Güncel - Aktüalite

19 Mayıs’a Özel Arşivden Yazılarımız

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

Bu yıl da 19 Mayıs’ı kutladık… Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü tüm yurtta coşkuyla andık. Tüm basınımızda sadece Atamız vardı. Hatta yandaş basında bile Atamız ile ilgili güzel yorumlar vardı.

Anıtkabir’e giden yurttaşlarımızın coşkusunu, özellikle küçük çocukların ellerindeki bayraklarla yaşadıkları heyecanı gözlemledik.

Atamız, 19 mayıs benim doğum günüm derdi… Doğum günün kutlu olsun Atam. Ve onu doğuran Zübeyde anamız siz ne mübarek insansınız.

Bu vatanı düşman işgalinden kurtaran büyük insanın anasını, sonsuz saygı ve rahmetle anıyorum. Bu gün anladım ki; bu ülkenin aydınlık insanları; Atatürkçüler ve Kemalistler olduğu sürece ülkemizin geleceği daima aydınlık olacaktır. (Her ne kadar bazı kişiler Atamızı eleştirmek cüretini gösterse bile.)

Ayrıca büyük Atamızın en büyük eseri Nutuk, sadece bu günlerin değil gelecek nesillerin ve barışa susamış tüm dünya ülkelerinin başucu kitabı olmalıdır…

Bu yazıma Bütün Dünya dergisinden bazı alıntılarla devam ediyorum.

Atatürk, “Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletim artık namusunu ve hayatını korumaya karar vermiştir. Bundan sonra egemenliğini bir şahsa vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve milletin kalmalıdır.”

Devam ediyor Kemal Paşamız, “Gerçekten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır, yapılacak şeyler olduğu gibi ifade edilmelidir…”

Atamız bu görüşlerini paylaşırken annesinin vefat haberini alır, bu acı gerçek onu çok üzer ve annesinin defni için Salih Bozok’a haber ulaştırır “Merhumenin uygun bir tarzda defin merasimini yaptırınız…”

Daha sonra Paşamız çok önemsediğim yanıtı verir “Evet anam öldü fakat “Vatan Anam” sağ olsun.

19 Mayıs yazmakla bitmez… Atamıza söz veriyorum, verdiği tüm görevlere daima sadık kalacağım…

Orhan Ayber

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

19 Mayıs’ta Atatürk’ümüzün İzinde Tam Bağımsızlık İlkesi

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı; ancak ben bu yazımda 1935‘ten beri Atatürk’ü anma günü değil, ATATÜRK’ü Anlama Günü olarak değerlendireceğim çünkü; yaşadığımız bu dönemde Cumhuriyetimizi kuran Ata’mızın ilkelerine her zamandan daha fazla gereksinimiz var.

Atatürk bu ülkeyi en zor koşullarda kurtarır iken, tam bağımsız Türkiye hedefinden söz etmişti. ABD’nin emperyalist kıskacındaki ülkemizi yönetenler, tam bağımsızlık ilkelerine ters düşmektedir: bu günlerde bir heyetin ABD’ye gitmesini uygun görmüyorum.

NATO denilen örgütün bir savaş ekonomisi kurumu olduğu dünyadaki herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Ata’mız sadece ülkemizde değil tüm dünyada “Yurtta barış dünyada barış” sözleri ile anılır.

Benim görüşlerimi sorarsanız; ABD’nin silahlı gücü olan NATO’dan Türkiye mutlaka ayrılmalı ve geleceğin dünya barışı için bu modası çoktan geçmiş örgüt dünya üzerinden silinmelidir. Oysa sadece Atlantik paktı olarak kurulmuş bu örgüt, şimdilerde uzak doğuya yayılma eğilimi göstermektedir.

Atatürk, Doğum Günü’nü ülkemizin Tam Bağımsız Türkiye için Kurtuluş Savaşına doğru ilk attığı adımın gününü seçmişti;

19 Mayıs için ATA‘MIZ: “Benim doğum günümdür.” demiştir ve bizler de ATA’M doğum günün kutlu olsun diyoruz!!! Biliyoruz ki bugün sen yoksun aramızda, ancak eşsiz fikirlerin ve düşüncelerin sadece ülkemizi değil tüm dünyamızı aydınlatıyor…

Yine Ata’mızın şu sözlerine dikkat edelim; “Milli hedefler ve milli irade yalnız bir kişinin düşüncelerinden değil bütün milletin arzularından ve emellerinden oluşur…”

“Milletin bağrında temiz bir nesil yetişiyor, bu eseri yani cumhuriyeti onlara emanet ediyorum gözüm arkada kalmayacak.”

