Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Toplum

Günümüzde Aydın Profili

Oldum olası TV’lerde yayınlanan tartışma programlarına yakın ilgi duyar, yetkin insanların konuşmalarından, tecrübelerinden yararlanır, akla mantığa uygun, bilimsel yaklaşımları dikkatle dinlerdim.

Son yıllarda TV’lerin müdavimi kocaman unvanlı konuşmacılara bakıyorum, duruşuyla, hayata, insana, olaylara bakışıyla sadece ve sadece bir “akademisyen” olmuş, “entelektüel” olamamış. Çünkü vicdanı olmayan insan entelektüel olamaz. Vicdanı belirleyen ise adalet duygusudur.

Güçlünün karşısında zayıfın, güçsüzün hakkını savunabilme cesareti. O, mantığını, bilgisini, muhakeme yetisini yitireli çok olmuş. Görev insanı olmuş.

Yaşanan hiçbir şey sürpriz değil… 12 Eylül 1980 işte tam da böyle bir insan tipi yarattı. Aklını yitirmiş, vicdanı körleşmiş insanları. Pas tutmuş, kirli, bulanık bir zihin. Akademik ortamın, üniversitelerin genelinde vardır bu çürümüşlük. Beklenen ve istenen bir şeydi üstelik bu, çok uzun zamandır bekleniyordu. 80’ler, böyle bir dönemdir, son 22 yıl ise oldukça hızlandırıcı etki oluşturdu, geldik bugünlere…

Öyküyü birlikte okuyalım…

“Üniversitenin son günleriydi… Okulda en çok sevdiğim hocanın odasındaydım.

Bana, ” Ne olmak istiyorsun? ” dedi.

“Entelektüel olmak istiyorum” dedim.

“Senden entelektüel olmaz” dedi.

Çok şaşırmıştım. Biraz duraksadıktan sonra, kırgın ve alıngan bir ses tonuyla; “Dersinize önem veriyorum. 25 kişilik sınıfta 18 kişi bile dersinize girmiyor. Şu gördüğünüz okulda en çok okuyan öğrenci benim. 1 tek kişi daha gösterebilir misiniz benim gibi okuyan, araştıran ve sizinle sınıfın ortasında yeri gelince sert tartışmalara giren? ” dedim.

Ciddi bir ifadeyle tekrar; “Senden entelektüel olmaz” dedi. İyice hiddetlenmiştim.

“İyi benden olmasın, Doçentlik tezlerine bile kaynak hazırladığım, konular önerdiğim şu gördüğünüz hocalarımızdan olsun!” dedim.

Profesör, gülümseyerek geriye yaslandı. Uzun uzun baktı. Ben hocanın en gözde öğrencisi olduğumu ve bu konuda tam aksi şeyler söyleyeceğini tahmin ediyordum.

İçimden, “Hoca’ya bak  neler diyor!” diye geçiriyordum. “Bak evladım” dedi.” Senden çok iyi bir araştırmacı yazar olur. Ama entelektüel olmaz. Nedenine gelince, sana entelektüel olamazsın dediğimde, bana bir entelektüel gibi “Niçin olmaz?” diye sormadın, aksine bir kartal gibi kızdın, alındın ve hiddetlendin.” dedi.

Hocayı dinliyordum dikkatle, bir yandan da ruh halimden kurtulup, ne söylediğini anlamaya çalışıyordum. Yazarlık bilgi işidir. Entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir. Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir. Ben çok okuyan bir adamım. Ama entelektüel değilim. Hayata senin tepkilerini veriyorum. Evladım çok okuyan biri. O da yetmez. Ancak entelektüel olmaya ondan sonra gelecek nesillerle başlanır. “Hocanın söyledikleri kafama çakılmıştı.” Şu okulun önüne bak. Hepsi son model araba dolu ve hepsi hocalara ait. Her iki sene de bir de model yenilerler. Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı? Niçin bu şekilde yaşıyorlar. Çünkü o yüksek unvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ve diplomaları ne kadar yüksek olursa olsun, ruhlarındaki insan bir feodal köylü. Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar. Gerçek bir entelektüel asla bu “güdüyle hareket etmez” dedi.

Odadan çıktığım günden beri bu hayat dersi niteliğindeki konuşma, her ne zaman TV’lerde büyük unvanlarla tartışan insanların bir anda ilkel, öfke krizlerine girerek birbirlerine hezeyanlarla saldırdıkları anlar gözümün önüne gelir.

Aydın olmak, bilgiye dayalı olanı kabul etmektir, dayatılmış olanı kabul etmemektir. Aydın olmak olayları bireysel değil, toplumsal boyutlarıyla tartışabilmektir.

TV’lerde bu bilinçte aydınları bekliyoruz, korkmadan yılmadan her şart altında toplumsal bilince hizmet eden entelektüeller…

Serdar Yılmaz

 

Siz de fikrinizi söyleyin!