
Almanya’da Günler Nasıl Mı Geçiyor
Bir süredir Almanya’dayız! Geçen ay Köln’nde katıldığımız Enver Karagöz Edebiyat Dostları Etkinliği’nin ardından grip nedeniyle bir süre evden çıkamadık. Bunu bir fırsata dönüştürüp iyi okumalar yaptık ama. Zeynep’le okuduğumuz kitaplar üzerinde uzun uzun tartışmalarda bulunduk. Kuzey Almanya’da Herdecke diye bir yerde kalıyoruz. Kardeşlerimiz Devrim-Ozan çiftinin evinde… Kaldığımız ev tepeden bir nehre bakıyor, müthiş bir manzarası var. Buradan dünyayı seyretmek büyüleyici.
Orman yürüyüşleri yapıyoruz olanak buldukça… Sözünü ettiğim nehrin kıyısına da inip yürüyoruz Zeynep’le kimi günler. Nehrin kıyısında yürürken Stefan Zweig’in bir kısmını buralarda bir yerlerde yazdığı o muhteşem öykülerinin ruhlarının içinden geçiyoruz adeta. Düzenlenmiş doğanın şaşırtıcılığı bambaşka dünyalara, bambaşka düşlere sürüklüyor bizi. Bertold Brecht’in ve Rainer Maria Rilke’nin dizelerini mırıldanıyorum belli belirsiz. Johann Woldfgang Von Goethe’in İnsan kendini insanda tanır sözü boşa düşüyor, çünkü bunun için dil gerekiyor, Türkçe bilen biriyle karşılaşmak nerdeyse olanaksız bu şehirde. İyi ki yeğenimiz Abrek Deniz, kardeşlerimiz Devrim ve Ozan eve dönüyorlar çok geç olmadan. Onlarla konuşmamın tadını hissediyoruz hücrelerimizde.
Devrim – Ozan Genç çifti, dünyanın o en güzel kalplerini taşıyan kardeşlerimiz, denk düştükçe bizi çok güzel etkinliklerle buluşturuyorlar. Yasemin-Soner Şahin çifti de çoğunlukla bizimle oluyor bu buluşmalarda. 30 Kasım’da Hilden şehrinde Flamengco Dans Grubu’nun göstersini izledik. Soluğumuzu tuttuk izlerken. Biletler kişi başı 60 Euro. Yani TL çevirirsek yaklaşık 1200 TL… Emekli maaşlarına sıkışmış biz Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir etkinliği izleyebilir miydik diye konuştuk Zeynep’le aramızda…Duseldorf’ta bir Lübnan lokantasında yemek yedik, yemekler ve yemeklerin servis edilmesi ilginçti. Kişi başı 50 Euroluk fiyatlar da doğal olarak. Weihnachten gecelerine katıldık. Oralarda sıcak şarabın ve yediğimiz Wurstların tadı da bir başkaydı… Oberhausen şehrinde bir etkinliğe katıldık. Orda da güzel konuşmalar vardı, güzel müzik dinledik. Şarkılar, türküler hep dokunaklıydı.
26 Kasım’da yapılan Kadına şiddet başlıklı etkinlik Dortmund’da bulunan Alevi Akademisi’ndeydi… Orda o akşam duyduğum en güzel söz: Jin-jiyan-Azadi… Bu sözcükler kendi öz anlamlarından kurtulup kendi aralarında üst bir anlam oluşturmuşlar. Şiir de böyle bir şey aslında. Bu üç sözcüğün birleşimi dünyanın en güzel müziği ve en güzel şiiri: Yaşanmamış aşklar, kurulmamış dünyalar anlamı içeriyor bana göre. Bu devrim demek… 16 Aralık’ta da ben konuğu olacağım Alevi Akademisi’nin… Şiir ve şiir üzerine söyleşi yapacağım. Başlığı “İnsanı Aramak!”
