Deneme,  Felsefe,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Mizah,  Toplum

Cotigo Ergo Sum

“Akıllı olmak da mühim değil. Önemli olan o aklı yerinde kullanmaktır.”
Rene Descartes

Lunaparkta eğlenen çocuklar gibi çarpıyor kalbim. Sanki ışıltılı töz uçuyor önümde. Hani dalgalı bir denizin kıyısında yürürken tuzlu su yapışır ya hani yanağına, saçlarına; bazen de sırılsıklam olursun… Burgaca düşersin su alır götürür ya seni; içinde biriktirmiş olduğun ya da bedeninden sızan kirleri yunar ya gizli, yürekli bir el… Böylesi bir duygu sarmalındayım masada, önümde kitap yığını, PDF çıktılar…

Aklım faşist kahverenginin içinden çekip çıkardı beni. Maviliğe yürü, dedi!… “Her şey sudan geldi.” diyen Thales usumun içine konuk gelmiş, zihnimi onarıyor.

Anlama, düşünme, yorumlama; insan eyleminin, yaşamanın akılla örtüşmesi. Yıllardan bugüne bu konuları okurum, irdelerim ama aklımı doğru biçimde kullanma yetisini geliştiremedim.

Bilginin kaynağı akıldır! Şimdi burada Descartes’a söyleyecek sözüm olamaz. Asla! Ama içimi daraltan bir odağa evriliyor ve diyor ki; bilgi doğuştan gelir! Buyur, buradan yak! Çok ayıp! Bende doğum özrü var bu açıklamaya göre.

Bu durumda ben de insan beyninin “Boş bir levha – tabula rasa“ olduğunu söyleyen İskoçyalının yanında yer alır, Descartes’a karşı dururum. 🤔 Önsel bilgiler (A priori) kafa karıştırıcı!

Descartes sırtını Tanrıya yaslasın! Spinose, Hegel onun ardından giderken… Hooop makas değiştirdiler. Akla yetkinlik idesini Tanrı vermiştir! İnsan duyu deneyleri aracılığıyla açık ve seçik bilgiye ulaşamaz’mış! Onun zihnine bunu yetkin olan biri verir. O da Tanrıdır!

Keşke Elena okulu öğrencisi olsaydım. Parmanides’ten akılcılığı öğrenip hayata öyle atılsaydım, demeyi düşünürken, okuduğum kitap sayfalarından belleğime yapışan öğrenci Zenon: Hoop! diyor. Bana yer açın.

Duyuların güvenirliği-güvenilmezliği tartışmasından çıkan sonuç: ”Duyular güvenilmez!”  Tümdengelimli yöntemin babası Platon şuracıkta başını eğmiş düşlere dalmışken… Aristoteles konuya balıklama giriş yapıyor; akılcılığın yedek Tanrısı benim, demez mi?!.

Cotigo ergo sum – Düşünüyorum o halde varım! Söylemiyle sahneye giriş yapan Rene Descartes 17. yüzyıla damgasını basar. Tanrının varlığına sırtını yaslar, derin bir soluk alır ve bombayı ortaya bırakır: Zihin-Beden (Ontolojik Dualizm) ikiliği üzerine metafizik (Doğa ötesi) felsefesini yapılandırır. Onun ardından, izcisi Spinoza yürüyüşe geçer… Düş-imge arasında: Tanrının yaratılmış dünyadan ayrı olduğu düşüncesine karşı çıkar! Oturur ETHİCA adlı yapıtını yazar. Tanrı, insan, zihin, beden, duygular, özgürlük gibi derin felsefi konulara mantık çerçevesinde yanıt arar… Doğa ötesi ile ilgili düşüncelerini detaylandırır.

Soluklanalım isterken modern felsefenin önemli adı olan Gottfried Wilhelm Leibniz savını gönderir: ”Tanrının yarattığı dünya bilinçli ve ayrı küçük varlıklardan oluşur.” Durun, bakın kim geliyor şimdi?

“Kritik der reinen Vernuft-Arı usun eleştirisi” yapıtıyla Emmanuel Kant Ruh, Evren ve Tanrı üçlemesiyle herkesi kenara iter!..

Aydınlanma nedir? sorusuna: ”İnsanın kendi aklını kullanması…”
Felsefe dünyasını baba bir bakışla alt üst olur. Böylece yeni bir gelenek başlar!

Ara vermeksizin ilerleyelim; karşılaşmalar Parmanides’ten Hegel’e uzatılınca penaltı düdükleri çalmaya başlar. Nasıl mı? Metafizikten kopup diyalektiği (eytişim yasası) sahaya süren Georg Wilhelm Friedrich Hegel: ”Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçektir.” Nasıl bir gol bu böyle?!.

Bu mevzular tükenmeksizin tartışma, atışma ile uzayıp giderken İskoç Aydınlanmasının empirizm(deneycilik)in öncüleri kıta Avrupa’sından kopar. Davit Hume, Adam Smith, Adam Ferguson Rasyonalizme karşı koyarlar. Akılcılığa karşılık Deneyciliği imlerler.

Tabula Rasta: “İnsan zihni boş bir levha gibidir.”

Ama ben son sözümü yine Kant üzerinden söylüyorum: ”Beden bir tapınaktır.”

Ve “Ben Platon hakikatin kendisiyim.” dediği gibi de…

Anıl Güven
Atina-Mart

#Felsefe #Rasyonalizm #Akılcılık #Kant #Aydınlanma #Tanri #FelsefiSözler #Deneycilik

Siz de fikrinizi söyleyin!