Şu görüşümü bir defa daha söylemek istiyorum, bu ülkede kim olursa olsun yurt dışına gitmek isteyen gençleri ülke koşullarını bahane ederek gitmelerini haklı göstermelerine katılmıyorum ve yüksek sesle; ister doktor ol, ister mühendis veya bilim insanı ol ATATÜRK gençliği yurda dön ve en zor koşullarda bile Ülkenin kalkınmasında görev al!!!

Ve unutma Kurtuluş savaşının en zor günlerinde yurt dışında yaşayan Türkler vatan imdadına koşmuşlar, hatta pek çoğu şehitlik mertebesine erişmişlerdi.

Atatürk’ün Kurtuluş Stratejisi çok başarıydı;

Sinan Meydan’ın 19 Mayıs yazısından Atatürk’ün kurtuluş stratejisi ve kurtuluşun matematiği yazısından bir bölüm ile gerekli mesajı ileteceğime inanıyorum.

“Atatürk, 1920 üstünde padişah gölgesi düşmeyen TBMM’yi açtı, 1921’de ise egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyen ilk anayasayı hazırlattı, 1922’de saray saltanatına son verdi, 1923’te Cumhuriyeti ilan etti, 1924’te halifeliğe son verdi.

1923 ve 1938 yılı arasında pek çok devrimlerle ülkesini, yani güzel vatanımızı dünyanın en uygar ülkesi haline getirdi; bunlardan en önemlisi Türk kadın devrimiydi.” (Ki bu büyük devrimin önemi bu günlerde daha da önemli olduğuna tanık oluyoruz.)

Ata’mızın bir başka devrimi ise Türk köylüsü ve üreticisi ile ilgilidir;

“Milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz, bugün yeryüzünde olamazdık.” Ve daha sonra Türk köylüsü için devrim niteliğinde kararlar aldı ve onların gereksinmelerinin sağlanması için TC Ziraat bankasını görevlendirdiğine tanık oluyoruz, peki şimdiki durum nedir?

Köylümüz topraktan kopmuş traktörleri icrada ve işin en vahim tarafı küresel açlık kapıda(!) artık hiçbir ülke buğdayını satmıyor! Türkiye Hindistan’dan buğday ithal etmek istedi, kabul edilmedi! Rusya / Ukrayna savaşı ise, dünya buğdayının en fazla üreten bu iki ülkenin ihracatına sınır getirdi.

Şimdi ülkemizin tek çaresi; başta buğday üretimi olmak üzere, tüm ürünlerde kendi kendisine yeterli ülke olabilmesidir, ancak bunun için tek koşul var; ülkenin iç barışa gereksinimi var, iktidar bloğu ile Muhalefet arasında ortak irade oluşturulması, fakat şimdi görüyoruz ki ben bu ihtimali şimdilik görmüyorum.

Atatürk’ün çok önemli bir başarısı ise, dış politikasındaki başarılı ve tutarlı davranışlarıdır;

Sayın Hüner Tuncer’in “ATATÜRK döneminde Türk dış politikası” adlı kitabından (bu konuda sizlere örnekler sunmak isterdim, fakat bir yazıya sığmıyor her şey) bir son söz olarak yazılmış vurguya dikkat çekmek istiyorum.

“1923- 1938 dönemindeki dış politika, Mustafa Kemal Atatürk’ün saptadığı ve çoğu kez bizzat uyguladığı bir dış politikaydı. Batılı devletler tarafından “hasta adam” olarak nitelendirilen Osmanlı devletinin dış politikası tarihe karışmış ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin “yurtta barış dünyada barış” ilkesi almıştır. Cumhuriyetinin ilk büyükelçileri yine Atatürk tarafından seçilmişti. Bu diplomatlar, Atatürk’ün ortaya koyduğu dış politika ilkelerini benimsemiş; kendilerini diğer devletlerin diplomatları ile eşit statüde gören ve onlara asla boyun eğmeyecek kişilerdi.”

Ve yazarın son sözleri, “Atatürk döneminin dış politikasının bundan böyle Türkiye’yi yönetecek kadrolara örnek oluşturması ümidi ile…” Yazarımızın bu sözlerine şimdilik bir yorum yapmayacağım( !).

19 Mayıs yazımı burada sonlandırır iken isterdim ki bu yazı buram buram ATATÜRK kokmalıydı ve bugünlerde halen ülkemizde çok rastladığımız karşı devrimcilere bir ders olmalıydı. Türkiye’mizin bugünkü koşullarında büyük devrimcisi Ata’mızı yazmak zor ve yeteri kadar başarılı olmadıysam okuyucularım beni bağışlasın.

