Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Toplum

Fakir Baykurt Roman Ödülü Ali Balkız’ın

Çiğli Belediyesi’nin sanat ve kültür adına yaptığı güzel işlerinden biri belki de en önemlisi;
“Fakir Baykurt Roman Ödülü.”

2020 yılında ilki “Amasanga” romanı ile Turan Ali Çağlar’a verilmişti. Ödül törenine katılmış, romanı keyifle okumuş, sonra da önce Çiğli Belediyesi etkinliklerinden biri olan “Aristonikos Okuma Topluluğu”nda ardından Ekin Yazın Dostları okuma öbeğinde okumuş, değerlendirmiştik. 

2021 yılında ödül, “Büyümek İstedim” romanı ile Ali Balkız’a verildi. Geçen ay yazarımızın da katılımıyla bu ödüllü yapıtı Çiğli Belediyesi’nde “Aristonikos Okuma Topluluğu”nda tartıştık. Ali Balkız’ın ne denli hoşsohbet olduğunu gördük. Çok kalabalık olmamamıza karşın iki saatten fazla sohbet ettik.

Gelelim “Büyümek İstedim” romanının düşündürdüklerine. Her şeyden önce bir köy romanı ama bugüne değin okuduklarımdan oldukça farklı. Bu tür romanların çoğunluğunda görülen yokluk, yoksulluk yine karşımıza çıkıyor. Ancak bu duygu acındırma amaçlı değil. Evet, okurken zaman zaman içim acısa da kahramanların kabullenme mantığı daha öne çıkıyor. Aslında “Biz yoksuluz ama kaderimiz buymuş, kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz.” demiyor, içinde bulundukları ortamın koşullarının bu olduğu, kendilerinin bu koşullara doğal olarak uyum sağladıkları duygusunu veriyor.

Büyümek İstedim’de çoğu köy romanı ya da filmlerin olmazsa olmazı, varsıl ve zalim ağa karakteri yok. Sadece bazı karakterler, diğerlerine göre biraz daha iyi yaşam koşullarına sahip. Yani varsılla yoksul arasında bir uçurum söz konusu değil. Böyle olunca ilişkiler daha insani, duygular daha samimi. Kimse çok iyi ya da çok kötü değil. Bu da romanı okurken acıma veya kızgınlık yerine zaman zaman gülümseten zaman zaman da okurda empati duygusu uyandıran yaşanmışlıkları öne çıkarıyor.

Romanın ana kahramanı Gollik Ali, küçük yaşta yaşam mücadelesine katılmış, boyundan, yaşından büyük işler başarmış, okuma isteğinden hiç vaz geçmeyen akıllı, çalışkan bir çocuk. Romandaki öğretmen karakterleri, aralarında bazı farklar olsa da öğrencileri için her türlü fedakârlığı yapacak eğitimciler. 

Muhtar, örneğine pek rastlayamayacağımız demokrat bir kişiliğe sahip. Köylüler onu çok seviyor ve sözünden çıkmıyor olmasına karşın alacağı kararları, bütün köylülere hatta kadınlara danışarak alıyor. Hatta karısı evlerinde yaptıkları toplantılarda sigara dumanından duyduğu rahatsızlığı köylülere açıkça söylemekten çekinmiyor. Zamanla köylüler de yaşadıkları çekingenlikle, evlerinde sigara içmemeye başlıyorlar. 

Muhtar her derde deva, her işin çözümünü bilen yapısıyla çocuklar tarafından da seviliyor. Romandan bir bölüm: 

“Muhtar Emmi yumurtaları tek tek kırdı. Akını kurum üstüne döktü. Sonra başladı karıştırmaya… Hamur gibi yoğurdu. Az geldi yine yumurta akı ekledi. Yine yoğurdu. Eli kapkara olmuştu. Sonra herkesi sınıfta Kara tahtanın başına çağırdı. Eline bir bez aldı. Başladı kara tahtaya usul usul sürmeye.

Çocuklar işte o zaman anladılar. Kara tahta öyle kara oluyormuş…”

Yetişkin kahramanlar yanında çocuk kahramanlar da romanda yer buluyor. Yaşadıklarıyla çoğu zaman okurun gözüne sokmadan dersler veriyorlar.

