Edebiyat,  Toplum

Şiirkondu’nun Öyküsü

1997’de Güldikeni Yayınları’ndan çıkan ilk kitabım Şiirkondu nerden bakılırsa bakılsın kitaplarımın içinde şanslı ve ön açıcı olanı. Her şeyden önce ilk göz ağrım.

Siz bana “İlk kitabınız okurla nasıl buluştu, öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?” diye sordunuz. İzin verirseniz ben de ilk kitabım Şiirkondu’nun öyküsü diye başlayayım söze. Umarım sorunuzun yanıtını bu öykü içinde görünür hale getirmeyi başarabilirim.

Ortak kitapları saymasak dokuzu şiir, biri öykü olmak üzere on kitabım var. 1997’de Güldikeni Yayınları’ndan çıkan ilk kitabım Şiirkondu nerden bakılırsa bakılsın kitaplarımın içinde şanslı ve ön açıcı olanı. Her şeyden önce ilk göz ağrım. Yayımlandığında içindeki şiirlerin çoğunun yazılışının üzerinden on beş-yirmi yıl geçmişti. Bir bakıma gecikme şiirlerdir Şiirkondu. Bana kalsaydı belki de kitaplaşmayacaktı da. Ancak beni 12 Eylül koşullarından tanıyan ve cezaevinden bir şekilde dışarıya çıkarmayı başardığım şiirlerimi bilen arkadaşlarımın kitap çıkarmam gerektiği ile ilgili baskıları hep üstümdeydi. Yerel gazetelerde olsun, şiir ve edebiyat dergilerinde olsun ara sıra çıkan şiirlerimden haberdar olan arkadaşlarımın baskılarını buna eklersek kitap yayınlatmak konusunda kaçarım kalmamıştı. Bununla beraber katıldığım şiir dinletilerinde okuduğum şiirler de ilgi çekiyor, yayınlanmış kitaplarımın olup olmadığı soruluyordu. Hiç unutmam, bulunduğum ildeki üniversitede düzenlenen bir şiir etkinliği sırasında kapanışa yakın sunucu salondakilere “Aranızda şiir okumak isteyenler varsa sırayla buraya gelsinler; adını, soyadını söyleyip okuyacağı şiirin hangi şaire ait olduğunu belirttikten sonra da birer şiir okusunlar. şeklinde duyuru yapmıştı. Üç beş kişinin arkasından ben de sahneye çıkıp şiirlerimden birini okumuştum. Sunucu, şiirin bana ait olamayacağını düşünmüş olmalı ki “Arkadaşım, okuduğunuz şiirin kime ait olduğunu belirtmediniz.” diyerek azarlamıştı beni. Çok utanmıştım. Oysa ben şair değildim. Şiirin bana ait olduğunu söylersem şair olduğumu ileri sürmüş olacaktım. Ne haddime! O etkinliğin konuğu Cahit Külebi’ydi. Etkinlikten sonra kendisiyle tanışmıştık. Şiirimi beğendiğini ifade etmek için Sen şiire yeni başlamış biri değilsin.” demişti. Şiirimle ilgili böyle şeylerin söylenmesi o zamanlarda çok önemliydi. Bir keresinde Kemal Özer, yanında yöresindekilere beni “Şair arkadaşım!” diye tanıştırmıştı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bunu Ruşen Hakkı da çok sık yapardı. Türk şiirinin bu doruk isimleri şiiri kanıma iyice düşürmüş, şiirlerimi kitaplaştırma duygusu ise içten içe beni ayartmaya başlamıştı. İyi bir okur olduğumu düşünüyordum aslında. Edebiyat dergileri takip ediyor, şiir bilgisi üzerine kitaplar okuyordum ama yine de kitap çıkarıp çıkarmama konusunda bir türlü netleşemiyordum. Diyeceğim birtakım çekincelerim vardı. O günlerde şiir üzerine okuduğum kitaplardan birinde karşıma çıkan “Şairlere acıyorum çünkü onlar şiir yazmayı şiir bilgisi edinmekten daha kolay sanıyorlar.” sözü kafa karışıklığımı büsbütün artırmıştı hatta. Karşılaştığım böyle ifadeler adamakıllı gelgitlere yol açıyordu bende. Öyle ya acınacak duruma düşmek de vardı işin ucunda. İstemediğim bir şeydi bu.