19 Mayıs ülkemizin doğum günüdür de… 19 Mayıs Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramımız kutlu olsun.

Not: Bu yazımı yazarken gerek iç siyasetimizde, gerekse dış ilişkilerimizde çok önemli gelişmeler olmasına karşın; 19 Mayıs yazımın yanına herhangi bir yazı eklemeyi uygun görmeyerek, sizlere alıştığınız tarzımca bu yazımı kaleme almadım. Çünkü, bugün 19 Mayıs, Atatürk’ü anlama ve izinde yürüme günü!

Orhan Ayber

19 Mayıs’ta Atatürk’ümüzün İzinde Tam Bağımsızlık İlkesi | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

19 Mayıs, İkinci Tura Kalan Seçimler, Fetvalar Savaşı…

ugünkü yazıma çok acı bir haber ile başlıyorum, Şırnak bölgesinde 4 askerimiz ve 1 köy korucumuz şehit oldular. Şehitlerimizin ailelerine Türk Silahlı kuvvetlerine ve yüce Türk Ulusuna başımız sağ olsun.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a geldiği gün… Bizlere en zor koşullarda bile tam bağımsız bir ülke kazandıran Mustafa Kemal Atatürk bugünü Türk gençliğine armağan etmiştir!!!

Gazi Kemal Paşa, çağdaş uygarlık düzeyine ancak gençler ile ulaşılabileceğine yürekten inanmış, bu neden ile kurduğu demokratik, laik ve devrimci cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa Samsun’a giderken (ki çok zor ve tehlikeli bir yolculuktu) yanında üç tıbbiyeli tabip vardır, bunlar İbrahim Tali Öngören, Refik Saydam, Behçet Ali Feyzioğlu.

Gerçek TABİP deyince TIBBİYELİ HİKMET gelir aklımıza…

Bu tıbbiyeliler hem savaşmışlar hem de Anadolu halkının hastalıkları ile amansız bir mücadele vermişlerdir.

Şimdi soruyorum; son zamanlarda ülkemizi bazı bahanelere sığınarak daha iyi yaşam koşulları için yurt dışına kaçmaya çalışan ve tabiplik dışında farklı işlere bile razı olanları ve onların ülkemizi terk etmelerini haklı görüyor musunuz? (Ben şiddetle kınıyorum.)

İkinci Tura Kalan Seçimler;

Sanıyorum çok büyük bir ihtimal ile Sayın Kılıçdaroğlu kazanacak. Ancak daha sonra çok zor ekonomik koşullar bekliyor Millet İttifakını ve bütçe açığını kapatmak yıllar alabilir…

Ayrıca hızla artan iklim krizi ve ona bağlı aşırı hava olayları, su krizi ve gıda krizi gibi sorunlara bir de pek çok bilim insanın yaklaşan mega kent İstanbul depremi ve yine Anadolu’muzda kuzey fay hattında beklenen deprem tehlikeleri… Ve en kötüsü Adıyaman merkezli depremden hiçbir ders çıkaramamış olan bir ülkeyiz…

Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı ve ortakları arasında ki kavgayı önemsemiyorum!!! Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanması sonucunda altılı masadaki Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Sayın Akşener de Başbakan olursa; dış politikada Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde çok olumsuz gelişmeler olacaktır.

a) Ülkemizin en büyük turizm geliri Rus turistler sayesindedir.
b) En fazla ticaret yaptığımız ülke Rusya’dır
c) Rusya’nın Türkiye’de doğalgaz merkezi kurma girişimleri halen yürürlüktedir.
d) Avrupa’dan kovulan Rus oligarklar şimdi ülkemiz limanlarında ülke ekonomisine büyük katkılar sağlıyorlar.
e) Sayın Akşener defalarca sadece alkış almak için Çin devletine Uygur Türkleri nedeni ile yaptığı çıkışlar…

Şu günlerde Çin’in “bir kuşak bir yol”, Şangay işbirliği ve BRICS gibi kuruluşlar ile dünyamızın en hızla gelişen ülkesi ile ilişkilerimiz tehlikeye girebilir; dış siyaset hata kaldırmaz dostluklar kolay bozulabilir. Ancak düzelmesi zaman alır bu hatalar giderilmez ise Türkiye Emperyalist ABD ve onun etkisi ve baskısı altında kalan bazı AB ülkelerine bağlı kalır; çok kutuplu dünyada yalnız kalırız…

Bu bölümde tek bir mücadeleyi yazmaya çalışacağım:
Atatürk devrimleri (başta laiklik, tam bağımsızlık ve Kemalizm ilkeleri) ile karşı devrimciler arasındaki uçurumu arttırma çabası...

Fetvalar Savaşı,

Günümüzden 104 sene geriye gidelim; Mustafa Sabri; Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öldürülmesi fetvasını verir.

Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (daha sonra Börekçi soyadını alır) ve 153 müftü ile birlikte milli mücadeleye destek verirler ve tarihe Ankara Fetvası olarak geçer.