“Öbek öbek, ama karışık üçer beşer, halka halka olup kudurdular. Çıkınlarını açtılar… Ohoooo… Taze yufka, yeşil soğan, peynir, çökelek, kaymak, haşlanmış yumurta, katmer, sacüstü, kömbe… Anaları tembih etmişti. ‘Aç gözlülük etmeyeceksiniz, at koşturuyor gibi yemeyeceksiniz. Lokmanız da lafınız da boyunuzca olsun. Emi…’, He ana he…”

En önemli ortak yaşam alanı Cemevleri. Belirli dönemlerde Cem için gelen Dede, köyün sözünden çıkılmayan kişisi. Ama elbette bu ortamın da kuralları var:

“Herkes ne varsa, ne kadar varsa evinde koç, kuzu; bulgur, yağ, ekmek, tuz, ondan bir miktar getirecek, aynı kazana girecek, usulünce pişecek, lokma olacak ve herkese ihtiyacına göre dağıtılacaktı. Birliğin, beraberliğin, varlığın, yokluğun eşitlenmesiydi bu.

Akşama doğru herkes geliyordu. Buranın adı artık Cemevi’ydi. Kapısı açıktı. Cem’de düzeni sağlayacak, bu anlamda Dede’ye yardımcı olacak olan On İki Hizmet’ten biri olan “Gözcülük” hizmetini bugün Süslü Cemal görecekti. Gelenler kapıdan girmeden, eşiğe niyaz edip öyle giriyorlardı. Buradan içeriye hırsızlar, arsızlar, haram yiyenler, tarlanın bahçenin sınırını değiştirenler, ikrarından vazgeçenler, görünmeyen örtülü şeylerden haber verenler, üfürükçüler, falcılar, dedikoducular, nifakçılar, bozguncular, onun bunun namusuna şerefine dokunanlar giremezler. Girdilerse eğer; içerde yine usulünce dara çekilir sorgu sual olurdu, Ya cezalandırılır ya da suçsuz varsa belli edilirdi.

Zaten köylük yer, herkes herkesi biliyordu. Ama asıl kişi kendini nasıl biliyor. Önemli olan buydu.”

Hep biliriz, köyde hayvanların varlığı çok değerlidir. Hatta çoğu zaman insanlar kadar yaşama hakkına sahiptirler. Bir bölümde şöyle yazmış yazarımız:

“Öküz emekçidir, kıymetlidir, nazlıdır, kuvvetlidir, güçlüdür. Neredeyse evde, babadan sonra gelendir. Onun için öküzleri, sığıra katıp, yazıya yabana, taşlık sert yamaçlara göndermezler. Evin çocuklarını emanet ederler. Çocuklar da onları alır Çayboyu’na götürürler. Çay o yana bu yana büküldükçe, geniş çayırlar bırakır. Otun en hası orada biter. Bir de uzar ki diz boyu. Öküz diliyle şöyle bir dolar, avuçlar gibi çekip çıkarır, nasıl ediyse artık, ot kökü ile toprağıyla gelmez… Hoooop yutar. Geviş işi sonra…”

Bunları okuyunca Nazım Hikmet’i anmamak olası mı? Çoğumuzun bildiği Kuvayı Milliye Destanı’nın, “Ve kadınlar… / bizim kadınlarımız; / korkunç ve mübarek elleri / ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / anamız, avradımız, yârimiz / ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri; öküzümüzden sonra gelen / ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız…” mısraları da aynı şeyi söylemiyor mu?

Elbette yazacak çok şey var ancak; amaç sadece romanı okutmak için bir kapı açmak… Komşu köyle çok yüze çıkmasa da aralarında yaşanan tartışmalar sıkça yer buluyor romanda. Çekirge istilası sonrasında yapılan ayrım, komşu köye yardım vaadi verilmesine karşın sözlerin tutulmaması ve Gollik Ali’nin köyünün muhtarının bütün yokluklara karşın bulduğu çözüm dostluklarının olumlu yanları. Elbette zaman içinde ters düştükleri de oluyor. Su aldıkları derenin üzerine kurulmak istenen değirmenler için verdikleri mücadelede güç kazanmak, devletin desteğini almak için Vatan Cephesi’ne üye olurlarken o yıllardaki (1955 – 1960) iktidarın vatandaşına bakışı net olarak anlatılıyor.

Şimdilik bu kadar diyerek ve yazarımız Ali Balkız’ı, Çiğli Belediyesi’ni, Kültür Müdürlüğü’nü ve değerli edebiyatçılarından (Adnan Binyazar, Öner Yağcı, Hidayet Karakuş, Işık Baykurt, Bahri Karaduman) oluşan seçici kurulunu yürekten kutluyorum. 

Osman Akbaşak 

 

Siz de fikrinizi söyleyin!