Toplum

Sıfır Tanımları, Felsefesi ve Tarihçesi

Tasavvufa göre Tanrı (1) birdir (varlığı temsil eder), çünkü Tanrı’nın dışındaki varlıklar (0) sıfır kabul edilir. Tanrı varlığı ve var olmayı sembolize ederken, diğer varlıklar ise yokluğu ve yokluktan var olmayı simgeler. Buradan, benliğine güvenip ilerleyenlerin dua edenlerden çok kazanmasına sıfır etkendir anlamını buluyorum.

İnsan hayatı, sıfırdan başlayan ve sıfırda biten bir serüvendir. İnsan doğuşu (sıfırı simgeler) ile yoktan var olurken; insan ölümü de (sıfırı simgeler) vardan yok eder. Yani, insan yaşamı sıfırla başlayıp sıfırla biten ve sonsuza kadar sürecek bir yaşam kesitidir.

Sıfır, ‘hiç’liği de ifade eder. Sıfırla başlayan insan bilgilere ulaştıkça bilginin gücü karşısında hiçliğe doğru gider; onun için, bilginin kaynağına giden bilgiler “bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir.” Yani, sıfırla bilgiyi öğrenmeye başlayan insan bilginin zirvesine ulaştıkça yine sıfıra döner.

Sıfır, başlangıç ile sonuç arasındaki döngüdür.

Dünya’nın en büyük sorusu bana göre; eğer Tanrı yoksa, biz nasıl yoktan nasıl var olduk ya da Tanrı varsa, yoktan nasıl var oldu?

Var oluşun nedenleri, niçinleri, nasılları için defalarca düşünmüş bilginler; neden, niçin ve nasıl gibi sorular anı başlatmaz mı? Her soru bir adım için başlangıçtır.

“Madde sakınımı yasası” Lavoisier, “Hiçbir şey yoktan var olmaz; varken de yok olmaz.” hiçbir maddenin yoktan var, vardan da yok olmayacağını, ancak enerjinin şekil değiştireceğini de sonra Einstein belirtmişti. Bu durumda enerji neydi, her maddenin kimyasındaki başlangıç (diğer deyimle yaşam özü)?

Uzaydayız, iyi de uzay nerede? Belli bir uzaydaysak, diğer uzaylar da olmalı, bu durumda uzay yoktur gibi bağlamlara ulaşıyoruz. “Varlık vardır; var olmayan var değildir.” Öyle ki anlamadığımız hep bir başlangıcımızla ister felsefede isterse de bilimde, hiç sıfırın sırrını çözemedik.

Hep geleceği düşleriz, oysa o gelir ve geçer; peki o gelip geçerken biz nerede oluruz? Peki, sıfırı ‘an’ olarak kabul görebilir miyiz? Ölüm hiçlikle sınırlandırılamaz, peki ölüm nedir? Ex, sıfır olma durumudur!

Yaşadığımız evrenin simülasyondan ibaret olduğu varsayımı doğruysa peki, hepten uyanmazsak nerede oluruz? Hayalet gibi anılardan vazgeçişe ne demeli, bir şair “Yaşadım saydığım anılarım var…” demişti, yaşadıkları sıfır değil miydi?..

Bazı zamanlar gidip geri geliriz, kendimizi eski hikayeye yerleştiremediğimiz gibi hikayeden de tam çıkamadığımız. Hiç bırakıp gidemediğimiz içinde kalamadığımız! İkisini aynı anda yaşadığımız bir yere sıfır noktası diyebilir miyiz?

Paradokslar sıfıra sabitken ya ortada kalma durumuysa sıfır? Ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, neden yapılacağı hakkında bir fikre sahip olmak neredeyse imkansız bırakan durumları yaşatır. Romain Gary’nin deyiminde bile sıfır tanımını görebiliyorum: “Her şey aslında, hiçbir şeyle aynı şeydir.”