Mehmet Rıfat Bey 1920 tarihinde meclise girer ve 1924 tarihinde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilir.

Bugün ATATÜRK karşıtı devrimciler!

Diyanet görevlisi Halil Konakçı; (İslam düşmanı Kemalistler yazısında) “Ben İslam düşmanlığı yapan Kemalistler ile kardeş değilim.” diyebiliyor!!!

Ali Erbaş Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e “deccal” diyen Said Nursi’nin kitaplarının basılması talimatını verebilmiştir. 19 MAYIS hutbesinde ATA’mızın adını anmadı, anamadı!!!

Bugünlerde “Ben Atatürkçüyüm” diyebilen ve yobaz kafalar tarafından saldırıya uğrayan Cemil Kılıç TBMM’de yer almalıydı.

Tam bu yazımı yazar iken gözüm televizyonda, Türk halkı ve çoğunluk gençler olmak üzere akın akın Anıtkabir’e Ata’mızın  huzuruna çıkıyorlar!!!  

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün devrimleri karşısında karşı devrimcilerin hiçbir şansı yoktur, olmayacaktır…

Orhan Ayber

19 Mayıs, İkinci Tura Kalan Seçimler, Fetvalar Savaşı… | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

*

Yarım Kalan Koşu

Avuçlarımızda bir önceki kuşağın bize devrettiği; içinde gönençli bir dünya derlemesi olan devrim ateşinin korunu taşıyan gençlerdik.

Buyurgan bir o denli de saldırgan erke boyun eğmeyen, başkaldıran, kitap okuyan, duvarlara yazı yazan korkusuzlardık!

Salt’ın öğrenmek için, yaşamın tüm kirli-temiz damarlarında istenç dolu bir biçimde koşar adım yürüyorduk. Ölgün, sarı lambaların aydınlattığı karanlık sokaklarda suratımıza yediğimiz falçataların açtığı derin yaralardan akan kana karşın; afişlemelerimizi durdurmuyorduk.

Güzel yarın özlemi duyunç düzeyimizi o denli çok yükseğe çekmişti ki…

Patlayan silahların namlusundan çıkan kurşunlar etimize saplandığında kanadı kırılan güvercinler gibi çırpınıyorduk alanlarda!

Nice yoldaşımız ses verememişti uzattığımız ellere.

Oysa, yeni aşık olmuştuk! Henüz el ele de tutuşmamıştık. Okulun bahçesinde ezberimizden onlarca şiiri okurduk, ‘sevda’ bakışı çakardık karşılıklı.

Atilla İlhan 

Cemal Süreya

Orhan Veli Kanık

Çalkalanırdı ağız boşluğumuzda! Nazım Hikmet’i de unutmadan buraya kertelim.

Çıkmaz sokakların pencere kenarında, gaz tenekelerinin içinde yetiştirilen karanfiller, menekşeler, ebegümeci çiçekleri… Onların akşamüstü salgıladığı olağanüstü koku!…

Akşam serininde toprak yolun üzerinde top oynardık yalınayak.

Evlerin kapıları ve pencereli açıktı; susadığımızda en yakın kapıdan içeri girerdik… Kana kana su içerdik musluktan.

Freud, Nietzsche, Kant, Hegel, Schopenhauer okurduk.

Marx, Engels ile ilgili uzayıp giden tartışmalar…

Uykuyu ceketimizin iç cebine sokuşturmuştuk; mum ışığında yapılan okumalardan hiç ama hiç sızlanmadık!

Fırsat buldukça basketbol, masa tenisi oynardık… Devrimci kişi beden sağlığını korumakla mükellefti…

Salt aydınlık bir ülke sevdası, belleğimizde yuvalanmıştı, ceket yakamızda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kalpaklı rozeti vardı. Yan cebimizde Yeni Ortam, Cumhuriyet gazetesi olmazsa olmazımızdı!

Odalarımızda Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni. Hasan İzzetin Dinoma’nın: Kutsal İsyan- Kutsal Barış’ı. Orhan Hançerlioğlu’nun cilt cilt sözlükleri!

Asker sokağa inmişti. Caddelerde tankın palet sesleri.

Seslerinde birbirine sarılıp ağlayan anneler, babalar, kardeşler; çaresizlik, umutsuzluk, yorgunluk…

ABD Emperyalizminin köpekliğini yapan rütbeli Generaller acımasız bir kıyım başlatmıştı…

Yine hayallerimizi ertelemek zorunda kaldık. Karanlık sokaklardan, kömür kokan, nemli karakol bodrumlarına…

Oradan da CEMSE araçlarla askeri alanlara taşınmaya başladık! Ceza ve Tutuk Evlerinde bir kişilik yatağı üç kişi dönüşümlü paylaşma dönemindeydi DEVRİME gönülden bağlı olanlar.

