Deneme,  Sağlık,  Toplum

Merhaba Dünya Benim Küçük Ülkem

Arkadaşlarım, akrabalarım, dostlarım!

Çanakkale Mehmet Akif Devlet Hastanesi Üroloji Servisi’ne ilaç yazdırmak için gitmiştim. Doktor işin kolayını seçip o ilacı yazsaydı daha baştan her şey sarpa saracaktı. Kan tahlili, idrar tahlili, ultrason, MR derken 30 Ocak 2024 tarihinde böbrek tümörü tanısı kondu. Mustafa Yıldırım’ın Doktorluğunun yansıra insan psikolojisi bakımından uzman biri olduğunu anlamakta gecikmedim. Alabildiğine deneyimli ve şefkatli bir doktor. Sıradan bir şeymiş hissi vererek açıkladı durumu. Korkulacak bir şey olmadığını söyledi. Bir canavarmış gibi içimden fırlamakta olan ilk şoku uyuşturdu adeta. Telaşımı yavaşlatıp bir takım çıkış yolları önerdi. Birkaç dakika içinde olayı kabullendim. Dr. Mustafa Yıldırım’a rastlamış olmak benim için hem büyük bir tesadüf hem de çok büyük bir şans. Kendisine daima minnettar kalacağım.

Konulan tanıyı aynı anda öğrendik Zeynep’le. Doktorun odasından çıktığımızda birbirimize ne diyeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilmiyorduk açıkçası. Sarıldık sessizce. “Sen nelerin üstesinden geldin, birlikte nelerin üstesinden geldik, bunu da aşar, bu meretin üstesinden de geliriz, ikimiz de sağlam durmalıyız öncelikle,” diyerek içine girdiğimiz zorlu sürecin ilk cümlelerini kurdu. Bunları yazıyorsam, yaşıyorsam pek çok şeyi Zeynep’e borçluyum öncelikle.

Zeynep olmasaydı muhtemelen savrulabilirdim.

Tanıyla ilgili raporu Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli gibi başka illerde yaşayan işin uzmanları da gördüler. Bu görüşmelerin bir kısmına dostlarımız aracılık etti, sağ olsunlar. Ortaklaşılan bir düşünce ortaya çıktı sonuçta. Ameliyat! Tanıyı koyan doktorumuzun düşüncesi de buydu. Bundan sonrasının belirleyicisi ise şiirden, güzel insan ilişkilerinden Kocaeli’nde yaşayan kadim dostlarım Prof. Dr. Volkan Dündar (emekli) ve eşi Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Devrim Dündar olacaklardı. Arkadaşlarım, akrabalarım, dostlarım, komşularımla güven ve sevgi çemberi içinde buldum kendimi bir anda. Sanatın, edebiyatın ve dostluğun gücünü gördüm. Oğullarımın telefondaki seslerinden çocukluk kokularına ulaştım, o kokuları dünyanın, börtü böceğin, çiçeklerin, taşın toprağın, havanın suyun kokularıyla karıp içime çekerek sevinç ve umutla doldurdum içimi.

İnsanın arkadaşlarının, akrabalarının, ailesinin ve dostlarının olması ne güzel bir şiir… Her bireyi sağlam birer dize.

Bizi yalnız olmadığımıza inandıran hayatımın bu güzel varlığı insanlar olmasaydı savrulabilirdim.

Ustanın, “daha dava ilk adımında / ve bir şalgam gibi koparmıyorlar / kellesini adamın” dizeleri sık sık dilime düşüyordu bilemediğim bir nedenle. Hoşuma gidiyordu böyle olması.

Ameliyat için en uygun yer Kocaeli Tıp Fakültesi Hastanesi’ydi. Araştırmalarımız, incelemelerimiz ve koşullarımız bu karara ulaştırdı bizi. Uzun süre yaşadığım, çocuklarımın doğduğu, öğretmenlik ve gazetecilik yaptığım, işkenceler gördüğüm, hapislerinde yattığım, şiirlerimi yazdığım, ilk kitaplarımı oluşturduğum, çok sayıda dost ve arkadaşımın yaşadığı anılarımın kenti Kocaeli bu iş için en uygun yerdi. Çanakkale’den kalkıp oraya gitmek ve bu iş için çözümünü orada aramak psikolojime de iyi gelecekti.

Süreç öyle ilerledi.

