Deneme,  Edebiyat,  Toplum

Yitik Aşk Ağıdı

“Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman, kendisini yalnız hisseder.”
Carl Gustav Jung

Bir zamanlar senin şah damarındaki mavinin içinde kırmızıydım. İçimi karartan bakışından sonraki söylemini anımsamak istemiyorum artık! diyorum kendi kendime ama…
Hayattan umudu kestiğim gecelerde her şeyden, herkesten uzaklaşıp anamın rahmine geri dönüp, uyumak istiyorum.
Ne uyarılmak engin bir düşte.
Ne de dalıp gitmek imgesel çöplüğün eteklerine…
Gökkuşağı yatılarından tanıdığım kadınlar inmesin önüme. Yaşayan dillerde ağıtsal bağ kurduğum kadınlara yönelen dokunma istencine özgü eylemlere tüm perdelerimi kapattım.
Niye mi?
Acıya doydum.
İçimde, tam şuramda, mide kapakçığının hemen altından yükselen ateşin yangınlarında zaten küllenmişim!
Yıllarca, yırtık akılla acıya dönüştürülen mutluluğun ardından koştum… Hayatım üzüntüden bayatladı. Kendi eksikliklerimi kabullendim.
Sen, eksiklerini bana yükledin.
Yüreğimin bir kıyısı sökülmüştü yok sayıldığımın ayırdına vardığımda!
Ailevi aşk: Öpüştükçe kirlenir! Tüm terbiyelerin sınırı maviden sonra güzelleşir. Terbiyesiz hali olmaktır kırmızı…
Ah İstanbul; bedeni diriyken toprak yapan Asithane!..
Çooook yorgunum.

Okuma odasında masanın üzerinde okuma üstüne okumasını yaptığım üç kitap durur: Emile Durkheim / İntihar, Davit Hume / İntihar Üzerine ve Diğer Denemeler, Karl Marx / İntihar Üzerine.
Arada üzerlerine çöken tozu alırım… Altı üstü çizili satırları yineden okurum!
Kendimi ve içinde yaşadığım dünyayı anlamak ve anlamlandırmak için Thales ile başlayan okuma yolculuğu bugüne dek süreğenliğinden hiçbir şey yitirmeden devam ediyor.
Ama anlağımda biriktirdiklerim sevide yok hükmüne geçiş yapıyor! Yaşanmışlıklar kemiriyor bedenimi. Çünkü aşklarımı kırık kıvamlı yaşadım… Bu olgudan kurtulmak için: Geçmişten sızanları arınsın diye ruhumu çamaşır suyuna yatırdım!
Bir gece, bir arkadaşımla telefonda sohbet ediyorduk. Bana dedi ki: “Yaş tuttuğunu söyler bütün kadınlar ölen, göçen, giden aşklar adına. Ben rastlamadım gözü yaş dolu olanına!”
Ardından da: “Unutma, Uzak Doğu‘da, yakın Batı’da, Anadolu’da tüm şiirler şarapla başlar kadınla biter. İlişkiler de masallar da böyle sonlanır.”

Balkona çıktım. Serin bir Atina gecesi, gökyüzü mavinin en koyusu… O gece, merhamet damarımı koparıp attım!
Dilimizin ucundaki ağrıyı boşaltacak çukur aramak için doğmadık sonuçta. Ama… Neyse! Gene de, içimi yakan ansımalara pike yapıyorum küf tutmasın diye.
Ara sıra kendimi sorguluyorum. Acaba, Kierkegaard ile başlayan varoluş üzerine düzgeci düşünme evresinin etkisi altında mıyım?
Arkamda duran huzursuzluk yığınına dönmeden, kendime tek buzlu bir viski doldurdum. İlk yudumda damağıma yapışan meşe aromasının keyfini çıkardım uzunca bir süre.
Köpeğim Oscar ile konuştum…
Ona dedim ki; düşünce tarihine yön veren birçok filozof kendi iradeleriyle yaşamlarına son verdiler: Seneca, Otto Weininger, Walter Benjamin, Gilles Deleuze… Bir gün ben de böyle bir eylemde bulunursam sen ne yapacaksın bu evde bensiz?
Gözlerini gözlerimin içine odakladı….
Sabahın ilk aydınlığının ardından güneş balkona yansırken sehpanın üzerinde içilmiş viskinin boş şişesi gülerek bana bakıyordu!
Artık yatağa uzanıp uyumam lazım…

Anıl Güven
Mart-Atina

#Aşk #Yalnızlık #Edebiyat #Felsefe #Deneme #İntihar #Yaşam #Sorgulama 

Siz de fikrinizi söyleyin!