Bedenler tutsak edildi. Darağacında yiğitler can verdi! Düşünceleri asamadılar. Devrimci bellek önümüzdeki zorlu dönemeci de geçecek.

Bizler yüce Türk ulusunun evlatları olarak, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden yürüyüşümüze 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi yürümeye devam edeceğiz.

 

 

Anıl Güven

Yarım Kalan Koşu | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

Mavilikte Uyanmak

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!…
İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.

Yahya Kemal BEYATLI

Dağlarımız vardı yemyeşil. Derelerimiz, ırmaklarımız vardı dupduru akan suda yunardık. Mavinin her tonunda denizimiz vardı. Hamsi, lüfer, palamut, kalkan, mezgit, kırlangıç-kılıç balığı kaynardı Karadeniz’de, Marmara’da, Ege’de, Akdeniz’de. Adalarımız vardı; cıvıl cıvıl sokaklarında sevgililerimizle hafta sonu oraya kaçar, gözlerden ırak yamaçlarda birbirimize sarılırdık. Arada masumane dudaklarımız değerdi dudaklara!

Gelir düzeyi: Orta şeker ailelerin çocuklarıydık. Birçoğumuzun yamalı çorapları vardı, mavi çivitle sabunlanmış… Asla ayaklarımız kokmazdı. Soluğumuz kokmazdı açlıktan. Belki diş macunumuz yoktu, ama mangalda alınan külle fırçalardık dişlerimizi.

Kemalettin Tuğcu

Muazzez Berkant

Oğuz Özdeş’le başlayan okuma serüveni inanılmaz bir salgına dönüşünce Orhan Kemal’in Baba Evi adlı incecik romanı avucuma yapışmıştı bir gece!

‘’Tanrı’nın duvarda çakılı çivi kadar gücü olmadığını anladım!’’ Tümcesi başka bir bakışın penceresine çıkardı!

Ortaokul 2.Sınıftaydım, Yaşar Kemal’in İnce Mehmet’i düştü önüme. Bizden bir yıl önde, çift dikişli Selin abla tutuşturmuştu elime… Okulun bahçesinden bir çıkışım var, o dikine dikine uzayan yolu rüzgar hızıyla aştığımı bugünmüş gibi anımsıyorum! Üç gün sonra okunacak sayfa kalmamıştı tuğla kalınlığındaki kitaptan!

İlkokulda izcilik, boyum uzun olduğu için mi yoksa semtte sevilen bir babanın oğlu olmaktan mı; bilemiyorum, öğretmenim beni Kızılay kolu başkanı yapmıştı!

Orta okulda bayrağı göndereye çekmişliğimde vardır!

Lise yılları, en havalı yıllarımız! Okul takımında voleybol-basket oynamışlığım da var. Stadyumlarda kutladığımız 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız en kutsal-havalı görevimizdi.

On binlerce yurtsever tribünlerden bizi izlerdi. Ulusumuzun onur günüydü. Ülke sevgisi damarlarımızda dolaşan soyun kanına karışırdı.

İnançlar kişilerin Tanrı ile aralarındaki bir duygusal bağdı. Biz bir bütündük. Demokratik, laik, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür bireyleriydik.

Yöneten erke karşı söylemde bulunma hakkımız vardı. Bizi dinlemediklerinde valiliğe bir dilekçe sunar, gereken izinleri alır alanlarda hak arardık!

Gerektiğinde muhalefet partilerini de dibine kadar eleştirirdik.

Kolayından yolsuzluk-hırsızlık olmazdı; mahkeme önünde hesap verirdi zan altında kalanlar.

Bizim futbol takımlarımız vardı; oyuncularının %99’u bu ulusun evladı olan. Siyah-beyaz TV’den onları izlerdik.

Semtlerde yazlık sinemalarımız vardı. Elimizde kesekağıdı, içi çekirdek dolu! Film izlerdik. Ağlayanlar olurdu! Türkan Şoray ablamız, Fatma Girik ablamız vardı!

Radyodan Zeki Müren, Müzeyyen Senar dinlerdik. Ne güzel halk türkülerimiz vardı. Aşık Veysel’e hayranlık duyardık.

Biz bu maviliklerin içinde büyüdük.

İzmir Foça’da denize girmek, Kuşadası’nda tatil yapmak. Yaylalara göçmek, Karagöl’ün kıyısında uzanıp gökyüzü dokunacakmış algısını duyumsamak…

Ailecek kaplıcalara gidilirdi. Şimdiki gibi sauna bolluğu yoktu. Havuzlarda değil; Karadeniz’in çılgın dalgalarında Akdeniz’in bol tuzunda, Ege’nin serin sularında yüzerdik!