Şiirlerimi kitaplaştırıp kitaplaştırmama konusu çok da bana bağlı gibi gözükmüyordu. Bir yandan arkadaşlarımın “Kitap ne zaman çıkacak?” şeklindeki soruları, bir yandan kimi öğrencilerimin “Sizin şiir kitaplarınız var mı?” şeklindeki soruları beni tasarlamadığım şeylere zorluyor, şiirlerimi kitaplaştırma konusunda gizliden gizliye tetikliyordu. Dostum M. Sait Karaçorlu’nun birçok kez Dosya hazırlığı için yardıma hazırım.” demesi de önemli bir itkiydi bu konuda. Gelin görün ki bir karara varmak öyle kolay olmuyordu yine de.

Ben böyle kafa karışıklığıyla dolaşadurayım tam o sıralarda tanıdık biri kitap çıkarmış, sağ olsun adıma imzalayıp evime kadar getirme lütfunda da bulunmuş. Evde olmadığım bir zamana denk geldiği için oğlum açmış kapıyı. Kitabı bana iletmesini istemiş oğlumdan. Kitap hakkında yorumlarımı da beklediğini söylemiş. Oğlum kitabı kendince incelemiş önce ve çok yetersiz bulmuş. Kuşkusuz kendince bir kanı bu. Kitabı üçgen prizma haline getirip salona girdiğimde kolayca göreyim diye televizyonun önüne koymuş evden çıkarken de. Onunla da yetinmemiş küçük bir kağıda “Bak kimler kitap çıkarmış da sen hâlâ ağırdan alıyorsun.” anlamında Utan baba utan! diye bir not yazarak yine göreceğim şekilde kitabın yanına bırakmış. Bütün bu yaşananların sonunda yazılmış onca güzel şiir, öykü, roman, deneme kitaplarını okumak dururken onlara haksızlık etmek pahasına dostum M. Sait Karaçorlu’yu arayarak dosya hazırlığına başlayabileceğimizi söyledim. O dostumun günler süren emeğini asla unutamam. İlk kitabım Şiirkondu böyle bir süreç sonucunda ortaya çıktı diyebilirim kısaca.

Şiirkondu çıktıktan sonra kendi kendimin eleştirmeni de oldum bir şekilde. Açıklarımı, eksiklerimi fark ettim bir ölçüde. Yeni kendime gidecek yolları görmeye başladım.

Kitabın ilk okurları evdekiler oldu kuşkusuz. Eve gelen konuklarla genişledi halka. Kitaplarımdan birisini kitaplığımdaki kitapların arasına yerleştirdiğimi hiç unutamam. Kitaplığın bulunduğu odaya girip çıkarken Şiirkondu’nun onların arasında nasıl durduğunu gözlemenin şimdilere uzanan heyecanından bile söz edebilirim. Gel gelelim Şiirkondu bir de sorumluluk yüklemişti bana. Sevinçli olduğum kadar kederliydim de bu yüzden. Yola çıkmış da oldum. Bunun altına düşecek şeyler yapmamalıydım. Derken kitap hakkında önemli kalemler, tanıtım ve eleştiri yazıları yazdılar. Ruşen Hakkı, Dursun Özden, Fahrettin Demir, Ruhan Odabaş bir çırpıda aklıma gelen isimler. Kitap hakkında Türkçe öğretmeni Emin Bilir’in kapsamlı, katmanlı, derin inceleme ve çözümlemelere dayanan ve bir dergide yayımlanan yazısı edebiyata, şiire, yollara yazgılı olduğum duygusunu bende en yükseklere çıkaran yazı oldu. Değişik zamanlarda on-on beş kez okuduğumu anımsıyorum o yazıyı. Şiir evreninde bir yer tuttuğuma inanmaya başlamıştım artık. Şunu rahatça söyleyebilirim: Şiirkondu çıktıktan sonra kendi kendimin eleştirmeni de oldum bir şekilde. Açıklarımı, eksiklerimi fark ettim bir ölçüde. Yeni kendime gidecek yolları görmeye başladım.

