Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

Şerefimizi Ne Zaman Kaybettik?

Bugün sırtımda kocaman bir yükle alıyorum kalemi elime; size de bu yükün yalnızca benim değil hepimizin yükü olduğunu anımsatmak için geçtim yazının başına.

Çocukluğunu seksenler ile iki binler arasında geçirmiş, gençliğini iki binlerden sonra yaşamış insanların çok rahat gözlemleye bildiği bir olgudur, şerefini adım adım kaybetmiş insanımızın son geldiği nokta.

Birey toplumu oluşturur; şerefini kaybetmiş bir topluma, şerefli (onurlu, vicdanlı, haysiyetli) insan olmayı nasıl hatırlatırız? Sorusu ile karşı karşıyayız.

Falih Rıfkı Atay‘dan alıntı yaparak başlamak istiyorum,‘Onları teselli etmedikçe bize bu hürriyet ve şeref helâl değildir.”  (Yazı boyu yapacağım alıntılar belki biraz yol gösterici olur umuduyla seçilmiş sözlerdir, umarım sorgulamamıza yardımcı olur.)

Çevreme bakıyorum güce tapan ve bunu hayatının normali kabul etmiş, menfaat odaklı insanlarla dolmuş. Deve kuşu misali kafalar kuma gömülmüş ve asla sorumluluk kabul etmemekte. Tam bir Ortadoğu kültürü çirkinliği sarmış vatanın her metrekaresini.

Erzincan da yaşanan son faciadan yalnızca ben mi ürküyorum, diyorum kendi kendime. Biri bitiyor bir diğeri başlıyor felaketlerin duru durağı yok. Hani suskunlara diyor ya Nazım:

demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatin çoğu senin senin, canım kardeşim!

Biz nerede ve nasıl yitirdik şerefimizi sorusuyla zaman kaybetmek yerine geçmişten aldığımız ışığı gelecek nesillere nasıl aktarabilirizin peşine düşmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Pusulamız Atatürk ne diyordu Nutuk‘ta ”Temel ilke Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.”

Yaşadığımız her acı ile yolumuzu nasıl kaybettiğimizi fark ettirmiyor musunuz?

Eğitim sistemimizin bataklığa dönüşmesinin sonuçlarını yaşanan her felakette bir kez daha gözümüze sokuyor doğa. Oysa nasıl da güven dolu söylemiş Hasan Ali Yücel gençliğe seslenişinde;

”… hakikate ermek için her şeyden önce yürekleriniz, vatan ve millet sevgisiyle dolmalı; namus, şeref ve istiklal aşkıyla yanmalıdır. Sizlerin bu duyguda olduğunuza itimat ediyoruz.”

Onun önünü kesen, zenginlerin gücü elinden kaybetme korkusuydu, bizden çalınanları geri almamız gerekiyor, zaman peygamber bekleme zamanı değil.

Eskiden vatan sevgisi olan her birey kendini devletin bir parçası olarak sorumlu hissederdi, gittiğimiz her yerde, okuduğumuz her yazıda, izlediğimiz her karede şerefli insan olmak anlatılırdı.

Şimdilerde ise malumunuz devletine bağlılığını sorgular oldu gençlerimiz. Ne acı ki yasaklar ülkesi haline dönüşmeye başladığımızı gören eğitimli kesim fırsatını yakaladığı anda savaşmak yerine güvenli ülkelerin, vatandaşlığının dilencisi olma derdine düşüyor.

Haklılar mı haksızlar mı, bilmem. Zaman zaman kaçmayı hepimiz düşünmüyor muyuz zaten, kendi atalarımıza; bu topraklarda akan kanlara, borcumuz olduğunu yüreklerimiz sessizce fısıldasa da yeni gelen nesle emaneti gururla teslim edememenin vicdan azabı ile onların kaçma arzusuna hak hatta destek verip yollarını açıyoruz. Kendimizi bu şekilde rahatlatmak derdindeyiz.

