Kitaplar

Burası Ulus Dediler – Ali Balkız

Bir yıl arayla Ali Balkız’ın ikinci romanı üzerine yazmak gerçekten güzel oldu.

“Büyümek İstedim” bittiğinde, bütün okurlar, “Bu konu burada bitmez” demiştik. Gerçekten bitmedi… Roman mı devam etti, masal mı, destan mı? Okuyanlar karar verecek. Gollik Ali kaldığı yerden devam ediyor yaşam yolculuğuna. Ancak bu kez köyünden çıkmış, en büyük hayali öğretmen olma yolunda Malatya yollarına düşmüş. Tüm yaşamı bir köyde geçmiş olan bir çocuk kenti ilk kez gördüğünde neler duyumsar, öylesine canlı anlatmış ki Ali Balkız ya da Gollik Ali, gözlerinizi yumsanız kendinizi onun yerine koyabiliyorsunuz.

Daha köyünden ayrıldığı gün, “Önüne bakmayınca; atın pat pat yere serdiği fışkısını çiğnedi. Hem de kaç adım. Kokusundan anladı. ‘Çok şükür yav’ dedi içinden; ‘Çok şükür tanıdık bir şeye rastladım.” derken her ne kadar kentin kenar mahallerinde olsa da köyüne duyduğu özlemi çocuksu bir dille yansıtması içtenliğini daha baştan ortaya koyuyor.

Ortaokula kayıt olma ya da olamama hikâyesi onun kadar okurun da içine işlerken altmışlı yılların başında başlayan köyden kente göç, kenar mahallelerde aynı köyden gelenlerin oluşturduğu varoşların oluşması canlı ve ilk ağızdan, ilk gözden okura aktarılıyor. Yoklukların nasıl doğal karşılandığı hatta en ufak gereksinimin karşılanmasının yarattığı mutluluk insanı zaman zaman şaşırtıyor. Ancak bu arada gecekondulaşmanın ve imarsız yerleşmenin başlangıcı da gözler önüne serilmiş oluyor.

Kentte yaşam kolay değil, üstelik “şeerli” ile köylünün bir arada yaşaması hiç değil. Olabildiğince sade ve masum bir dille anlatılmış olsa bile çocuklar arasındaki ayrışma çoğu zaman can yakıyor. Yazar genellikle bu ayrışmayı ve sancıları en aza indirgeyerek anlatmayı tercih etmiş. Sorunun üzerine basmamış, çözücü olunabileceğini anlatarak romana can vermiş. Bazı öğretmenlerin daha baskıcı olması da her zaman olabilen bir ayrıntı gibi gösterilmiş.

Uzun süre sonra bir gün köyüne gittiğinde duyduğu özlemi anlatması tam bir masal tadında. Taşıyla toprağıyla, kişileri, doğasıyla, hele çocukça bir sevgiyle de olsa bağlandığı kız karşısına çıkınca duygularını “Eve bahar geldi. Çiçek geldi. İğde kokusu geldi. Söğüt dalı geldi. Yeni doğurmuş ineğin sütü geldi. Leylek geldi. Nevruz geldi. Alıç kokusu geldi. Kurban eti kokusu, Cem’de dedenin duası geldi” diye ifade etmesi okuru sayfaların arasına çekip alıyor.
Roman elbette bir dönem romanı sayılır ve zaman yolculuğu da yaptırıyor ancak bunu romanın akışını hiç bozmadan başarıyor. Kimi zaman bir gazetenin başlıklarını okurken kimi zaman kahvede büyüklerin sohbetlerinin arasına karıştığında ama sadece birkaç satırla verebiliyor. Ve yeterli de oluyor. Ancak Harun öğretmeniyle yaşadığı olay hakkını vererek aktarılmış. Ali’yi öylesine hırslandırıyor ki gözü dünyayı görmüyor doğrudan gazetelere koşup herkese duyuruyor. Ve bütün basın “Alevi tefriki” diye başlık atınca ona sıcak bakmayan öğretmenleri bile yanında yer alıyor. Elbette biz de Ali’nin ne denli girişken olduğunu görüyor, öğreniyoruz.

Bir çocuğun büyümesi anlatılırken ailenin de toplumun da gelişmesi arka fonda veriliyor. Ali’nin okulda arkadaşlıkları gelişiyor, oyunları değişiyor, futbolla, topla tanışıyor. Sinemayla, filmlerle, oyuncularla, sanatla tanışıyor. Ama en önemlisi edebiyatla, şiirle içi içe geçiyor bütünleşiyor, yetmiyor yarışmalara katılıyor, dereceler alıyor. Ve bunlar sayesinde okulda tanınırlığı sevilirliği artıyor. Hele de dönemin Kıbrıs olayları vurgulanırken okulunu temsilen görev yine ona düşünce artık tanıyanlar sadece okul arkadaşları değil tüm Malatya olmaya başlıyor.

Toplumsal olayların da yeterince irdelendiğini söylemiştik ya yaz boş geçmesin diye arkadaşlarıyla birlikte büyük bir kanal inşaatı için müteahhit yanında çalışmaya başladığında tanık oldukları tam bir dönem öyküsü. “Eski yönetim”den kalma alışkanlıkların sonucu yolsuzlara tanık olmaları, yaşananlar ve sonuçlanması bu arada özgür basının gücü öne çıkarılırken önceki olaylara göre oldukça uzunca ama örnek olacak şekilde anlatılmış.

👉Dedik ya masal tadında bir anlatımı var diye, romanın bir yerinde köylülerinden ikisinin öyküsünün bitişi şöyle yazılmış;

İkisi de söyledi.

İkisi de ağladı.

İkisi de el ele verdi.

Çekip çok uzaklara gittiler.

İki yıl sonra kucaklarında bebeleriyle döndüler.

Davul zurna öyle çaldı işte…

Sadece bu satırlar bile tek başına bir masal gibi, destan gibi…

Bütün bunları yazınca ya da okuyunca roman tamamen Ali’nin romanı gibi algılanmasın. Yan kahramanların rolü çok değerli. Zözöğ ana, Güzel baba, emekli Ali Rıza öğretmen, Kaplan Müdür, Hüseyin Emmi, Çelebi Abi ve daha birçoğu… Her biri ayrı ayrı Ali’nin yaşamında derin izler bırakıyor.

Sonunda Ali Balkız yapacağını yapıyor, öyle bir yerde bırakıyor ki… Bekleyin bitmedi…

👉 Kalemine sağlık Ali Balkız, bir yaşamın izinden bir ülkenin tarihini de izlemeye devam ediyoruz.

 

M.Osman Akbaşak

Fakir Baykurt Roman Ödülü Ali Balkız’ın

Şima ve Zahit romanları üzerine – Hasan Özkılıç

 

Siz de fikrinizi söyleyin!