Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Siyaset,  Toplum

Aydınlar ve Kandiller

Nazım Hikmet’in “Bir umuttur yaşamak” tümcesinden hayata baktığımız zaman, toplumda oluşan ya da oluşmuş umut kırıklıklarının örtüsünü kaldıran; dünyadaki gelişmeleri izleyen, bilgi sahibi olduğu konuları anlatıp yorumlayan, eğitim düzeyi yüksek, ahlaklı bakış açısına iye insanlara aydın kişi diyoruz.

Bir de her konuda uzmanlaşmış, hangi okuldan mezun olduğu bilinmeyen, soyu silik; TV kanallarının müdavimi, yalanı doğruymuş gibi topluma şırıngalayan, siyasal erkin önüne yapıştırdığı kağıtları ezberinden okuyan kandiller vardır. Çoğu da İç Anadolu‘nun yoksul mahallelerinin çeperlerinde yetişmiş, abdestli , namazlı (cuma günleri seccadesini koltuk altında taşır), oruçlu kişilerdir.

Ulusumuzun demografik yapısının bozulmasına neden oluşturan; Afganistan’dan, Suriye’den, Afrika’dan, Pakistan’dan gelen kim olduğu belirsiz  yığınların kabullenilmesini, bu kişilerin (ki, tamamına yakını erkek!) toplum içinde kabul görmesini, tarımda, hayvan otlatmakta, küçük sanayi kuruluşlarında ucuz iş gücü olarak istihdam edilmesinin ekonomiye olağanüstü yararı olacağını ballı dudakla önermektedirler! Bu önermeyi yapan kişilerin içinde, geçmişin (ya da günümüzün solcusu – ki; özünde bunlar Neo Liberal Solcu! -) anlı şanlı DEVRİMCİSİ olarak saygı gören, imde Ulus devleti modası geçmiş bir yapı olarak değerlendiren yönetsel erkçe satın alınmış (ahlakını para karşılığı terk etmiş) kişiler, kendilerine inanan, onların geçmişine inanılmaz saygı duyan kitleyi kakofonileriyle boğup (hepsinin dili fırıncı küreği gibidir, çok güzel de laf yapar) yarına dair öngörüde bulunurlar!

Fetullah Gülen ve onunla kolkola yürümekten haz alan AKP muktedirleri (Ak parti iktidara geldiğinde devleti yönetecek insan yığınından yoksundu. Bu açığı eğitim düzeyi yüksek olan bu cemaatin kendilerine önerdiği kişilerle kapattı.) zaman içinde çıkar çatışmasına dönüşen paylaşım dolayısıyla bir birlerini boğdular…

Televizyon Kanalları, Yazılı Basın hızlıca el değiştirdi. Laik, Demokratik, Devrimci, Hukuk Devletine karşı İslamcı bir kalkışma olduğunu sezinleyen toplumcu kesim ülkenin her kentinde gösteri düzenledi. Duyarlı aydınlarımız bu mitinglerde kürsüye çıkıp yurttaşlara geleceğimizin karanlığa sürüklediğini anlatmaya çalıştı…

Ne yazık ki; birlikten güç doğurmasını beceremeyen, kişisel çıkarlarını öne çıkaran birileri güzel bir gelecek sunan bu girişimi ne yazık ki baltaladı! Toplumsal muhalefetin içindeki bu karmaşıklığı gören Fetullahçı yapı olağanüstü bir atak yaptı. Sivil Toplum Kuruluşlarına ve TSK’ne saldırı başlattı!

Adları öne çıkmış, ülkenin aydınları gece yarısı, sabaha karşı Terörle Mücadele ve Siyasi şubenin görevli polislerince SAVCILIK buyruğuyla gözaltına alınmaya başlandı… Dalga dalga yayılan Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gözaltı ve tutuklamaların ardından, (Hukuk Profesörü Süheyl Batum‘un söylemiyle: ”Kağıttan Kaplan Türk Silahlı Kuvvetleri“) 2000 Yıllık bir ordunun  üst düzey komutanları bir BAVULdan çıkan düzmece evraklarla tutsak edildi… 

ABD ve AB emperyalizminin yetiştirdiği basın  ve iletişim uzmanları ülkeyi inanılmaz yalan sisine boğdu.

TV Kanalları 24 saat boyunca toplumsal muhalefeti darbe yapmakla suçlayan yayınlar yaptı… Yurttaşlar bu söylemin karşısında sustu!

Siyasal yapının bürokrat kedimi İslamcıların eline verilmişti.  AKP olanı biteni kenardan sessizce izlemeyi yeğlemişti. 

Bir ara sayın Başbakan: ”Ben bu davanın Savcısıyım“ dedi!

Ana muhalefet partisi lideri de: “Ben de bu davanın Avukatıyım“ dedi!

İslamcı yapının tek bir amacı vardı: Üniter yapıyı parçalamak!

Konu buraya gelmişken Üniter Cumhuriyet savunucusu Robespierre, 2 Ağustos 1793 günü Fransız Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, federalist isyancıları şu sözlerle suçluyordu:

“Güçlü bir fesat komitesi, Avrupa’nın zorbalarıyla gizliden gizliye işbirliği ediyor. Yabancı silahların gücü ve içeride çıkaracağı kargaşalıklarla, bizleri bu yüzkarası uzlaşmayı (üniter cumhuriyet yerine federasyonu) kabul etmek zorunda bırakacağını umuyor.” *

“Ya Cumhuriyet ‘in içerdeki ve dışarıdaki düşmanlarını boğacağız ya da Cumhuriyet’le birlikte yok olup gideceğiz

… içerideki düşmanlar , dışarıdaki düşmanların birleştikleri , yurdumuzu içinden parçalayan katiller değiller mi? 

