamba gibi duran piyano merakım birden alevlenmiş; çocukluğuma, gençliğime, düşlerime aynı anda yaklaşmıştım. Ve duydum işte; tuşlarından göklere, denizlere, karalara su gibi akan, rüzgâr gibi esen, şelale gibi dökülen o büyülü sesleri… Kalbim bir nehirden daha hızlıydı. Gitmediğim yerlerdeydim, çıkmadığım adalarda sanki…

tanrıçalar geçiyordu
piyanonun tuşlarına kuşlar doluşurken
ve hektor, homeros, zeus /oradan
bir sevinç çığlığı koptu / dağlara özgü bir çığlıktı bu
ağaçlara özgü bir çığlık
bir çoban ateşiydi gelip karıştı aramıza
tuşlarından kaz dağları marşı yayılırken
ince bir bulut okşadı çocuğun saçlarını / sorularına yanıt
anladım doğayla insanın uyumuydu bu
ağaçların, kuşların, böceklerin ve suların diliydi
aşkın diliydi / özgürlüğün
aya ilk kez ayak basan astronotun adını anımsamaya çalıştı çocuk
okyanusu ilk kez geçen kaptanı
görünce öğrenir insan dedi kendi kendine
asla unutmam dedi dağlara çıkan piyanoyu

sırtında güneş yarılamıştı yolu kaplumbağa
durup o da bir şeyler anlattı çocuğa kendi dilince
ben gördüm, ağaçlar gördü / fazıl’ın piyanosu da gördü

Konserdeki parçalardan biriydi Kazdağları Marşı. Şöyle diyordu Fazıl Say: “Sırada Kazdağıları Marşı’ı var. Bu marşı, buraya gelmeden önce bestelemiştim. Ama sözleri yok. Çünkü ben şair değilim.”

Fazıl Say’ın bu açıklamasından kendime görev çıkarıp, okuduğunuz satırlara eşlik eden dizeleri o marşın sözleri olarak karalayacağımı nerden bilebilirdim! Bu dizelerin oluşturduğu Dağlara Çıkan Piyano adlı şiirin, 10. kitabıma ad olacağını sahi nerden bilebilirdim!

Hayrettin Geçkin

Dağlara Çıkan Piyano | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Az şey mi, “Dağlara Çıkan Piyano”yu ilk gören çocuk o (!) | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Hayrettin Geçkin ve Dağlara Çıkan Piyano şiir kitabı | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Siz de fikrinizi söyleyin!