Kitabın çıkması, buna benim kadar hatta benden daha fazla sevinen arkadaşlarımın olduğunu da gösterdi bu arada. Müthiş bir duygu. Kitabımın bilinmesi için benim herhangi bir çabaya gereksinimim yoktu. Radyo programları, imza günleriyle geçiyordu günlerim. Kentin en entelektüel ve Türkçeyi en güzel kullananlarından biri olan gazeteci yazar Mustafa Küpçü ile kendisinin yaptığı bir radyo programına konuk olduğum sırada tanıştık. Sevindiğim olaylardan biridir bu tanışma. Radyodaki canlı yayın sırasında söyleşinin yanı sıra şiirlerimden örnekler de veriyordum. Program bitiminde Küpçü’nün “Şaşkınım, sizi şimdiye kadar tanımadığım için kendimi affetmiyorum.” gibi sözleri hâlâ çınlar kulaklarımda. Şair Mahir İrfan Benli ile yazdığı gazetenin sanat sayfasında yaptığımız söyleşi gazete okurları tarafından büyük ilgi gördü. Öğrencilerimin ellerinde kitabımı görmek de müthiş haz veriyordu bana. TV 41, Olay TV, Su TV gibi yerli ve ulusal kanallarda konuk oldum süreç içinde. Ne heyecan ama. Sahiden de şiirden bir kondu yapmıştım kendime: Şiirkondu! Varlığından sevinç duyduğum ikinci bir dünya.

Bakın aklıma geldi, anlatmalıyım bunu da:

Edebiyat öğretmeni bir arkadaşla rastlaştık sokakta.Kitabın çıkmış Hayrettin. Hangi kitabevinde satılıyorsa ben de alayım, benim de sana bir katkım olsun, onca masraf etmişsindir. dedi. Kitap yazmakla, sanki yardım yapılması gereken kişi durumuna düşmüşüm duygusu yarattı arkadaşın bu sözleri bende. Kitap, birkaç noktada satışta olduğu halde ona bundan söz etmedim. “Bir ara hallederiz.” diyerek onu geçiştirdim!

Asıl anlatmam gereken başka bir şey var:

Şiirkondu çıkar çıkmaz üç öğretmen arkadaş, hayatımı konu alan bir oyun yazmak için kolları sıvamışlar. Benden gizli tutulmuş bu iş. Oyun, yazılma aşamasında Artvin’in Şavşat ilçesi Çoraklı köyünde yaşayan anneme ulaşmayı da başarmışlar. Köy evimizde telefon yoktu. Cep telefonları da kullanımda değildi henüz. Köy kooperatifine çağrılmış annem telefon görüşmesi için. O görüşmeyle oyun için gerekli birtakım bilgilere ulaşmayı ummuş arkadaşlarım. Annem yine oğlumun başına bir şey geldi sanmış. Yine tutuklayacaklar, işkence yapacaklar diye paniğe kapılmış.Teyze biz Hayrettin’in arkadaşlarıyız, oğlunuz bir yazar, onun hakkında sizden bilgi almak istiyoruz.” demişlerse de “Oğlum kötü bir şey yazmaz.” deyip telefonu kapatmış yüzlerine. Hayatımı konu alan iki perdelik oyun, Şiirkondu yayımlandıktan bir süre sonra yaşadığım ve öğretmenlik yaptığım kentin halk eğitim merkezi salonunda sahnelendi. “Sana sürpriz bir oyun izleteceğiz.” demişlerdi arkadaşlarım. Salona hayatımın sahneleneceğinden habersiz girdim. Herhangi bir gösteri veya herhangi bir oyunu izleyeceğimizi düşünüyordum. Oyun öncesi müzik eşliğinde seslendirilmiş şiirlerim duvarlardan inip salonu doldurmaya başlamıştı. Salon tıklım tıklımdı. Şaşkındım. Kalbim, bir nehirden daha hızlıydı. Arkadaşlarımın sürprizi buymuş demeye kalmadan asıl sürpriz bu olayın arkasından geldi. Çok sürmeden fark ettim ki sahnelenen benim hayatım. Türkçeyi, oyun boyunca yaşadığım duyguları anlatabilecek kadar kullanabilmeyi çok isterdim açıkça söylemek gerekirse.

