Deneme,  Edebiyat,  Kategorisiz,  Sanat,  Toplum

İntihal, Ticari Bir Meseledir

Yetmez amaçları popüler bir yazarın, popüler olmayan bir romanının intihal olmasının kesinleşmesi, resmen hepsini paniğe sürükledi. Gene yüz küsür kişilik toplu bir bildiri hazırladılar. Aralarına eski besteci, uzun zamandır da romancı olan eski CHP mebusu Livaneli’yi aldılar. Neymiş, bu hırsızlık cezalandırılırsa, yaratıcılıkları zedelenirmiş. Vah vah vah. İmzaya katılan bay Nobel’in Beyaz Kale ve Livaneli’nin Mutluluk romanları da düpedüz aşırma. Livaneli’nin romanı, Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz’un, Dilenci romanına çok benziyor.

Bu fikir hırsızlarının savunmaları ise çok komik. Başka yazarların fikir haklarının korunması, bunların yaratıcılığına engelmiş. Sorun şu ki, intihal davaları, ticari ve mali davalardır. Akademik intihal davaları da ticaridir. Bu ticarilik, akademisyenlerin (asistan ya da profesör) biz dar gelirlerin gözüne çok görünen maaş ya da ikramiyeleri değil, bu unvanların halka verdiği güven duygusu ve söz söyleme yetkisidir. Şimdi ben profesör olsaydım,  böyle blog köşelerinde mi yazardım, yoksa önemli yayınevleri kitabımı basmak için (hadi her profesörün kitabı içinde sıraya girmesinler) direk para mı talep ederlerdi? Sonuçta bu bloğun da okunma oranları bu seviyede gezmedi.

Matbaa ve fikir-sanat ürünlerini çoğaltıp, satmanın bu kadar kolay olmadığı, bu işlerden çok para kazanılmadığı zamanlarda, bu tür intihallere fazla dikkat edilmezdi. O zamanlar sanattan para kazanmak (mimar bile olsanız) kendinize zengin, tercihen kral, sadrazam, vezir ya da vali ayarında devlet görevlisi bir koruyucu bulmanızla mümkündü. Yoksa hikaye anlatıcısı olarak kahvelerde, tiyatrocu-meddah olarak sokak köşelerinde, şair olarak zaten saz çalan bir ozan olarak düğünlerde, bayramlarda, ressam-yontucu-nakkaş olarak arada bir çıkan süsleme işlerinde üç-beş kuruş kazanırdınız. Konak yaptıracak kadar zengin biri değilseniz, ev yaptırmak için  duvarcı ustası tutardınız, mimar değil. Behçet Mahir, Erzurum, Atatürk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) profesörü Mehmet Kaplan tarafından keşfedilip, üniversite kadrosuna özel dekan odacısı olarak alınana kadar, geçimini kahvelerde hikaye anlatarak sağlıyordu. Kaplan, Köroğlu başta olmak üzere, pek çok destanı ondan derledi. Hatta anlattığı destanda Köroğlu, Ayvaz’ı, dekanın kendisini çağırdığı gibi, ziline basarak çağırır.

O zamanlarda bile intihal,  ciddi bir suç, kusur olarak görülmüştür. Adını hatırlamadığım bir divan şairi,  uykusuz geceler ve günler sonucu bulduğu dizenin, mevcut kalıplara uymayıp, hiç kimselere benzememesinden dolayı beğenilmediğini; başka bir uykusuz gecelere mal olan bir şiirinin de unutulmuş bir şaire benzediği için beğenilmediğini yazmıştır. Şeyh Galip, Mevlana’dan çok aşırma yaptığı suçlamalarına, çaldımsa mirimin (önderimin-büyüğümün) malını çaldım, elin malını çalmadım ya diye kendisini savunmuştur. Buna rağmen özellikle şair ve müzisyenler, aşırdıkları eserleri uzak yerlerde icra etmişlerdir. Örneğin, Kalenin Dibinde Taş Ben Olaydım türküsü, Özbekistan’dan başlayıp, tüm Türkçe konuşan toplumlarda değişik versiyonları söylenmiş, bir varyantı Arnavutça omuş, Avusturyalı besteci Brhams, orkestraya uyarlayıp, Persian Marsh (İran Marşı) yapmıştır. Balıkesir’e ait, iki keklik türküsü, az farkla Elazığ’da ortaya çıkar. Yazsak ve araştırsak onlarca örnek çıkar.

Fakat dedim ya, o zamanlar sanat-bilim işlerinde çok para yoktu. Öklid (Pisagor’da olabilir) bu işlerden kaç para kazanacağını soran bir öğrencisinin eline para verip, sınıftan kovmuş. Thales, bu felsefeden kaç para kazanılacağını soranlara kızıp, sert-soğuk bir kışta, zeytin yağı sıkma aletlerini ucuza satın alıp, yazın, zeytin rekoltesi çok artınca yüksek fiyata satıp, çok para kazanmış. Farabi,  yaşadığı yıllarda da şimdiki kadar ünlü olduğu halde, ayetleri para karşılığında satan durumuna düşmemek için, anlattığı derslerden para almamış, duvarcı uztalığı yapmış, yetmiş yaşından sonra bir devlet görevlisi ona emekli maaşı vermiştir. (Bakara suresi 174. ayet: Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir şey karşılığında satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır. Kaynak: Diyanet.gov.tr) https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/farabi-tipi-baskanlik-sistemine-gazali.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/ibni-sinanin-muslumandir.html

Günümüzde ise telif haklarını, sanatçı yada fikir insanı affetse, işletmeler affetmez. Herkes ya da çoğu insan, fikir-sanat eserleri ile ilgili kanunlarda asıl sorunun, eser sahibi olduğunu sanır. Oysa kapitalizm için sorun, emekçi fikir insanı değil, o emeği atın alan işletmenin yani kapitalin haklarıdır. Patent, marka ve fikir-sanat mülkiyeti yasalarını biraz dikkatli incelerseniz, aslında fikri satın alan işletmeyi düşündüğünü daha iyi anlarsınız. Yani aslında dava iki yazarın değil, iki yayınevinin davası. 

Diğer yandan çok kazanan fikir sanat sahibi de bir burjuva, hatta işletmeye dönüşebilir. Meşhur mucit Edison, aynı zamanda General Electiric’in de kurucusudur. Pek çok kere üretici, sadece emeğini-fikrini-sanatı satmakla kalmıyor, pazarlamasını da kendisi yapıyor.

Günümüzde ise anonim şarkılara, hikayelere ya da desenlere yer yoktur artık. Böyle şeyler kapitalistler için sahipsiz maden, deniz ya da arazi anlamına gelir. Sanatçılar, düşünürler, artık bir koruyucu bulmak, onun sarayına sığınmak, onun ihsanları ile geçinmek zorunda değiller. Bunun bedeli olarak da artık alıntı yaparken, en azından hukuki sınırlara dikkat etmek zorundadır. Böyle davalar yaratıcılığı düşürdüğü iddiası ile komikten öte, utanmazlıktır.

Yoksa ben de Böcek Köşkü romanını yazarım.

Sinan Kemal

#intihal #hirsizlik #fikirhirsizligi #yayinevleri #sanatcilar #yazarlar

Siz de fikrinizi söyleyin!