Ben Karadeniz’in maviliğini; yamaçlarından akan sularını, yemyeşil ormanlarımızı geri istiyorum. Kaçkar dağlarından Kaz dağlarına kadar yürümek istiyorum…

Toros dağının burçlarında yaşayan, göçer soyumun Türkmenlerinin obalarında konuk olmak istiyorum. Elbistan’dan Munzur’a uzanan dağların, vadilerin, suların bileşkesinde soluklanmak istiyorum.

Koskoca bir ülke beş iş adamının doyumsuz istemlerine sessizce sunulamaz. Biz bu ülkeye sevdası olan yurttaşlar olarak: Hoşça kal! Demeyeceğiz. Bu topraklar onun bunun değil: Bizim!

Bu coğrafyanın ULUSU’nun onurlu yurttaşları olarak buradayız. Burada direneceğiz.

ANIL GÜVEN

09 MAYIS 2021, Maastricht/ Hollanda

Mavilikte Uyanmak | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

Mete İntihar Etti

Onu ilk kez üniversitenin yerleşkesinde hafta sonları düzenlenen canlı müzikli, danslı eğlence salonunda görmüştüm.
Ben bir kız arkadaşımla dans ediyordum. O, dans pistinin hemen kenarında ayakta dikilmiş heykel gibi hiç kıpırdamadan duruyor, dans edenleri izliyordu.
Dansımız bitti, kız arkadaşımla oturmuş olduğumuz masaya doğru yöneldik, tam onun yanından geçiyorduk ki, bana baktı, “Merhaba, ben Mete” dedi. Benim bir anlık şaşırdığımı görünce hemen açıkladı: “Seni, üniversitede Tarık Ali ile ayak üstü konuşurken gördüm, yanınızdan geçerken Türk olduğunu duydum.”
Dans ettiğim kız arkadaşım da o akşamki eğlenceye bir kız arkadaşıyla beraber gelmişti. Mete’ye döndüm:
– “Hadi gel, hep beraber oturup bir şeyler içelim.”
Dört kişi adlarımızı söyleyip tanıştık: Liz, Yılmaz, Mete ve Barbara. Kızlar ‘shandy’ istedi, Mete ‘cider’ denilen alkol derecesi çok düşük elma şarabı, ben ise siyah İrlanda birası sipariş ettik. İçeceklerimizi yudumlarken kısa bir sohbet yaptık. Ben kız arkadaşım Liz ile yeniden dansa kalkarken Mete’ye de ‘Hadi, sen de dans kalk’ anlamında başımla işaret ettim.
Liz’le geç vakitlere kadar dans ettik, masaya geri döndüğümüzde Mete’nin gitmiş olduğunu, Barbara’nın biraz da sıkılmış, tek başına oturduğunu gördük! Barbara, üzgün, bana bakarak durumu özetledi:
– “Sanırım arkadaşınız beni beğenmedi! Hiç konuşmadan oturdu. Ben onu dansa davet ettim, başını olmaz anlamında salladı, sonra da kalkıp gitti!”
Barbara’dan özür diledim. Kızlar, üniversitenin yurdunda kalıyordu. Kalktım, Mini Cooper arabama bindim, eve yollandım.
O geceden on gün kadar sonra Mete ile üniversitenin yemekhanesinde karşılaştım. Suçluymuş gibi ezik konuştu:
 “O gece için senden özür dilerim! Sizin de eğlenmenizi bozdum, istemeyerek.”
– “Mete, bizi değil ama Barbara’yı kırmışsın! Dans etmek zorunda değildin, ama hiç olmazsa biraz sohbet etseydin! Neyse, olan oldu üzerinde fazla durmanın gereği yok!”
– “Eğer biraz vakit ayırabilirsen seninle konuşmak istiyorum, daha doğrusu dertleşmek istiyorum…”
– “Mete, bu gün çok yoğun benim için, akşama kadar dört derse gireceğim, bir de laboratuar var. Eğer senin için uygunsa yarın öğle yemeğinden sonra burada buluşalım, konuşalım.”
Olur, anlamında başını salladı…
Ertesi gün anlaştığımız gibi buluştuk. Üniversite’nin karşısındaki Pub’a gittik, o saatlerde tenha oluyordu.
Ben yine siyah İrlanda birası, Mete elinde ‘cider” bardağı bir masaya oturduk. Birkaç yudumdan sonra Mete’ye:
– “Haydi, anlatmaya başla seni dinliyorum” dedim.
Ay yüzlü, tüysüz pembe yanaklı Mete, derin hüzünlü ela gözleriyle bakarak fısıldar gibi konuştu:
– “Nereden, nasıl başlayacağım, bilmiyorum…”