“Onurlu olmanın, kardeşliğin, barışın, güzel günlere özlemin şiirini yazmışsınız.”

İlgi duyduğum, kuruluş çalışmalarına ve propaganda faaliyetlerine de katıldığım sol, sosyalist, devrimci bir siyasi partiye yüz adet Şiirkondu bağışlamıştım. Parti yeni kurulmuştu ve mali sıkıntılar çekiyordu. Aklım sıra “Aşkın ve Devrimin Partisi’ne” şiirle ve şiir kitaplarımla destek vermeye çalışacaktım. Bağış olayından bir hafta sonra partiye uğradığımda kolinin içinden bir kitap eksildiği, yerine ederine yakın bir miktar para konduğu gözüme çarptı. Bir ay sonra uğradığımda ise kitaplarda herhangi bir azalma olmamış, sadece oraya konan para alınmıştı. Çok gücüme gitmişti. O yapı içinde onca sevildiğimin karşılığı mıydı bu? Kitap kolisini konduğu yerden sırtlandığım gibi araç ulaşımına kapalı bir caddeye gittim. Yağmur çiseliyordu. Okur olabileceğini gözüme kestirdiğim insanlara bildiri dağıtır gibi dağıtmaya başladım kitapları. 10-15 dakika içinde hepsi bitti. Bu olay hayatımda övündüğüm ve utandığım olaylardan biridir. Kitapları bu şekilde elden çıkarınca çok karışık duygular içinde evin yolunu tuttum. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Apartman girişindeki posta kutusunda adıma bir mektup vardı. Mahallemizin bağlı olduğu beldenin belediye başkanından geliyordu. “Değerli Şair Hayrettin Geçkin! Güldikeni Yayınları’ndan çıkan Şiirkondu adlı kitabınız için sizi kutluyoruz. Onurlu olmanın, kardeşliğin, barışın, güzel günlere özlemin şiirini yazmışsınız. Belediyemizin yetkili komisyonu kitabınızdan ederi karşılığında yüz adet satın alma kararı aldı. Teveccüh gösterir ve aşağıdaki telefondan bizi ararsanız görevlimiz bizzat kapınıza kadar gelerek ederini size takdim edip kitapları teslim alacaktır. Başarı dileklerimizle…” İmza, belediye başkanı. Taban tabana karşıt olduğum bir siyasi partinin belediye başkanı… Gel de utanma! Gel de övünme! Ne güzel bir ifade: “Kardeşin duymaz el oğlu duyar!

O akşam evde yalnızdım. Eve girince perdeleri çektim ve uzun süre hıçkıra hıçkıra ağladım. Gözyaşlarım dindikten sonra eve gelirken aldığım ufak rakıdan medet umarak başına çöktüm ama ne yazık ki o beni sarhoş etmeye yetmedi. O gün yaşadıklarımın sonucunda hissettiklerimle ilgili benim için bugün bile özel önem taşıyan çok kısa bir yazı kaleme aldım. Şöyleydi: Daha güzel bir dünya yaratmak gelişmiş insan işidir. Diyelim ki ülkede adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim kurdunuz, toplumu sanat ve edebiyat eğitiminden geçirmedikten sonra o yönetim biçimini ayakta tutamazsınız. Toplumu sanat ve edebiyat eğitiminden geçirmeden öyle bir yönetim kurmak mümkün olsa bile bünyesinde bir sürü arıza barındırır. Salt karşı olanlardan oluşan kalabalıkların kurabileceği yönetimin adı ne olursa olsun insanlara acı vermekten öte bir yere gidemez. Bu ifadeye benzer bir ifadeyi yıllar sonra şair ağabeyim, dostum, hocam, felsefe profesörü Afşar Timuçin’den duyduğumda hem çok şaşırmış, hem de çok sevinmiştim.

