Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Toplum

Nalan Yılmaz – Mopesto

Bugünlerde okuduğum çokça öykü kitabı var. Daha önce de sözünü etmiştim, öykü benim gözümde bambaşka bir tür ve bana göre romandan daha zor. Yazması da okuması da… Okuması zor derken emek vermek gerektiği için böyle düşünüyorum. Daha az sayfada daha yoğunlaştırılmış duygu, düşünce ve konu içermesi böyle olmasını hak ediyor. Genellikle iki üç öyküden fazlasını peş peşe okumamayı yeğlerim, her birini sindirmem, yeterince anlayabilmem gerekir. Elbette bütün bu dediklerim hakkını vererek yazılmış öyküler için…

Nalan Yılmaz’ı ilk olarak “Köz” adlı öykü kitabıyla tanımış ve sevmiştik. Öyküleri çok değerliydi. Sonrasında uzun bir süre kişisel olarak yetişkin edebiyatı alanında görünmedi. Elbette ortadan kaybolmadı, ortak kitaplarda, dergilerde gördük. Daha önemlisi çocuk kitapları alanında önemli ve değerli yapıtlarla hep aramızdaydı. Ancak ne olursa olsun “nihayet” diyeceğim bir şekilde yetişkinlere yönelik bir öykü kitabıyla görmekten ayrıca mutlu olduğumu yazabilirim.

Kitaba adını veren “Mopesto” öyküsü diğer öykülerden tamamen farklı bir şekilde ironik bir öykü. Aslında hayali bir ülkeden söz ediliyor. Ancak (olması gerektiği gibi) daha ilk paragraflarla nerede olduğu anlaşılıyor ve ilgiyle, merakla, gülümseyerek, zaman zaman da öfkelenerek bir ülkenin başına gelebilecek olanlar dışarıdan izleniyor. Bittiğinde ise okura oturup düşünmek kalıyor, “Ben bu ülkenin neresinde olabilirim?”

Kitapta Mopesto’dan sonra birden bire biçem değişiyor, tanıdığımız, bildiğimiz on dört Nalan Yılmaz öyküsü okuru bekliyor. Her biri farklı yaşanmışlıklar içeren, en azından olabileceği son derece akla yakın olan öyküler. Bazıları son derece keskin saptamalarla yazılmış, bazıları aynı oranda yazması hatta düşünmesi bile cesaret isteyen öyküler.

Yaşam zaten yeterince can acıtıcı değil midir, öyleyse yaşamın aynası olan öykülerin farklı olması beklenmemeli. Nalan Yılmaz bu beklentiyi yeterince belki de fazlasıyla yerine getiriyor öykülerinde. Aslında hepsinden söz etmek geçiyor gönlümden ancak o zaman da okura bir şey kalmayacak korkusuyla sadece birkaçı üzerine kısaca bir şeyler yazmak istiyorum.

“Kaza kurşunu” kısacık ama “Herkesin başına her şey gelebilir” düşüncesini tam da yansıtan öyküde kimseye anlatılması mümkün olmayan bir vicdan azabıyla birlikte yaşamak zorunda olan bir kadın anlatılıyor.

“Biraz Daha Salata, Yıllar Geçse de-1/ Göç, Yıllar Geçse de-2/ Ne Çok Yorulduk” öyküleri üzerine özellikle durmak istiyorum. Birçok toplumda özellikle bizim toplumumuzda zor konuşulan hatta konuşulması yasak olan konular vardır. Aykırı cinsiyet konusu nedense ayıp sayılır, yasak sayılır, yok sayılır ama yaşamın içinde sonuna kadar vardır. Son zamanlarda birkaç yazarın bu konulara değindiğine tanık oldum. Bir kısmı da oldukça yüzeyseldi. Nalan Yılmaz üç öyküsünde olabildiğince cesaretle işlemiş, elbette imalarla, andırmalarla ancak bu da sonuçta bir anlatım biçemidir ve öykü içinde yeterlidir.

Savaş, dünyanın başının derdi… Hem de bin yıllardır. Bilinmez ki, kaç yüz yıllar daha böyle kalacak. İnsanın insana hırsı, kini, sömürüsü sürdükçe bu böyle gidecek gibi… Duyarlı yazarlara düşen de ancak savaşın ne denli yıkıcı, yakıcı olduğunu aktarabilmek. Her konuya değinilen böyle bir öykü kitabında da elbette yerini almış “Zorunlu Ateşkes” öyküsüyle. Bu savaşın daha doğrusu savaş öyküsünün içinde çocuklar var, ölüm korkusu var, kimin kimi vurduğunun belli olmaması var. En acısı da savaşın bir adım dışında sürüp giden bir yaşam var.

Artık son öykümüze gelelim, “Oteldeyiz” bize modern çağın (Ne kadar modernse!) çoğumuza normal gelen çılgın alışkanlıklarının hoş eleştirilerini sunuyor. Farkında olarak ya olmadan içine düştüğümüz tuzak yaşamın dışarıdan nasıl göründüğünü anlatan muzip bir öykü. Elbette görevini yerine getirip düşündürüyor da…

Yazar Nalan Yılmaz olur da hiç kedi olmaz mı, birçok öyküde bir yerlerden çıkması tesadüf olabilir mi?

Devamını bekliyoruz, emeğine sağlık Nalan Yılmaz…

M Osman Akbaşak

Siz de fikrinizi söyleyin!