Sorunu çözecek doktor görüşmelerini Devrim Dündar yaptı. Ameliyatı gerçekleştirecek hekimle bizi o buluşturdu. Devrim Hanım, hastanedeki bütün süreçlerde yanımızda yer aldı ayrıca. Eşi benzeri ender görülen, tarifi zor yapılan bir dayanışma örneği gösterdi. Ameliyat öncesi eşi Volkan Dündar’la (ağabey demeliyim) evlerinden dünyaya karşı kadeh kaldırmanın; aşkın, sanatın ve edebiyatın incelttiği dünya üzerine konuşmalar yapmanın bende yarattığı morali ve mutluluğu nasıl anlatabilirim ki şimdi? Bu buluşmaya vesile olan hastalığıma bir yanıyla sevinecek oldum desem şaşırtır mıyım sizi?

Bu süreçte Kocaeli Tıp Fakültesi Hastanesi Müdürlerinden şiirden kardeşim Gonca İlter’in ve Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi öğrencim Ulaş Erturan’ın gösterdikleri yakınlıklar da moral üstüne moraldi.

Bazen insanın moralinin nasıl ve ne şekilde yükseleceğini bilemezsiniz. Ameliyat öncesi hastane koridorlarında koşuştururken çocukluk arkadaşım, kardeş gibi büyüdüğümüz, emmim kızı Naciye Taştan’la karşılaşmayalım mı! Yıllar, yıllar olmuştu görüşmeyeli. O beni tanıdı. Onunla ayaküstü de olsa konuşmak nasıl da / nasıl da iyi geldi, bana nasıl bir enerji yükledi bir bilseniz… Çocukluğumuz, oyunlarımız, komşuluk ilişkilerimiz gelip geçti düşucumuzdan. Çocukluğuma ilk kez bu kadar yaklaştığımı söyleyebilirim. Sağlıklı günlerde evlerine uğrama sözü vererek ayrıldık.

Hastalığımın duyulmasını istememiştim aslında. Çok değilse de beli bir oranda duyuldu yine de. Arayan arayana, soran sorana… Arayıp soranların isimlerini burada sıralayacak olsam inanılmaz uzun bir liste olacak, yazı sınırlarını çoktan aşacaktı. Ama iyi ki kalbim geniş. Onların dayanışma duygularını ve minnet duygularımı unutmayacak genişlikte… Her şey yolunda giderse ameliyat sonrası da kim bilir ne görüşmeler geçecek aramızda olaydan haberdar olan arkadaşlarla, akrabalarla, dostlarla… “Benim şimdi haberim oldu…” ile başlayan ne çok cümleler kurulacak kim bilir!

Durumdan haberdar olan ve İzmit’te yaşayan dostlarımızdan evini açmak isteyenler bile oldu bize. Bu konuda dostlarım Devrim-Volkan Dündar çiftinin, Ulu Şair Ruşen Hakkı’nın kızı yazar kardeşim Nilgün Sezeralp ve kadim dostum Orhan Dursun’un samimi ısrarlarını bir onur nişanı olarak kalbimde taşıyacağım yaşadığım sürece. Onlara evimizin olduğunu söyledim. Evimiz vardı gerçekten de: Av. Hülya Korkmaz, Zeynep’in İstanbul Hukuk Fakültesi’nden arkadaşı. Hiç kesintiye uğramamış, hiçbir yerinden yara bere almamış, aksine yıllar geçtikçe kendini beslemiş, üzerine sık sık düşündüğüm bir arkadaşlık. Eşi Nazif de benim adil, demokratik ve özgürlükçü bir dünya yaratma mücadelesinden arkadaşım. 12 Eylül sürecinde bir süre aynı yerlerde tutsak kalmıştık onunla. Evet onların evi…Onların evi bizim evimizdi… Şimdiye kadar da böyleydi. Onları anlatmaya, açıklamaya yetecek sözcükler dağarımda yok açıkçası. En çok zahmetimizi onlar çekti bu süreçte. En çok ruhumuzu onlar besledi. Onlar güven oldu bize. Hülya-Nazif çiftinin ev sahipliğinin üzerimdeki iyileştirici ve yüksek moral etkisini ise ömrüm boyunca unutmayacağım.