– “Rahat ol. Bir yerden başla…”
– “Malatyalıyız. Babam, şimdi emekli albay, annem ev kadını…benden üç yaş küçük kız kardeşim var. İlk, orta ve liseyi Malatya’da okudum… Ben ortaokuldaydım, babam alay komutanıydı. Askeri lojmanda oturuyorduk. Babamın bir emir eri vardı, evin alış veriş işlerini de o yapardı…”
Mete’nin sesi giderek çatallaşıyor, sık sık içeceğini yudumluyordu.
– “Dinliyorum, devam et…”
– “Bir yaz günüydü. Babam, emir erini bir yere gönderecekti, bana da ‘hadi sen de onunla git, biraz hava al, biraz başını kitaplardan kaldır!’ dedi. Gitmek istemiyordum, babam dayattı. Emir eri ile yola çıktık. Hiç konuşmadan yirmi dakika kadar açık arazide yürüdük sonra bir tepeye tırmandık. Her yer ağaç, etrafta kimse yok. Büyük bir ağacın dibinde durduk. Niye durduğumuzu sormak için ağzımı açmıştım ki…”
Mete boncuk boncuk terliyor, soluklanmada zorlanıyordu. İçeceğinden bir yudum daha aldı, durdu…
– “Mete, rahat ol, sakin sakin anlat…”
– “Birden bana sarıldı, dudaklarımdan öptü…şok olmuştum…kollarından kurtulmaya çalıştım…çok güçlüydü…bağırmaya sesim çıkmıyordu… hem bağırabilsem bile etrafta beni duyacak kimse yoktu…Beni çimenlerin üzerine yatırdı, zorla pantolonumu çıkardı, kendi pantolonunu da …”
Mete, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yıllar önce uğradığı cinsel saldırıyı yeniden yaşıyordu. Toparlanmasını bekledim.
– “Sonra beni korkuttu…birilerine söz edersen babanı da anneni de kurşuna dizerim, dedi. Bu olanlardan bugüne kadar hiç kimseye söz etmedim, ilk sana anlatıyorum…”
– “Mete, bunlar olduğunda kaç yaşındaydın?”
– “On üç…ortaokul ikinci sınıfta…o günden sonra tam içime kapandım, kimseyle arkadaşlık yapmadım, kendimi derslere verdim… başarılı oldum. Liseyi bitirdikten sonra PTT’nin Yurtdışı Devlet Busu sınavına girdim. İngiltere’yi kazandım. Elektrik-Elektronik Mühendisi olmak üzere buraya, Londra’ya geldim…”
– “Mete, o alçak saldırının üzerinden yedi-sekiz yıl geçmiş. Normal yaşamını sürdürmüş, okullarda başarılı olmuş, çok zor bir sınavı kazanıp buraya gelmişsin. Şimdi ne oldu da bunca yıl sonra, seni yaralamış olay yeniden su yüzüne çıktı?”
– “Burada özgürlüğü gördüm…yaşıtlarımın nasıl eğlendiklerini, mutlu olduklarını gördüm. Sonra, sormaya başladım… kendi kendime… ben niye mutlu olamıyorum? İşte, sana bunu sormak, senin görüşünü öğrenmek istiyorum… ben normal değil miyim…ben homo’muyum?…”
Doğrusu böyle bir soruyla karşılaşmayı beklemiyordum. Biramdan birkaç yudum aldıktan sonra yanıtlamaya başladım:
– “Mete, cinsellikte ‘Normal’ diye bir durum yoktur! Ben kızlarla birlikte olmayı seviyorum, bu benim ‘normalim’. Sen kızlarla birlikte olmayı sevmiyorsun, bu da senin ‘normalin’.
Bak bu kentte, Londra’da seni tanıyan, bilen yok. Rahat ol. Doğan neyse, senin ‘normalin’ neyse önce onu öğren, ondan sonra da kendi ‘normaline’, kendi doğana göre yaşa…Homo konusuna gelecek olursak… Bilim insanları kanıtladı, eşcinsellik genlerle ilgili, kromozomlarla ilgili, beyinle ilgili. Hastalık değil, bazı insanların doğası ile ilgili.
Kıçına zorla bir şey sokulan ibne olur mu, Mete?”
Mete’nin sesi titredi:
– “Bilmiyorum…”
Mete’nin duruma geniş bir açıdan bakmasını istedim, şunları söyledim:
– “Andre Gide’nin ‘The Immoralist’ini oku. Balzac’ın ‘Illusions’unu oku. Bak bakalım kendini oralarda görebiliyor musun?
Sonra, Oscar Wilde var. Onun ‘Picture of Dorian Gray’ adlı romanını oku…