… bunlar kardeş kavgasını körüklemek ve manevi karşı- devrim yoluyla politik karşı devrimi ( üniter cumhuriyete’e karşı Federalizmi) hazırlayan satın alınmış yazarlar değil mi?” **

Toplumsal yapının içinde KANDİL görevi gören , satın alınmış beyinler; imbiklerinden sızan uslamlama dışı din sosuna buladıkları düşünceyle inanan kesimi yanlarına  alarak Laik Cumhuriyetin karşısında konuşlanmaya başladılar.

TBMM sıralarında oturan bir Milletvekili de: ”85 Yıllık karanlığa son !” Çığırtkanlığında bulununca istemlenen yolun taşları ivedice döşenmeye başlandı.

Ardından Parlementonun içinde yasal siyasi parti gibi duran Kürt ayrılıkçığı, yatmakta olduğu kış uykusundan uyandı. Anadilde eğitim hakkı ve özerklik konusunda yeri göğü inletmeye başladı! Abdullah Öcalan’a özgürlük söylemi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sokağa indi…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde: “Demokrasi bizim için bir trendir, istediğimiz zaman ineriz!” Sözünü söyleyen RTE Başbakanlık koltuğunda oturuyordu! Kardeşim, dediği kişi Abdullah Gül’de Cumhurbaşkanı olmuştu!

Ülkede inanılmaz bir gerginlik, ayrılık ve kopuş yaşanıyordu!… Sokakta gülen insan yüzü kalmamıştı…

…..

………..

…………..

Geçmişte ülkenin ışığını yakan onlarca bilim insanı, düşünür, şair, halk ozanı, yazar, gazeteci öldürülmüştü. Emperyalizm ulusumuzun yıkımına engel olan, direnen Türklük bilincine ermiş kişileri gömmüş olmanın rahatlığıyla yol temizliğini tamamlamıştı. Sırada halkların kardeşliği, Anayasal yurttaşlık kavramlarıyla içi boş söylemlerle yurttaş bilincinden azınlık haklarına oradan da Federasyona doğru yürüyüş başladı; koltuk sevdalısı milletvekilleri kurucu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘ün önerdiği çağcıl dünya değil, ortaçağın karanlığına alkış vurmaya başladılar.

Aydın ahlakı (çok küçük birkaç kişinin dışında) da çöküşe geçti. Silivri soğuk söylemiyle yurttaşların soluğunu da kestiler.

Kandiller TV ekranlarında aydaki madenlerin Türk ekonomisine katkısını tartışırken, 50 milyon $ karşılığında turistik bir seyahate ASTRONOT gönderdik. Oysa birkaç yıl önce Tank Palet Fabrikasını bu hükümet (AKP aslında hükümet değil Devlettir) Katarlılara satmıştı!

Kandilli tayfası bu satışı öve öve bitirmemişti; ekonominin uçtuğuna izleyen ve dinleyenlere inandırmışlardı!

Oysa aydın harcanan bu paranın hesabını yönetenlerden sorar… Uğur Mumcu, Abdi İpekçi yaşasaydı Türkiye’deki yurtseverleri ayağa kaldırırdı. Muammer Aksoy yaşasaydı Türk Yargısı önünde bunların yargılanmasının önünü açardı…

Ulusumuzu boğan bu karanlığın hesabını soracak toplum önderi kalmadı. Aydın olduğunu sanan Neo Liberal p*ç kuruları da azınlık güzellemesi, Türk Edebiyatı yerine Türkiye Edebiyatının halk ağzında yaygınlaşması için var gücüyle çalışıyor!…

Ulus devlet düşmanı olan sözde Marksist Leninist sol çapulcuları “ÖZ BELİRTİM“ hakkının Birleşmiş Milletler, devletlerin toprak bütünlüğünün self determinasyon hakkından daha önde olduğunu kabul etmektedir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dönem sözcüsü Miraslov Lajcak; self determinasyonun bir hak olmakla beraber bu hakkın kullanılabilmesi için iki şart koşulduğunu ifade etmiştir.

1) Bu hak kullanılırken devletlerin toprak bütünlüğü ihlal edilmeyecektir.

2) Bu hak kullanılırken meseleye taraf olan herkes mutabakat halinde olacaktır. Bu ve bunu anıştıran yüzlerce yazılı belge varken; Doğu ve Güneydoğu Anadolu toprağını ”Kendi g*tü gibi gören, önüne gelene vereceğini“ zanneden kandilcilerin söylemlerini de unutmayalım.

Aydın ve kandil arasındaki ayrımı çok iyi yapmak zorundayız.

* Alıntılar: Robespierre / Devrim Notları

Anıl Güven 

Selanik
 
 
#gundemarsivi #anilguven #aydinlar #kandil #kandiller #siyasalcinayetler #siyaset #haberler #gelismeler #devrimnotlari #hayat #toplum #yasam
 
 
 

Siz de fikrinizi söyleyin!