Çocuk Gündemi,  Deneme,  Sanat,  Sanat Tarihi,  Tarih,  Toplum

Atatürk ve Özsoy Operası

Yıl 1934, aylardan Haziran…,
İçinde bulunduğumuz Haziran ayında yaşanan büyük bir Cumhuriyet kazanımının 85. yılını yaşamaktayız. İran Şahı Rıza Pehlevi ilk yurt gezisini, çağdaşlaşma ve modernleşme konusunda örnek rol modeli olarak gördüğü Türkiye’ye yapacaktır. Türkiye’ye yapacağı ziyaret ve Atatürk’ün davetinden ötürü büyük bir heyecan duymaktadır. Özel konuşmalarında bu heyecanı söyle dile getirir:

“Sabırlı bir adamım, ancak Gazi Hazretleri ile buluşmak ve tanışmak konusunda artık sabrım kalmadı…”

Atatürk bu ziyarete büyük önem vermektedir. Soy ve kültür yönünden bir olan, sırf mezhep farkı yüzünden ayrı düren iki kardeş ulus arasında sağlanacak birliğin büyük yararlar sağlayacağını düşünmektedir. Atatürk, ziyaret gündemini belirlemek için yakın çalışma arkadaşlarını, Çankaya Köşkünde bir akşam sofrasında toplar; **“Şah için nasıl bir program hazırlayalım?”**diye sorar.

Cumhuriyetin kurulmasından itibaren ancak 11 yıl gibi çok kısa bir süre geçmesine rağmen ülkenin gösterilecek çok şeyi vardır. Kimi; ”Orman Çiftliğine götürelim” der, kimi; “Gazi Fişek Fabrikasın, Merinos Dokuma, Uşak-Alpullu Şeker Fabrikalarını ve hatta Gölcük Tersanelerini gezdirelim” der.
Atatürk sessiz kalır, aklında bir şey ve bir program olduğu bellidir.
“Peki, ne yapalım?” diye sorarlar. “OPERA YAPACAĞIZ.” Bir sessizlik ve şaşkınlık olur.

“Doğal güzellikler ve bir kısım fabrikalar onlarda da var. Onlarda olmayan bir şey yapıp, farkımızı ortaya koymalıyız ve tarihi köklerimizi perçinlemeliyiz.” der Atatürk.

Yazması için “reji” görevi, Münir Hayri Egeli’ye verilir. Atatürk, Egeli’ye “Bu konu ile ilgili olarak, gece yarısı bile olsa izin almadan yanıma gelmeye, üstelik beni uykudan uyandırmaya yetkin var” der. Sonra besteci arayışı başlar. Devlet bursuyla gittiği Paris’ten yeni dönmüş olan ve henüz 27 yaşında bulunan Adnan Saygun akıllara gelir ve kendisine “İran Şahı konuk olarak geliyor, bu metin üzerinden bir opera bestelemenizi istiyoruz” denir. Türkiye’nin ilk operasını yazacak ve yönetecek olan Adnan Saygun çok mutlu olur ve sorar:

– Solist var mı?
– Yok.
– Koro var mı?
– Yok.
– Orkestra var mı?
– Yok.
– Beki ne kadar vaktimiz var?
– Sadece bir ay.

Ve çalışmalar başlar. Konuyu belirleyen yazımına doğrudan katkıda bulunan Atatürk, çalışmaları sürekli olarak ve yakından izler. Sık sık provalara katılan Atatürk, -bir anlatıma göre- her izlemesi sonunda “Okay… Okay” diyerek sanatçıları alkışlar. Bir gün sanatçılardan biri, cesaretini toplayarak ve gayet utangaç bir ifade ile; “Paşam sanat bilginiz çok yüksek ama İngilizce telaffuzsunuz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim” der. Atatürk, tebessüm ederek şu yanıtı verir;

“Benim söylediğim ‘Okay’ öz Türkçe bir sözcüktür. Okun yaydan çıktığını ve hedefin vurulduğunu gösterir. Sizin yaptığınız iş, hedefi tam on ikiden vurmaktır.”

İşte mucize böyle başlar…

İki ulusun arasında tarihi birliği sağlamak amacıyla, Atatürk tarafından konusu belirlenen, yazım ve sahneye konulmasına doğrudan katkıda bulunduğu Özsoy Operasında, İranlı şair ve yazar Firdevsi’nin “Şahname veya Şehname” adlı eserinden yararlanılmıştır. Bu bakımdan Özsoy’un konusuna geçmeden önce kaynak eser ve yazar hakkında kısa bir bilgi edinmek yararlı olacaktır.

**Firdevsi (934-1020), Gazneliler ve Samaniler dönemleri, İran edebiyatının önde gelen şairidir. Şiirlerini Arapça değil, Farsça olarak yazmıştır. Şahname veya Şehname adlı eseri, eski İran-Turan (Fars, Türk) dönemine ait binlerce yıllık efsaneleri anlatan manzum destanıdır. Firdevsi’nin yaşamının büyük kısmını alan Şahname’nin yazımı 977-1010 yılları arasında tamamlamış olup 60 bin beyitten oluşmaktadır. Bir ulusun tarihi üzerine, tek bir şair tarafından yazılan, tarihte başka bir benzeri olmayan, epik şiirlerden oluşan destan türünden bir yapıttır.**
Türk (Saka) Kağanı Alp Er Tunga, Şah Feridun ve çocukları “Tur” ile “İraç”, Şahname’nin baş kişileridir. Feridun yeryüzünü üç parçaya ayırıp üç oğlu arasında bölüştürür.
• Tur’a Türkistan ile Çin’i yani Turan’ı,
• İreç’e İran’ı,
• Selim’e de Batıyı verir.