Ameliyat öncesinde güzel bir şey daha oldu: Bir gün Mustafa Kemal Yılmaz aradı. Benim şiirlerimden birini besteleyip Akbelen’deki Doğa Savunucularına ulaştırdığını biliyordum önceden. 5-6 şiirim için daha çalıştığını bildirdi. Çalışmalarının sonuna gelmek üzereymiş. Onların hangi şiirlerim olduğunu bilmiyorum. Sadece “Güle Yasla Sancını” başlıklı şiirimin bunlar arasında olduğunu konuşmamız sırasında anladım. İçinde bulunduğum gündeme de cuk oturdu açıkçası. Mustafa beni önümüzdeki birkaç gün içinde yayın konuğu yapmak istediğini ve bu nedenle aradığını söyleyince kendisine hastalığımdan söz ettim, katılamayacağımı bildirdim. Üzüldü. Ameliyat tarihi olan 11 Mart’a kadar besteleri tamamlamaya, son haline getirmeye çalışacağını söyledi. Vedalaştık.

Bir güzel şeyden daha söz etmeliyim: Doğa savunucuları, epeyce kalabalık bir grup İDA Dayanışma Derneği öncülüğünde Kazdağıları Balaban Su ve Vicdan Nöbeti alanında toplaşıp benim Kazdağları mücadelesine omuz veren “Dağlara Çıkan Piyano” adlı kitabımdan şiirler okumuş ve oradan da güçlü enerjilerini göndermişlerdi bana. Ne yalan söyleyeyim, ekinliğinin videosunu izlerken kendimi tutamayıp “Ağaçlar yurdumuz! ” diye slogan bile attım.

Beni sevindirecek, moralimi yükseltecek şeyler birbirini izliyordu: Çanakkale’de Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliği öncülüğünde 21 Dünya Şiir Günü kutlama hazırlıkları başlatmıştık. Üyemiz Mehmet Kılıç, Üyemiz Naci Hasanefendi hazırlıklarla ilgili gelişmelerden sürekli haberdar ediyorlardı beni. Dünya Şiir Günü’nde onların arasında olamasam da yüreğim onlarla olacaktı. Yapılan konuşmaları, okunan şiirleri, etkinliğe emek verenleri, salonu dolduran şiirden insanları nerde olursam olayım hissedecektim.

Ameliyat öncesi Yalova’da büyük oğlumla, İstanbul’da ağabeyim-kardeşim, yeğenlerim, Zeynep’in annesi ve babasıyla buluşmalar gerçekleştirdik. Bu buluşmaların da bana çok çok iyi geldiğini, moralimi çok yükselttiğini söylemeliyim. İzmit’teki bazı dostlarla benzer bir buluşma planı yapmıştık ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Zeynep rahatsızlandı. Ben de bir hayli yorgun düşmüştüm açıkçası.

Yukarıda da ifade ettiğim gibi hayatımın bu güzel varlığı insanlar olmasaydı savrulabilirdim. Zeynep ne kadar sağlam dursa da o da savrulabilirdi belki. İkimiz de bu süreçte böylesi sağlam dostluklara, sağlam ilişkilere yaslandık açıkçası. Derin köklü, iri gövdeli, uzun dallı, geniş yapraklı ve her renk çiçekli ağaçlara benzeyen arkadaşlık, akrabalık ve dostluklara… Hayatımın bu güzel varlığı insanlar bana musallat olan tümörü gördüğüm kadarıyla kuşatmışlardı. Bana, adını “kensır” olarak değiştirdiğimiz bu illetten kurtulmak düşüyordu sadece. Neden olmasın!

Baktım ki güzel insanlıklar için, güzel bir dünya yaratılmasına renk düşürebilmek için, sözcüklerden dünyalar kurmak için, şiir ve edebiyat için, kitaptan dünyalar için yaşama sevinci çiçeklenmiş de çiçeklenmiş duyarlıklarımda… Karıma yeniden aşık olmuşum bu arada! Ve bende birçok kavram yeniden anlam kazanmış: Dostluklar, arkadaşlıklar… Daha bir sürü şey… Salt sevdiğim insanları değil; ağaçları, kuşları, börtü böceği yalnız bırakmak da olmazdı. Dünyayı seyretmek, onun hallerine tanık olmak her şeye değerdi. Ölümden korkmayacak kadar sevdiğimi de fark ettim hayatı. Ve aşağı yukarı her gün; yüzünü hep aşk tut / düşürme gülüşünü /soğuk havalarda //kimse ölmesin / aşktan ölene kadar… dizeleriyle yüreğimi havalandırıyorum…