Mete, sen hem kendine ve ailene hem de ülkene, beyin gücünle, beyinsel çalışmalarınla yararlı olacaksın, cinsel yaşamınla değil!
Heteroseksüel, homoseksüel ya da biseksüel oluşun hiç kimseyi ilgilendirmez! Cinselliğini korkmadan çekinmeden özgürce yaşa!
Cinselliğinle ilgili hiç kimseye hesap verme zorunda değilsin, sen de hiç kimseyi cinsel tercihleri nedeniyle sakın yargılama!
Hepsi bu kadar…”
Pub, giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı. Mete ile konuşmamız üç saati aşmıştı. Mete, anlatmaktan yorulmuştu, ben de dinlemekten…
– “Mete, artık kalkalım, geç oldu, seni evine bırakayım.”
Sesini çıkarmadan Mete ayağa kalktı. Camden Town’da oturuyormuş. Mini Cooper arabamla on beş dakikada Mete’yi evine bıraktım…
Aradan yaklaşık bir ay geçti, Mete’yi üniversitenin lokalinde gördüm. Başında siyah bir takke, yüzünde mutlu bir gülümseme yanıma geldi.
– “Çok mutluyum! Pakistanlı, Hintli Müslüman arkadaşlarım oldu, onlarla düzenli cami sohbetlerine gidiyorum, çok iyi oluyor” deyip yanındaki arkadaşlarını tanıttı. Konuşmayı kısa kesti, Müslüman arkadaşlarıyla neşeyle ayrılıp gitti…
Onu mutlu görmek beni sevindirmeliydi, ancak nedenini bilemediğim olumsuzluklar kafamda belirdi, sevinemedim…
Aylar sonraydı.
Alarm saatim her sabah olduğu gibi saat 7’de çalmış, kalkmış elimi yüzümü yıkamıştım ki, telefon çaldı. Bu kadar erken kim olabilirdi?
– “Yılmaz, ben gidiyorum…”
Boğuk bir sesle konuşan, Mete idi. Şaşırdım:
– “Mete nereye gidiyorsun? Ne var, neler oluyor?
– “Hakkını helal et…ben öbür dünyaya…”
Titreyen sesi kesildi, hat düştü…Elim ayağım buz kesmişti. Mete, hayatına kıymak üzereydi… Hemen Camden Town Polis Karakoluna telefon ettim. Komisere kısaca ve çok çabuk kendimi tanıttım. Olanları da kısaca özetledim:
– “Sir, sanırım Türk arkadaşım Mete, evinde intihar etmek üzere! Ben hemen yola çıkacağım, ama siz oraya daha yakınsınız… Lütfen bir ambulans da alarak yetişin!”
Komiser Mete’nin adresini sordu
– “Sir, adresi bilmiyorum! Ancak oraya bir kez arabamla gittiğim için tarif edebilirim.”
Tarifi yaptım, hızla giyindim ve yola çıktım.
Bir polis arabası ve bir ambulans Mete’nin kaldığı evin önünde park etmişti. Rahatladım. Hızla arabamdan çıkıp eve doğru yürüdüm. Kapıdaki görevli içeri girmemi engelleyince komiserin adını verdim.
Mete’nin odasına girdim.
Komiser ve birkaç polis memuruyla ambulans görevlileri ayaktaydı.
Yerde, küçük bir seccade, seccadenin sol başucunda 99’luk tespih…
Mete, yatağına sırt üstü uzanmış, başında siyah takkesi, gözleri kapalı, uyur gibi. Sağ eli, hemen başucundaki komodinin üzerindeki içi boş bir ilaç şişesine dokunuyor…
Komiser bana döndü, üzgün bir sesle,
-“Arkadaşınız intihar etmiş! Bir şişe ilaç içmiş, ne ilacı şimdilik bilmiyoruz, araştıracağız. Ne yazık ki biz geldiğimizde ölmüştü…yapacak bir şey yoktu. Başınız sağ olsun…”
Komiser benim ev adresimi, telefon numaramı aldı. Türkiye Büyük Elçiliğinde Öğrenci Müfettişliğinin telefonunu verdim.
– “Mete ile ilgili tüm bilgileri ayrıntılı olarak onlardan öğrenebilirsiniz… Mete’nin Türkiye’deki anne babasının adresini de…”
Komiserden izin alıp ayrıldım.

Mete’ye yardımcı olamamıştım, suçluymuş gibi duygulandım. İsteksiz arabama bindim, üniversiteye doğru yola çıktım…

Yılmaz Dikbaş
16 Mayıs 2021, Pazar
0532 233 31 52

Mete İntihar Etti | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

*

Siz de fikrinizi söyleyin!