Sevgiden Nefret Doğurmak Yahut Nefretle Büyütmek Sevgileri- Müjdat Güven

Victor Hugo Sefiller’de şöyle diyor;

”Bazı insanlar bir şeyleri sevince bir şeylerden nefret etmek zorunda hisseder kendilerini”.

Hiç düşündünüz mü o bazı sevmelerin nefretin bayrağıyla göndere çekilmesini? Bir ipi çeke çeke
nereye varır ucundaki? Kimin elinde o ipler, o eller kimin cebinde… O ceplerden o ellerle o ipleri kimin
boynunda kement diye geçirmişler yahut.

Kaçımız nefretle büyütülen bir sevginin kalabalık kuyruğunda marşlar, masallarla bekledik acep?
Kaçımız kaçabildik de kaçımız hıncahınç meydanındayız hala…

Evet bazıları sevgiden nefret doğurur bazıları nefretle büyütür sevgisini…
Ve o bazıları çok fazla, her yerde ve bir şekilde hepimiziz. Hemen itiraz etmeyin, durun;
Mesela diyorum;
Fenerbahçe’yi sevmeyi Galatasaray’dan nefret etmekle…
Yahut;
Türklüğü/Türkçülüğü sevmeyi Ermeni’den, Kürt’ten, Yunan’dan e tabi biraz da yedi düvel gavurdan
nefret etmekle,
İslam’ı sevmeyi Hristiyan’dan, Yahudi’den, senden başka inanandan, inanmayandan nefret etmekle,
Sünniliği sevmeyi Alevi’den nefret etmekle,
Kendi ilini sevmeyi komşu ilden nefret etmekle,
Bir siyasi görüşü/partiyi sevmeyi diğerlerinden nefret etmekle,
En olmadı;
Akrabalardan anne tarafını sevmeyi de baba tarafından nefret etmekle…

”eşdeğer” tutan zihniyetlerden biri yahut örneklerini saymakla bitirmenin mümkün olmayacağı bir
benzeri de bizim değil mi?
Bunların birçoğunun tersi de geçerlidir elbette ve bu örnekleri sayısızca çoğaltmak da mümkün.

Çoğaltmayalım.

Mesela itibarı sevmeyi tasarruftan nefretle?
Ya da yap yap bitmeyen inşaat grisinin elli tonunu sevmeyi yeşilden nefret etmekle…
Yahut bir ormanı, dağı, taşı yine başka bir ormanı, dağı, taşı görmezden gelerek savunabilmekle…

Çoğaltmayalım… Çoğalalım bu örneklersiz ama!
Kendi değerlerimizi başka değerlerle boy ölçüştürmek mi bu?
– Hayır üstümüze yok bizim, yanımıza, yöremize, eşitimize de!
Yoksa başkasının kötülüğü kadar mı iyilik yazıyoruz kendi hanemize… Daha iyi olmayı öbüründen
silmek yerine kendimize bir şeyler katarak yapmayı da sevmeyiz üstelik. Zaten biz olmak nedense hep en üstün ve erişilmez bir rafta. Tutup eklesek beni, seni, onu devrilmez mi üstümüze…

En büyük korku! Devrilmek, üstümüz, ben ve sen… Biz ama sensiz bir biz. En azından sen sessiz ol, dilin, adın duyulmasın bizin içinde!
Sizden olmayana neyi reva görürseniz ona layıksınızdır,
Sizin neye hakkınız varsa sizden olmayanın o hakkı İnsanlıktandır, demokrasidendir, Allah’tandır.
Yaşamdandır. Kendi değerlerinizi yüce, başkalarının değerlerini alçak görmeniz.
Yoksa kendi yüksek değerlerinizde bile karşıyı mı alçaltacaksınız?

Tamam hassasız hepimiz, bazılarımız daha bir hassas tabii. Yine bazılarımızın hassaslığı aman aman
yeri göğü katar birbirine, dokunmayınız! Diğerlerinin hassas olma hakları da takılıyor haliyle bu
hassaslığa.

Bütün bu zulümlerin, bütün bu ölümlerin yegane sebebi kendini hep haklı ve üstün görme
”hassaslığıdır” biraz da… Ne olur bu kadar hassas olmayın! İncinip, incitiyorsunuz sonra…

Sevgiden nefret doğurmayı, nefretle büyütmeyi bir sevgiyi;
Bırakın artık!
Bir ipe bağlayıp bir linçle çektiğiniz gönderlerin hıncahınç meydanında haykırmayı, köpük köpük
ağızlarla…

Teker teker dokunuyor karanlık (yıllardır el değiştirse de), ayrı ayrı yaşıyoruz aynı şeyleri, yalnızız işte…
Kim olursak, kimden olursak olalım; bulduğumuz ilk fırsatta ötekinin üstüne çullanmakla,
konuşmayıp(yada sadece konuşup) dinlememekle çivisini çıkardığımız, çürümüş bir leş gibi
kokuttuğumuz bir hayatın içindeyiz.

Ve tabiri caizse; o hayat bize tecavüz ediyor ama biz hayatla sevişiyormuş gibi yapmaya devam
ediyoruz işte …

Sevgiden nefret, hayattan acı doğruyoruz sadece;

Ve bu acı ”hepimizin” çocuğudur böylece…

Müjdat Güven

  • Bu yazı Gökkuşağı Dergisi, Eylül,2023 sayısında yayımlanmıştır.

Siz de fikrinizi söyleyin!