Ameliyata girmeden önce doktorumla iki kez görüşüştüm. Birinci görüşmede yüzünde maske vardı. Ama buna rağmen yüzünün sıcaklığı her yana yayılıyordu. Sesi, sözcükleri tutuşu inanılmaz güven veriyordu. Öyle bir doktorun elinde ölmek bile güzel olabilirdi. Ama yaşayacağıma, her şeyin güzel olacağına anında inandırdı beni. Başka bir şey düşünmeme fırsat bile vermedi. Doktorun yanından Devrim Hanım’la birlikte çıktık. İyi hissediyordum kendimi. Hastaneden ayrılıp Hülya-Nazif çiftinin evine doğru yöneldiğimizde, dünyanın en güven veren, bana yaşam enerjisi katan iki eşsiz insanı Devrim Hanım ve doktorumla beraber olmanın büyüsü üstümdeydi. Bazen böyle ayrıcalıklı anları, böyle kritik zamanlarda yakalayabiliyormuş insan demek ki. Şiire karışmış bir güzellik vardı ikisinin yüzünde de. İki ışıklı bilim insanı. İki tıp doktoru. Rahattım, güvendeydim, iyi hissediyordum kendimi.

“Yaşamak güzel şey be kardeşim!”

Doktorumla ikinci görüşmemizde yüzünü tam olarak gördüm. Düşlerimdeki insan yüzüyle aynıydı. Şaşırmadım buna. Masallardan çıkıp hayatıma karışmış bir yüzdü sanki. Sıcak sesiyle, bilimin sunduğu olgunlukla bilgeleşmiş sesi, yüzüyle müthiş bir uyum içindeydi. Beni iyileştirecek ellerine bile baktım doktorun. Şifalı eller; yüzüyle, sesiyle uyumlu eller… Acaba kitaplarımı okurken, o eller hangi biçimi alır diye bir soru bile geçti kafamdan. Doktorun yanından ikinci kez de Devrim Hanımla birlikte ayrıldık. Kendisine ve doktoruma karşı duygularımı anlatacaktım dışarı çıktığımızda. Fakat olmadı. Baktım ki duygularım anlatılamaz bir hal almış. Birkaç sözcük dilimin ucuna gelse de birden dağılıverdiler sağa sola. Bulutlara, sulara, taşa toprağa karıştılar. Sonsuzluğa doğru yola çıktılar.

11 Mart sabahı!
Yazının buraya kadarki bölümünü bir iki gün önce kaleme aldım. Az sonra kendimi Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Önder Kara ve ekibinin şifalı ellerine bırakacağım. İki üç ay olmadan bu kez yeni ve zorlu bir ameliyata daha gireceğim. İnanıyorum ki şiir de yardım edecek bana. Edebiyatın iyileştirici gücünü ve sizlerden gelen enerjiyi yanımda hissedeceğim. Umarım bu yazının devamı olur.

Ameliyattan sonra:
Hayat demişti ki: “Gözünü açtın mı bendesin.” Ben de dedim ki: Gözümü açtım mı sendeyim. Sözleştiğimiz gibi oldu. Hayattayım!

11 Mart sabahından Zeynep, Hülya Korkmaz ve oğullarım tarafından ameliyata uğurlandığım kalmış aklımda. Onlara dokunan ellerimdeki o sıcaklık… Son sıcaklığı andıran sıcaklık. Çok uzun ve zorlu ama iyi geçmiş ameliyat. Bana veda edip çoktan gitmiş böbreğimdeki tümör. Doktorumla 12 Mart sabahı bunları konuştuk. Doktor müthiş bir adam. Onu görünce kendinizi iyileşmiş hissediyorsunuz zaten. Yanıma her uğrayışında iyileşme çıtam birkaç kat daha yükseldi. Onun derin bir psikoloji eğitimi aldığını ve sıkı bir okur olduğunu düşünüyorum nedense. Ve bir gün onunla hayat üzerine uzun uzun konuşmayı hayal ediyorum. Zeynep, Tıp Bayramı’nı kutlamak için odasına gitmiş doktorun, kitaplarımdan armağan etmiş ve kendisini Çanakkale’deki evimize davet etmiş. Bakalım. Dağ dağa, insan insana… Türkiye’de çok iyi doktorlar, tıp adamları var, aman gitmesinler!

