
The Man From Earth
Asma Yaprağının Hatırlattıkları: Bir Film, Bir Mevsim ve Binlerce Yılın Düşü
Mevsim bahar. Asmaların filizlendiği, taze yaprakların pirinçle buluşup sarmaya dönüştüğü o yumuşak huylu günlerden geçiyoruz. Elimde sarma yaprakları, karşımda ekran; hem dünyayı hem evi aynı anda yakalamaya çalıştığım o tanıdık anlardan biri…
Merak ediyorum: Acaba herkesin elleri sarma sararken benimkiler gibi buruş buruş olur mu? Ya da The Man from Earth filminin yazarı, senaryoyu düşlerken, benim şu an yaptığım gibi, hangi anlamsız ama bir o kadar anlamlı eylemle meşguldü?
1980’lerde, henüz okuma yazmayı bile bilmediğim zamanlarda, asma yaprağının yalnızca bizim yörede yetişen mucizevi bir bitki olduğuna inanırdım. Çocuk aklı işte… Kim bilir neyi, nerede, nasıl yanlış anladım da böyle bir kanaate vardım.
Filmi izlerken hafızamı biraz zorladım. Çocukluğuma dair çok az şey beliriyor gözümde. Bu kadar zayıf bir hafızaya sahip olmak can sıkıcı, hatta biraz da hüzünlü.
Ama düşünmeden edemiyorum: Eğer 14.000 yıldır bu dünyada yaşıyor olsaydım, yine de sarma sarar mıydım?
2007 yapımı The Man from Earth filminin yönetmenliğini Richard Schenkman üstlenmiş. Ancak asıl ilginç olan senaryo yazarı Jerome Bixby’nin bu hikâyeyi 1960’larda tasarlayıp, ancak 1998’de, ölüm döşeğindeyken tamamlamış olması. Yani bu düşünceye ömrünü adamış. Tıpkı bir tabak iyi yemek yapabilmek için hayatını mutfağa adayan sabırlı kadınlar gibi…
Filme dair birkaç şey söylemek isterim. Başkarakter John Oldman, insanlık tarihinin her dönemini adım adım yaşamış bir figür. Ölümsüzlük kavramını, gerçekten içselleştirilmiş bir biçimde sorgulatıyor. Ve izleyiciye şu tür soruları fısıldıyor: İnsan, 14.000 yıl yaşasa bile “yedisinde neyse yetmişinde de odur” diyebilir miyiz? Ya da zamanın gerçekten dönüştürücü gücü var mı?
Film, tarih, arkeoloji, din ve sosyolojiye dair zihnimizde birbiri ardına pencereler açıyor. Tıpkı ekşisi tam yerinde, leziz bir asma yaprağı gibi…
Ben bu filmi tekrar tekrar izledim. Çünkü kurgusu son derece sağlam. Hikâyenin matematiği öyle ustaca kurulmuş ki, izleyiciyi bir duygudan diğerine, tam zamanında ve olması gerektiği şekilde taşıyor. Tıpkı sarma yaparken iç harcı dikkatle hesaplamazsanız, ya yaprağınız artar ya da içiniz yetmez; ya da içi az koyarsanız sadece yaprak yersiniz, çok koyarsanız da sarmanız çatlayıp dağılır ya…
İşte bu film de öyle: An be an damakta lezzet patlamaları yaşatıyor. Ve kesinlikle izlenmeyi hak ediyor.
Dilek