Özsoy Operası’nda, Türk ve İran ulusunun, yüzyıllar öncesine dayanan soy ve kültür birliğini vurgulamak, bu birlikteliği yeniden sağlayarak pekiştirmek için bu öğeler kullanılmıştır. Yazılışından yaklaşık olarak 1.000 yıl sonra, 1934 yılında Atatürk’ün istek ve katkısı ile bir opera türünde yeniden yazılıp bestelenerek Özsoy Operası’nda işlenerek, siyasi söz ve söylevlerden çok daha etkileyici ve kalıcı bir sonuç sağlanmıştır.

Özsoy Operası’nda koroyu; Ankara Kız Lisesi ve Orta Mektebi ile Beden Terbiyesi Enstitüsü öğrencileri oluşturmuştur. Koristlerin nota bilmemesi sürekli sorun yaratmış ve hatta zor bölümler değiştirilmiştir. Notaların çoğaltılması için Cumhurbaşkanlığı Armonisinden gelen subay ve müzisyenler yardımcı olmuşlardır.

Baş rolleri paylaşacak Nimet Vahit Hanım’la, Nurullah Taşkıran Almanya’da klasik müzik eğitimi görmüştür. Ayşim rolünü oynayacak Semiha Berksoy ise henüz 24 yaşında bir şehir tiyatrosu sanatçısıdır. Sanatçıların metni ezberlemeye İstanbul’dan gelirken Ankara treninde başlar. İlk prova 12 Haziran’da yapılır. Atatürk provayı bizzat izler, metinde kimi düzeltmeleri yapar.

18 Haziran gecesi ilk temsil Halkevi sahnesinde kusursuz icra edilir. 3 perde 12 tabloluk eserin ana teması yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran’ın kardeş olduğu vurgusudur.

Perde açıldıktan sonra sahnede bulunan ozan, Türklüğü öven destanını anlatmaya başlar. Dinleyiciler için 40 bin yıl evvelki Feridun’un ülkesi hayal ettirecek tasvirlerde bulunulur. Ozanın sesine arp eşlik eder.

“Ben ne puta tutkunum, ne yara vurgunum.
Elimde destanımla yalnız Hakka bakarım.
Doğrudan anlatırım, gönüllere akarım,
Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”

… Ve tiradın devamında söylenen, Hakan Ferudun’un çocuklarına verdiği isimler Türkiye ile İran’ın ortak niteliği-bayraklardaki simgeyi-belirtmektedir.

“Sen ey nur topu çocuk, senin adın ‘Tur’ olsun,
Kutlu rengin mavi, esin ay, yoldaşın kurt olsun.
Sen ey sevgili çocuk, sen de adın ‘İreç’ olsun,
Nurun yeşilinden çıksın, seninle parlasın, yoldaşın arslan olsun.”

Böyle girişle başlayan eserin ana teması yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran’ın kardeş olduğudur. Eserin sonunda iki kardeşten Tur’un (Kurt) adı geçtiğinde sahnedeki oyuncular, Ankara Halkevi’nin locasında operayı izlemekte olan Atatürk’ü, İraç (Arslan) adı geçtiğinde ise yanındaki Rıza Pehlevi’yi işaret eder. Bu jest karşısında çok duygulanan Şah Rıza Pehlevi, ”Kardeşim” diyerek Atatürk’e sarılır.

Eserin ikinci ve üçüncü sahneleri Kurtuluş savaşında geçer ve yüzyıllar boyunca ayrı kalan Türkler ve İranlıları Tur ve İraç’ın tekrar bir araya getirdiği anlatılır. Bundan sonrasını Saygun şöyle anlatıyor:

Eserin tekrar efsane havasını getiren bu sahnesinde Ferudun ve ötekiler hep sahnede hazırdır, ancak Tur ve İraç yoktur. Ferudun sorar;
“Tur ile İraç’ı arıyorum, neredeler?”
Sahnedeki Ozan, Halkevindeki locasında İran Şahı ile birlikte Atatürk’ü işaret ederek şöyle der; “İşte Tur”,
İran Şahını işaret ederek “İşte İraç”.
Her Türk bir Tur, Her İranlı bir İraç’tır.
Türkçeyi Azeri şivesiyle çok iyi bilen Şah’ın bu sözler üzerine Atatürk’e sarılıp “Kardeşim”diye ağladığını, temsilden sonra heyecanla anlattıklarını çok iyi hatırlarım.”

Operanın sonunda perde kapanırken, seyirciler büyük bir coşku içinde oyuncu ve sanatçıları alkışlarlar. Atatürk, aslında kendi eseri olan, bu mucizenin yaratıcılarını Çankaya Köşkünde ağırlar, kutlar ve “Bu bir devrim hareketidir” der.

Atatürk bir işin yapılmasını istediğinde, karşısındaki, “Efendim, bu iş kısa bir sürede yapılamaz, koşullarımız, olanaklarımız uygun değil” gibi gerekçeler ileri sürdüklerinde;

“Efendi, sen ne diyorsun, biz 20 günde opera yazmış, bestelemiş, oynamış bir milletiz. Yeter ki bu millet istesin ve davasına inansın. Her şeyi yapar ve başarır” diye yanıt verirmiş.

Bizim de Atatürk’ün büyüklüğü için söyleyebilecek tek bir söz vardır: O, ATATÜRK’tür.

Kaynak: A. Erdem Akyüz, “Bütün Dünya, 1 Haziran 2019”
erdemakyuzbd@gmail.com

Siz de fikrinizi söyleyin!