Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Saygı ve Özgürlük Söylencesi Üzerine Bir Anımsama

Dili geçmiş zamandan bir geceydi işte. Bitirimhanede barbut masası dağılmış; son demlenen çaydan yudumlar alınıyordu. Kakofoniye varan uğultunun arasından sızan en önemli tümce: Büyük pastayı kim indirdi? Konuşmalar bir anda kesildi. Herkes bir diğerinin yüzüne bakarken, kazananın olmadığı bir oyundu! Kaybeden mi? Herkes.

“ E, oğlum yüzlük, binlik Marklar kedi kafası iriliğinde deste desteydi…”

Kiminin başı önünde kiminin dünya bilmem neresinde!

Ganyotaya bakan Hasan’ın düşen her elden aldığı % 5’lik çıkmayı sorgulamak kimsenin usuna gelmedi. Para mekan sahibinin kasasına girmiş, o da içerideki son havayı kokladıktan sonra, sessizce dışarı çıkmış; cırlop mu cirlop fıstık yeşili E 200 Mercedes’ine binip Krefelder Caddesinin bitimindeki ışıklardan sonra Hansaring’e giriş yapmıştı.

“Minerva’nın baykuşu ancak karanlık çöktükten sonra uçar.”*

Umut başka bir geceye sarkmıştı.

Fındıkçı Bahri: ”Kazım, sen çekip çıkarma mı yoksa fırlatma mısın?”

Kazım, oturduğu kırmızılı koltuktan şöyle hafifçe başını düşünürcesine eğmeçledi:”Yok be abi, anam beni pamuk tarlasında çömelmiş, işerken bakmış bir tuhaflık var… Toprağa düşecekken avuçlamış…”

“Haydi ya?”

“Amma salladın ha!”

“Yani sen, doğarken bile anana şaka mı yaptın Kazım?”

“Öyle gibi görülse de maalesef öyle olmamış. Anamın kanaması durmamış… Hastaneye yetişemeden at arabasında can vermiş.”

Ortalığa geniş bir sessizlik örtüsü serildi. Uzun bir süre kimse konuşmadı.

Rüzgar Memet, Fındıkçı Bahri’ye bakarak: “Kazım’ın yetim büyüdüğünü biliyorsun. Babası senin en yakın dostun. Onun bunun geçmişini kaşıyacağına onların anılarına saygı göstermeyi öğren artık.”

Ortam ansızın gerilince, Köylü Ziya’dan sonra işletmede söz sahibi olan Talebe söze girdi: “Beyler herkes çayını kahvesini içsin, içmeyenler de ufak ufak yürüsün… Kazım, Selahattin kapıları pencereleri açın, içerisi havalansın.”

Davidoff Signature purosundan geniş bir duman aldı. Fındıkçı Bahri’ye doğru uzun uzun baktı. Ağzındaki dumanı olduğu gibi onun yüzüne doğru üfledi: “Bir daha bu işletmeden içeri adım atmayacaksın. Tamam mı? Bizim yanımızda çalışan kardeşlerimize; ne sen ne de bir başkası, onların anılarıyla, onurlarıyla saraka yapamaz! O elindeki çayı iç ve çık git bu mekandan!”

Derin bir sessizliğin ardından Fındıkçı Bahri oturduğu geniş koltuktan yavaşça ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdü… Erketeci Kazım’ın yanında durdu. Onun yüzüne bakmadan: ”Özür dilerim.” dedi… Uzaklaştı. Uzaklaştıkça bedeni küçüldü, görünmez oldu.

“Söz atma özgürlüğünü kendinde gören kişi önce karşısındakinin insan olduğunu, bundan dolayı da ona saygı duyulması gerektiğini bilmeli. Kimseden ne Kazım’ın ne de benim düşüncelerimize saygı göstermesini istemiyoruz. Ama insana ve onun geçmişindeki acılara saygı duyması gerekir. Bunu bilmeyen birinin de burada bizim içimizde yeri yoktur.“

Meşe ağacından yontulmuş sehpanın üzerinde duran orta şekerli Türk kahvesinden bir yudum aldı… Ardından da kardeşi Mustafa’ya dönerek: “Senin bugün dersin yok mu?”

“ Var. Öğleden sonra.”

“Sen git, dinlen. Temizlik yapıldıktan sonra ben de kapatır eve gelirim.”

28 Nisan Atina
Anıl Güven

* Hegel’in sözü

Siz de fikrinizi söyleyin!