Ya kalanlar, geride kalanlar için üzerimize düşen ne?

Aslında formül basit, dinler bu formülü çoktan çözmüşler. Gündemlerinde tutmak istedikleri bütün konuları bazen günde beş vakit bazen haftada bir bazen de yılın belli gün ve aylarında ritüeller şeklinde sürekli tekrar ettiriyorlar.

Namık Kemal Osmanlıya kaybettiği değerleri hatırlatırken her şerefli vatanseverin yapması gerekeni yapıyordu. Köklerinden özünden uzaklaşan topluma hazinelerini işaret ediyordu. 

Kendini ehl-i hamiyyet ya nasıl etmez telef
Altı ayda gaip oldu altı yüz yıllık Şeref

*Çevirisi: Namus ve Haysiyetini korumaya özen gösteren insanlar nasıl kahrolmasınlar / Altı yüz yıllık  şeref altı ayda yok oldu.

Dünyanın dönmesi gibi bizde başladığımız yere döndük. Belki birer Namık Kemal kadar kalemimiz kuvvetli değil ama yurt sevgimiz sorgulanamayacak kadar kuvvetli…

[ Sahi neydi Şeref?  TDK ad; 1.Onur, 2. Erdem, yüreklilik ve yetenekle elde edilmiş iyi ün.]

Bize şikayet etmek değil, çözüm üretmek düşer. O zaman hayatlarımızı nereden toparlamaya başlayacağımıza bakalım.

Günümüz insanı eskisi gibi kendi küçük hayatında kocaman bir dünyada yaşamıyor, elindeki küçük ama bir o kadar devasa teknolojik aletle bireysel gücünün farkında olarak hareket etmeli. Hepimiz kendi çapımızda biraz senarist, biraz yayıncı, reklamcı, belki birazda haberci sayılırız.

Bugün sosyal medyada kendini yayıncı olarak görenlerin ya da içtiği kahveyi paylaşan insanlarımız, kaybettiğimiz etik değerleri de paylaşmayı alışkanlık haline getirmeli. Şerefini kaybetmiş topluma sürekli hatırlatmak gerekliğini hafızalarda sıcak tutmalı.

Mesleğini iyi yapmak, kimseye ve hatta önce kendine yalan söylememek, para için yalakalık yapmamak, haysiyetsizliklere sessiz kalmamak; kötülük yokmuş gibi davranmanın, arkanı dönmenin, görmemezlikten gelmelerin de onursuzluk olduğunu; eşe dosta torpil geçmeyenin namuslu, başı dik durması gereken kişi olduğunu nasıl anlatabiliriz gibi konulara odaklanmalıyız…

Artık yeni nesil Şeref gibi, namus gibi kavramların yatak odası ile ilişkili mevzular olmadığının da çok farkında, gençlik çoktan geçti oraları; bu durumda bize düşen ‘Onurlu hayatlar yaşamak!” kavramını anlatmak, hatırlatmak. Bıkmadan usanmadan zihinlere kazımak, sönümlenmesine izin vermemek… Kaybettiğimiz değerleri geri kazanmanın başka çözüm yolu yok. Unutmayın, bunu atalarımıza olan borcumuzu ödemek adına yapmak zorundayız.

Bir asker ol, silâhını tak, kuşan;
Bir şair ol, milliyeti dalgalat;
Bir işçi ol, ocağını yak, kıskan;
Bir âlim ol, hakikati parıldat!..
Haydi yürü! Medeniyet, şeref, şan,
Genç alnında millî ru’ya görenin!
Eski, yeni, hür ve mes’ud Türkistan,
Bütün Asya ve istikbâl hep senin!..

Mehmet Emin Yurdakul

#seref #onurluyasamak #tekrarinonemi #etikdegerlerimizinasılgerikazaniriz #vatansevgisi #insancayasamak #dilek #gundemarsivi #toplum #kulturerozyonu #tartisma 

Editör

Siz de fikrinizi söyleyin!