Gurbetçilerimizle tanışıp konuştukça yeni şeyler öğreniyor insan, yeni duyarlıklar kazanıyor… Geçenlerde Yasemin Şahin’in anlattıkları aklımdan çıkmıyor bir türlü. Bir zamanlar Engels’in yaşadığı Wuppertal’da yaşıyor Yasemin Şahin. Eşi Soner’le birlikte yabacıların Almanya’ya uyumu konusunda eğitim işleri yapıyorlar. İşleri çok iyi. Yasemin, Yeşiller Partisi’nden milletvekili olmaya ramak kala ayrılmış. ”Niye” diye sordum. Aldığım cevap ilginçti: “Çünkü savaşı destekliyorlar. Bu değil sadece LGBT’yi de teşvik ediyorlar. Bir insanın cinsel tercihini savunmak, ona yönelik şiddete karşı onun yanında durmak başka bir şey; lezbiyenliği, gayliği ya da homoseksüelliği kışkırtmak başka bir şey.”
Yasemin’in beni yaralayan bir ifadesi daha oldu ki asla unutamam: “Ağabey, buralara çocuk yaşta geldiğim için Almancayı çok iyi kullanıyorum. Hatta Türkçeden daha iyi kullandığımı söyleyebilirim size. Büyük kızım daha birkaç aylıkken ona Almanca ve Türkçe olarak yavrum, canım diye seslenirken bir şey fark ettim. Ona bu sözleri Türkçe söylerken çocuk adeta kanatlanıyor, o sözler ona can katıyordu… Aynı sözleri aynı içtenlikte Almanca söylediğimde o şekilde bir tepki vermiyordu. Bunu çok düşündüm… Demek ki bir insan duygularını ancak anadiliyle dışa vurur, duygularımı çocuğuma anadilimle geçiriyormuşum… Demek ki bir insan kendisini en iyi anadiliyle ifade edebilir. Dili insanın kimliği…”
Devrim ve Zeynep iki kardeş birlikte başka bir program yapmışlardı. Ozan, “Bochum’da bir konferans var ben gideceğim gelmek istersen seni de götüreyim ağabey” dedi. Çok uzak mı, dedim. “Buraya 50-60 km” dedi. 10 Aralık akşamı ordaydık. “Ortadoğu’da Neler oluyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” konulu paneli Evrensel Gazetesi düzenlemiş. Konuşmacılar; Gazete Duvar Yazarı Fehim Taştekin ve Evrensel Gazetesi Yazarı Yusuf Karadaş… İnanılmaz derecede başarılı buldum ikisini de… İkisi de çok sıcak… Asla büyüklenmeyen… İnsan mı insan ikisi de… İkisini de dinlerken Türkiye’nin ne güçlü beyin insanları var diye geçirdim aklımdan… Bu beyinlerden ülkemizin yüzde milyon kere yararlanması gerekir diye düşündüm. Başka bir dünyaya doğru sürüklendi kafam. Bir insanın kendisini böylesine yetiştirmiş olacağına olan şaşkınlığım ve sevincimle konuşulanları dikkatle dinlediğimi söyleyebilirim… Müthiş derecede yararlandığımı da...
Fehim Taştekin Gazete Duvar’dan kesintisiz takip ettiğim biri… Yazılarını okumasam, ola ki kaçırsam kendimi daima eksik hissetmişimdir hep. Kişisel birikimimde yeri büyük… Ozan’la arkadaş olduklarını, bizim şu an kaldığımız odanın havasını Fehim Taştekin’in de soluduğunu öğrendiğimde büyük bir sevinç yayıldı ruhuma.
Yolda Ozan demesin mi, “Fransa’da yaşıyor Fehim Taştekin!!! Yazılarından ve konuşmalarından ötürü de Türkiye’ye dönemiyor.” Dönüş yolunda bir süre konuşmadık Ozanla… İçimin yangınıyla kaldım.
Bir süre daha Almanya’dayız. Neler yaşayacağız, neler göreceğiz, neler öğreneceğiz kim bilir?
https://xn--gndemarivi-9db80j.com/kalbim/?amp=1
https://xn--gndemarivi-9db80j.com/sansur-yasasi-ve-bartindaki-facia-ustune/?amp=1