İlk kitabımla İstanbul TÜYAP’a katıldım. Türkçenin Aymatov’u diye tanımladığım Ergün Altun da bana eşlik etti oraya giderken. Ne var ne yok diye stantları dolaşan üniversiteden arkadaşı bir şairle bile beni tanıştırdı hatta. İsmini veremem o şairin. Ona kitaplarımın olduğu masadan bir Şiirkondu alarak uzattı Ergün. “Bir bak bakalım Hayrettin ağabeyin şiirleri nasıl?” Ben ilgilenmemiş gibi yaparak yüzümü döndüm, hatta birkaç adım da uzaklaştım yanlarından. Kulağım onlardaydı ama. Kitabın yapraklarını şöyle bir çevirdi ve hiçbir şiirin tek bir dizesini tam olarak okumadan Ergün’e boş, iş yok, bildik hikaye anlamına gelecek yüz ifadesiyle bir takım hareketler yaptı. Ergün kitabı çekip aldı elinden. Dönüş yolunda “Bana inanmanı istiyorum ağabey. Onun dört şiir kitabı var. Şiirkondu onun kitaplarının dördünden de daha şiir, daha güzel.” dedi. “Sen şiire emek veriyorsun. Sen yüreği zaten şiir birisin.” diyerek birçok şey daha ekledi sözlerine. Böyle yapmakla belki de olaydan etkilenmemin önüne geçmeye çalıştı. Bilmiyorum ki. Aslında eleştiriye son derece açık ve ondan beslenen biri olduğumu biliyordu Ergün. Ama şairinki eleştiri değeri taşımıyordu. Zavallı diyerek ben üzüldüm onun haline. O olayı, Ergün’ün sıcaklığı ve bana olan güveniyle birlikte hep sakladım kalbimin bir yerinde.

Benim edebiyata ilgimden, okuduğum kitaplardan, izlediğim sinema ve tiyatrolardan, sağda solda girdiğim tartışmalardan, yaptığım konuşmalardan ötürü çok kaliteli bir kitap yayımlamış olacağımdan emin bir tanıdığım, Şiirkondu’yu eline aldığında hayal kırıklığına uğramış. Karşılaştığımızda da “Gerçi öğrenciliğim sırasında okul kitaplarında okuduğum şiirlerin dışında şiir okumadım ama açık söylemek gerekirse okuduğum o şiirlerin çok çok gerisinde buldum senin şiirlerini. Bunlardan şiir olmaz dostum.” diyerek eleştirmişti beni. Ona sarılarak teşekkür ettiğimi, içtenliğine inandığımı ifade etmemi de eklemem lazım Şiirkondu’nun öyküsüne… Hiç olmazsa şiirlerimi okumuştu çünkü.

Şiirkondu diğer dokuz kitabımın gözesidir aynı zamanda. Bana öyle geliyor ki hepsi ondan doğmadır.