Hastanenin acil servisinde görevli öğrencim Doç.Dr. Ulaş Erturan’ı başucumda görmek nasıl da sevindirmişti beni. Hastane Müdürlerinden Gonca İlter’e bağlı hemşirelerin toplu ziyaretleri, yattığım odayı adeta şiir bahçesine çevirmeleri nasıl bir mutluluktu öyle!

Prof. Dr. Önder Kara ve ekibine, (Dr.Muhammed Hanifi Orçan, Dr.Yusuf Yağız Öztürk, Dr.Serdar Baykal, Dr.Muhlis Ünal, Dr. Anıl Dağıdır), servis hemşirelerine ve hastane çalışanlarına nasıl teşekkür edebileceğimi bilmiyorum açıkçası. Bana bu konuda yardım edin lütfen. Bana bulun buluşturun iyiliği, güzelliği ve yaşam sevincini imleyen sözcükler yollayın. Dizeler bulun bir yerlerden ne olur. Her dilden olsun. Taşın toprağın, kurdun kuşun, börtü böceğin dilleri karışmış olsun içine…Yaşanası güzel günlere benzesin her biri… Çatlayan tohuma, boy atan fidana… Barışa, kardeşliğe, özgürlüğe…

Çünkü onlar hayatın büyüleyici güzelliğine bıraktılar beni yeniden.

Güzel dostlarım Prof. Dr. Devrim-Volkan Dündar çiftine teşekkür etmek için de aynı yardımı istiyorum sizlerden. Hastanenden taburcu olduktan sonra da bizlere evini açan, hatta evlerini şifa merkezine dönüştüren sevgili dostlarım Hülya-Nazif Korkmaz çifti için de… Ve bana bu zorlu süreçte de can olmaktan vazgeçmeyen Zeynep için de…

Çünkü onlar direnç verdiler bana, hayata tutunmamda çok sağlam halkalar attılar önüme.

Bilgisayarımı bugün açtım. Zeynep ameliyatım hakkında bilgi verdiğini gördüm sizlere. Altında yüzlerce ileti sizlerden gelen… Sizlerin iyi dileği… Ameliyat sonrası eminim hepsi birer şifa olmuştur o iletilerin. Sizlerden gelen ve bini bulan şifa dileklerinize ayrı ayrı teşekkür etme gücüm yok ne yazı ki… Bağışlayın ne olur.

Yazımda andığım doktorlara ve diğer kişilere ve bu arada sizlere; bana bağışlanan bundan sonraki ömrümde daha iyi bir insan olma sözü verebilirim ancak. Elimden başka da bir şey gelmez açıkçası. Onlara ve size şiirden; adil, demokratik ve özgürlükçü dünya düşleri kurmaktan ve bunlar için mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğime dair sözler verebilirim… Bu kadarının sözünü… Bu kadarının ancak…

Ağaçları, kuşları, börtü böceği ve sizleri yeniden selamlıyorum.

Merhaba dünya
Benim küçük ülkem!

Çanakkale’den ayrılıp İzmit’e geldiğim gün (19 Şubat) “Ayrılık Düğünü” adlı bir yazı paylaşmıştım Facebook sayfamda. Yazıyı, yazarı olduğum Gündem Arşivi’nde de yayınladı. Bir tür sizlerle ve dünyayla vedalaşma yazısıydı o yazı. Olur ya! Ve bir tür dünyada kalma arzusu… Çelişki ve uyum içinde bir yazıydı bana kalırsa. Hayatın güzelliği, büyüleyiciliği gizliydi içinde o yazının. Deneme kitabıma alacağım bir yazı daha çıkmış oldu ortaya böylece. Diyeceğim “Ayrılık Düğünü” ertelendi. Ya da iptal edildi. Bakın, yeniden aranızdayım işte!

Tüm sayfa arkadaşlarıma, aile yakınlarıma, dostlarıma, sınırlı ve saklı tutmamıza rağmen hastanede ve bize açılan evde ziyaretime gelenlere, bana iyi dileklerini ileten, yanımda yer alan, arayıp soran, Kızılay’a benim için kan bağışı için koşturan ve bana güzel enerjilerini gönderen herkese çok ama çok teşekkür ediyorum. Sağlık ve sevinçler diliyorum hepinize.

Hayrettin Geçkin
20 Mart 2024

#Tümör #Hastalık #Dostluk #Sevgi #Sağlık #Başarı #Teşekkür #İyileşmeSüreci #Doktorlarımız #Merhaba #Kanser

Ayrılık Düğünü | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Siz de fikrinizi söyleyin!