Edebiyat,  Şiir,  Tartışma,  Toplum

Ne yani, Sezai Karakoç’un Monna Rosa şiirine fit misiniz?

Sezai Karakoç güzellemesi yapan, büyük şair, büyük bir şahsiyet olduğu yolundaki açıklamalarını birbiriyle yarıştıran, bir yandan da devrimci, demokrat ve sol değerler taşıdığını ileri süren veya öyle görünen, öyle olduğunu savunan şair ve yazar arkadaşlar; madem Sezai Karakoç’un bu denli hayranları; onun, söz konusu kitaptaki; “İnsanları şu şekilde bölümlüyorum” dedikten sonra yer verdiği aşağıdaki satırları için ne diyecekler?

Bir televizyon programında benden Nâzım’la Necip Fazıl karşılaştırması yapmamı istediler. Dedim, büyük bir haksızlık olur. Çünkü böyle bir karşılaştırma yapmaya kalkarsak Ahmed Arif, Attila İlhan, Edip Cansever, Enver Gökçe, Gülten Akın, Kemal Özer, Ruşen Hakkı, Ülkü Tamer gibi isimlerini bir çırpıda sayacağım Türkçemizin çok sayıda önemli şairinin görmezden gelinmesine yönelik bir yanlışlık yapmış oluruz ki, bu her şeyden önce Türk Şiirine haksızlık olur. Kaldı ki kendi adıma Necip Fazıl’la bir alıp veremediğim yok… Şairliğine de bir şey demiyorum. Ama Necip Fazıl’ın Nâzım’la kıyaslananacak bir tarafını da görmüyorum açıkçası. Nâzım geleneği aşarak/yıkarak, öte yandan gelenekten ve dünya şiir damarlarından beslenerek, şiirini dünya görüşüyle ilişkilendirip, bir felsefeye yaslandırarak şiirimize yepyeni bir anlayış getirmiştir. Sanırım bu sözlerin arkasından Turgut Uyar’ın şu dizelerini okumama da engel olamamıştım: “Sizin alınız al inandım/Sizin morunuz mor inandım/Tanrınız büyük amenna/Şiiriniz adamakıllı şiir/Dumanı da caba…”

Sezai Karakoç’a ve onun şiirine yönelik bir şey söylemiyorum. Güzel şiirleri var kuşkusuz. Ama konu bu değil. Ancak şaşkınım: Yazar ve şair arkadaşlarımın bir bölümü meğer Sezai Karakoç hayranıymış… Bilmiyor muydum? Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum aslında. Ölenlerin ardından taziye dileğinde bulunurlarken kullandıkları dilden/jargondan günün birinde buralara düşebileceklerinin ipuçlarını vermiyorlardı desem yalan söylemiş olurum. Karakoç’un ölümüyle birlikte yazar ve şair arkadaşların onun şiirlerini paylaşmaları normal karşılanabilir. Yücel Kayıran’ın, üstadın arkasından kaleme aldığı yazıda onu II.Yeni’nin en iyi şairi olarak değerlendirmesi, Monna Rosa’yı “en iyi şiiri değil, ilk yazdığı en iyi şiiri” olarak takdim etmesine de gocunmuyorum. Bunda bir sorun yok. Şiirlerini de beğenebilir insanlar. Son dönemlerinde Karakoç’un siyasal İslamın ilişkilerine çekilemediğinden, ortalarda görünmeyi pek sevmediğinden söz edilmesi de normal geliyor. Edebiyatımızın içinde bulunduğu pür melalden ötürü, “iyi niyetli olmak gerekir” deyip geçiştirilebilir. “Böyle bir değerlendirme yapılabilir, neden olmasın,” da denebilir! Kaldı ki gidenin ardından kötü şeyler konuşmak çağdaş, demokratik, özgürlükçü ve evrensel değerleri değer edinmiş şairlere, yazarlara yakışmaz zaten. Sapla samanın karıştırılmaması güzel şey kuşkusuz. Sonuçta; “Ey sevgili/En sevgili/Uzatma dünya sürgünümü/Benim” diyen şairin dileği kabul olmuştur. Huzur içinde uyusun. Bizlere bunu demek düşer.