Şiirkondu ile ilgili ilginç bir olay daha var, anlatmasam sorunuzu eksik yanıtlamış olurum:

Bir hemşerimle İstanbul’da bir düğünde karşılaştık. Oğlu Çanakkale’de askermiş. Askerden döndüğünde şöyle bir şey anlatmış babasına:Bize askerde konser verdiler. Orda bir kadın şarkıcı Hayrettin amcadan şiir okudu.” Kulaklarıma inanmadım. Bu doğru olabilir çünkü Çatalca Belediyesi’nce düzenlenen, Nesin Vakfı’ndaki çocukların da şenlendirdiği bir şiir dinletisine Gülcemal Durdu, Şerafettin Kaya ve Yılmaz Arslan’la birlikte konuk olmuştuk. Aramızda biri daha vardı. Şarkıcı Sevda Demirel. O da sahnede bizlerin arasında oturdu. Hatta etkinlik sırasında ona da söz düştü. Kendisine bir adet Şiirkondu imzalayıp armağan ettim etkinlik bitiminde. Bana teşekkür ederek yakında Çanakkale’de askerlere konser vereceğinden söz etti ve bu kitaptan bir şiiri orada okuyacağını ekledi sözlerine. Hangi şiirimi okuduğunu hep merak etmişimdir Sevda Demirel’in.

Şiirkondu adı bir başka şaire esin oldu yayımlandıktan birkaç yıl sonra. Hüzünkondu adıyla çıktı şiir kitabı o şairin. Olumsuz eleştiriler aldı kitabın adından ötürü o şair. Aynı ilde Şiirkondu adıyla çıkan bir kitabın ardından Hüzünkondu adıyla bir kitabın çıkması yadırgandı nedense. Arkadaşın şiire devam etmemesinin nedeni olarak da düşündüm zaman zaman o eleştirileri ve çok üzüldüm.

Sözlerimin başında kitaplarımın içinde en şanslı ve ön açıcı olanı demiştim Şiirkondu için. Ama bir şey daha belirtmem lazım. Ben de Şiirkondu sayesinde şanslı oldum aslında. Şiirkondu beni yeni yeni okumalara götürdü, başka sanat dallarıyla tanıştırdı, yüze yakın dergide şiirlerim ya da şiir üzerine yazılarım yayımlandı. Yerli yabacı antolojilerde ve birtakım ansiklopedilerde yer aldım. Bestelenen şiirlerim oldu. Şiirkondu diğer dokuz kitabımın gözesidir aynı zamanda. Bana öyle geliyor ki hepsi ondan doğmadır. Şiirlerimin üç beş dile çevrilmesinin önünü açan da Şiirkondu’dur. Bir üniversitede şiir dersleri, bir ilde yaratıcı yazarlık dersleri verme olanağını da Şiirkondu ile başlayan süreç sağladı bana. Başka ülkelerde şiirle ilgili bana da söz düştü Şiirkondu sayesinde. Şiirden bir dünyam, çok sayıda şair-yazar dostum var. Bir yazar örgütünün herhangi bir yerde temsilcisi olmak az onur mu? Kitaplarımdan ödül alanlar bu ödülleri Şiirkondu’ya borçlu değiller mi? Çeşitli yarışmalarda jüri üyelikleri yapmamdan ötürü ilk teşekkürü Şiirkondu’ya yapmam gerekmiyor mu? Aslında bu olup bitenlerin hepsi Şiirkondu’nun başının altından çıkmadı mı? Az şey mi bütün bu saydıklarım?

Anlattıklarıma ilk kitabımın ilk şiirini iliştirerek şiiri, sizleri ve dünyayı selamlayarak bitireyim.

MERHABA

kalkıp kurulmuşum sabaha
gözlerimde sevda bulutları
merhaba

dudaklarım öpücüklerdeki sıcaklık
dalgaları ateş köpüğü gülüşlerim
merhaba

kapı çalmaz
hal bilmez şiirler basmış gecelerimi
uyumamışım
uykusuzluğum
merhaba

çocuk sesleri ekmek kokusunda
kuş kanatlarında gecenin mavisi
bekleyenim merhaba

ben kitaplıklarda olacağım ararsanız
umut tarlalarında
direnişlerde
kürsü başında öğretmenim
ellerim yaşanası bir dünya işçiliğinde
yaşanası dünya
merhaba

Hayrettin Geçkin

Lilura Üzerinden Ayhan’la Dertleşme Denemesi

Siz de fikrinizi söyleyin!