
Yüzyıllık Yalnızlık
İlk okuduğumda 30 yaşındaydım… Aslında roman, 1967 yılında yazılmış ve ilk yazıldığı yıllarda bile çok satmış. Gabriel Garcia Marquez’in 1982’de Nobel ödülü aldığını öğrendiğimde, birkaç romanını birden edinmiştim. Elbette en önemlisi “Yüzyıllık Yalnızlık”tı. Aradan 42 yıl geçmiş. Birkaç sene önce yeniden okumak istedim; ilk 100 sayfayı okudum, ama araya başka kitaplar girdi ve yarım bırakmışım. Keşke bırakmasaydım da ikinci kez okusaydım, diye düşünüyorum şimdi. Neden derseniz, bu günlerde dizisi gösterime sunuldu. Genellikle romanların filmi ya da dizisi yapıldığında uzak dururum. Aslında bilirim, romanın filmi de dizisi de birebir aynı olamaz; olması da mümkün değildir ve bir bakıma olması gerekmez. İçinde sinematografik katkılar olmalıdır ama romanın getirdiği havayı kaybederim diye korkarım.
Aynı korkuyu “Yüzyıllık Yalnızlık” için de yaşadım ama o denli merak ettim ki “ne olursa olsun” diyerek sekiz bölümü üç günde bitirdim. Toplam 8 saat 31 dakika, neredeyse soluk almadan izledim. Elbette romanın sayfaları birebir aklımda değil, kahramanlar da öyle; ama konu belleğimde duruyor. Hele son sayfaların beni büyülediğini, 42 yıldır hâlâ unutmuyorum.
Gabriel Garcia Marquez, büyülü gerçekçiliğin destansı efsane yazarı… Gerçekle masalın iç içe geçtiği bu roman, insanı öyle bir âleme sürükleyip götürüyordu ki masalsı anlatımlar ve gerçeküstü olaylar gözüme normalden farksız hale geliyordu.
Sekiz bölüm deyince hem mutlu olmuş hem de şaşırmıştım. Benim elimdeki baskının 432 sayfa olduğunu düşündüğümde ve anlatımın yoğunluğunu anımsadığımda, değil 8 bölüm, 80 bölüm olsa tüm ayrıntıları vermek mümkün değilmiş gibi geldi. Sonra, 16 bölüm olduğunu ve bu ilk 8 bölümün şimdilik gösterime sunulan kısım olduğunu öğrendim. Zaten 8 bölümü tamamladığımda, kitaba göre daha işlenmesi gereken çok konu vardı ve benim beklediğim kitaptaki final bölümü yoktu. Kitabı okuduğum yıllarda son sayfayı bitirip kapağı kapattığım anı dün gibi anımsıyorum.
Büyülenmiştim… Nasıl bir anlatımdı bu, yüzyılın nasıl bir özetiydi… Şu anda “anlat” deseler anlatamam 42 yıl öncenin duygusunu…
Diziyi izlerken roman da elimdeydi. Her bölümün sonunda sayfaları karıştırıp, mümkün olabildiğince dizinin romanı gerçekten aktarıp aktarmadığını anlamaya çalıştım. Filmlerde ve dizilerde dış sesten genellikle rahatsız olurum ama bu sefer çok yararlı olmuş. Eğer o dış ses olmasaydı, yeterli akış sağlanamazdı diye düşünüyorum. Dış ses sayesinde uzun ayrıntılara gerek kalmamış, sahneler arasında akıcılık sağlanmış.
Mekân ve oyuncular üzerine söyleyecek söz bulamıyorum. Hele Ursula’nın yaşlılığını canlandıran Marleyda Soto muhteşem… Diğer oyuncular da çok iyi ama benim amacım burada oyuncular değil, filmin genel yapısı üzerine bir şeyler yazmaktı.
Daha uzun yazıp okuyan dostları yormak istemediğim için burada kesiyorum. Gerçekten çok büyük bir keyif alarak izledim.
M. Osman Akbaşak