Şaşkınlığım Sezai Karakoç’un şiirlerini öve eve bitiremeyen, onu günümüzün Mevlana’sı ilan eden, yere göğe koymayan, kişiliğine methiyeler dizen şair ve yazarların durumu… Sezai Karakoç’un şiirleri, yazıları; Monna Rosa ve Kıyamet Aşısı dahil bütün kitapları geçen yıl İstanbul Gençlik ve Spor Müdürlüğü tarafından halka ücretsiz olarak dağıtılan, “Diriliş Neslinin Amentüsü”ne çıkar aslında… İyi ya da kötü demek için böyle söylemiyorum. Sezai Karakoç güzellemesi yapan, büyük şair, büyük bir şahsiyet olduğu yolundaki açıklamalarını birbiriyle yarıştıran, bir yandan da devrimci, demokrat ve sol değerler taşıdığını ileri süren veya öyle görünen, öyle olduğunu savunan şair ve yazar arkadaşlar; madem Sezai Karakoç’un bu denli hayranları; onun, söz konusu kitaptaki; “İnsanları şu şekilde bölümlüyorum” dedikten sonra yer verdiği aşağıdaki satırları için ne diyecekler? Meraktayım! “Okumadım!” diyemezler çünkü böyle bir durum insanı hem kendini savunmakta zora sokar hem de savunduğunun cahili durumuna düşürür.

“Hakikate uyanlar sağcılar; karşı çıkanlar solcular; hakikat yolunu sürdürenler, gerekirse bu uğurda bütün çıkarlarını, hatta canlarını feda edenler, hakikat yarışçıları, öncüler. İşte bu anlamda sağcıyım. Batılı anlamda sağcılık solculuktur benim gözümde. Ya da solculuktan farksızdır. Kapitalizm, benim gözümde solun bir yüzü, komünizm öbür yüzüdür. İnsan olan derim tükürsün ikisinin de suratına. Solcular, gerek başkalarını sömürmeleriyle, gerek insanların muhtaç oldukları gerçek barışı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yıkmakla toplumların çürümesine, insanların red ya da isyanın pençesine düşmesine sebep olurlar. Kin ve öç tohumunu ekerler. Silahları propagandadır. Ne kadınlara, ne yaşlılara, ne yoksullara, ne öksüzlere acırlar. Gözlerine kan bürümüştür.”

Karakoç’un yazısı gerçek sağın Kur’an’da tanımlandığını, sağcıların Allah topluluğu, solcuların da şeytan topluluğu olduğu şeklinde açıklamalarıyla devam ediyor. Ben kendisini bu sözleriyle hatırlayıp, bir şair nasıl olur da böyle sözler edebilir diye hayrete düşeceğim her hatırlayışta.

Eğri oturup doğru konuşalım: Söz konusu yazar ve şair arkadaşlar bu sözler karşısında ne derler? Ne diyorlar? Ayrıca dünyadaki tüm Müslümanların birleşmesi durumunda sorunların çözüleceğine inanan, ödüllere boğulan, kendisi için devlet kapıları sonuna kadar açık tutulan ve ezanın Türkçe okunduğunu ilk duyduğunda mağdur olduğunu açıklayan Sezai Karakoç’un hangi şiiri özgür, demokratik, insanca yaşam ve adil bir dünya için açılan herhangi bir pankartın ucundan tutmuştur? Hangi şiiri kadınların, yaşlıların, yoksulların, öksüzlerin koluna girmiştir? Hangi şiiri yuvası bozulan kurdun kuşun, börtü böceğin yanında yer almıştır? Niye böyle değildir diye Sezai Karakoç’u yargılamıyorum, böyle bir şeyin peşinde asla değilim. Benim sorunum yazar ve şair arkadaşlarımla.

Kuşkusuz şiirin konusu her şeydir. Bir şiirin öncelikle şiir olması gerekir. Şiirin ajitasyon ve propaganda malzemesine indirgenmesine de gönlüm razı gelmez. Ama bütün bunlara rağmen bir şairin şiirlerinin toplamı adil, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir dünyayı çağrıştırmıyorsa o şairin şiirleri bir eksiler ve/veya eksikler toplamından ibaret değilse başka nedir diye de merak ediyorum.

Sezai Karakoç’un alıntıladığım yazısı düşünüldüğünde bu şair ve yazar arkadaşlar kendi dünya görüşlerini ve kendi şiirlerini nereye koyuyorlar? Adlarını andığımız ve anamadığımız onca şair hakkında Sezai Karakoç’un ne dediği çok belli. Tartışmaya açık hiçbir yan da yok üstelik. Karakoç’un bu yaklaşımıyla birlikte söz konusu şairlerin dünya görüşleri ve şiirleri için ne diyecek bu arkadaşlar? Onları, onların dünya görüşlerini ve şiirlerini nereye koyacaklar? Solcular için söylediklerini nasıl karşılıyorlar? Bir değerlendirme yaparken Sezai Karakoç’un Monna Rosa, Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiirine fit misiniz diye de sormak istiyorum ayrıca.

Siz de fikrinizi söyleyin!