Yok saymaz mıyız bazen bir şeyleri ya da hiçe; herkes duruma göre nihilist olur. Yok saymak için ve hiçe ulaşmak için bir şeyleri sıfırla da muhakkak çarparız ya da her şeyi devirip yıkarız kaos yaratırız. Kaos sıfırdır!

Sıfır bana göre, bir tanıma sığamaz! Boşluğu, yokluğu, kaosu, hiçliği hatta başlangıcı bile ifade edebilir. Peki, ya sıfır yoksa?..

Bize rakam ya da sayı ile öğretilen yani dünyada bu şekilde kabul gören sıfırı nasıl da sınırlamışlar; oysa sıfır, iki doğruyu birleştiren noktadır da. Sıfır şekli belki de nokta şeklinden türedi?..

“Çok şey varsa, hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey yoksa, çok şey vardır.”

Özdemir Asaf

Öklid geometrisinde nokta tanımsız kavramlardan biridir, çünkü Öklid noktayı temel kavramlardan biri olarak kabul eder ve ona göre ise, “Nokta eni, boyu, uzunluğu olmayan en küçük şeydir.” Sıfır da en küçük sayı kabul edilmemiş miydi? Bana göre, en küçük sayı rakamının karşılığı nokta, pardon sıfır demeliydim… Sıfır, artı ve eksiyi birleştiren bir noktadır, o bir sayı değildir. Negatifliği, pozitifliği, nötürlüğü ve yukarıda anlattığım üzere birçok tanımı kaldırabilen ve asla tam anlaşılmayan şeydir.

Sıfır, sayıların yaşam özüdür.

Sıfır yanına konulan sayılara güç, onur ve büyüklük kazandırır. Bir (1) tek başına bir sayıdır, ancak yanına konulan bir sıfırla daha anlam kazanır. Sıfırın sayılara güç katan anlam kazandıran bir yönü vardır. Aynı keza, sıfır en büyük rakamların da diğer yanına gelerek anlamlarını değiştirir. Güçsüz bırakır, neredeyse etkisiz eder; yani sıfırın bulunduğu yön sayının değerini belirler.

Sıfır aydır, güneştir; yani, sıfır sonrası gökyüzünden yine sıfır akar. Sıfır, kendi ekseni etrafında döndürür. Sıfır gözdür, çünkü bir şeyi görmekle başlarsın. Sıfır göbektir, ağızdır, öpücüktür hatta.

”Etrafımıza bakarsak çevrenin genel manzarası tüketicilere yönelik üretilmiş, tüketilmiş, buruşturulmuş ve geri dönüşüm kutusuna fırlatılmış boş bir ambalajı andırır.”

Jean Baudrillard

Nitekim bu durumda, fütüristlere fantastik bakmak da hayli olağan olmamalı. Zenginler zenginliğe doymazken, zenginlikse kimse için yeterli olmayacaktır.

Toplumsal olarak üretilmiş rasyonel ve hiyerarşik ihtiyaçlar sisteminde tüketici tek tek nesnelere değil, mal ve hizmetler sistemini bütünüyle satın almaya yönlendirilir; bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluğa dönüşür. Çünkü temel toplumsal etkinlik ve bütünleşme biçimi, geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir.

Nereye gidiyoruz, neredeyiz, sıfır noktasında olabilir miyiz; eğer sıfır noktasında nötr yaşıyorsak, hep böyle mi devam edeceğiz derken, zamanla insanlığın zıt ilerlediği gerçekle yüzümüzü yıkayıp çok da umutlanmayalım, evet bana göre hepimiz şu an sıfır noktasındayız.

Her şeye mümkün gibi bakıp, olmasını istemediğimiz mümkünsüzlüklerle yaşama devam ediyoruz, bazen sıfırı kaldıramıyoruz çok ağır geliyor.

Uzaya araç gönderirken 10’dan geriye, fakat 1’den sonra maceranın başlaması gibidir bazen de sıfır. Sıfır şekline baktığımda şimdi, sınırlarıyla çevrili içinde dünyaca anlamı uzay boşluğu gibi keşfi bekliyor; ayrıca sıfır sonsuza dek tek bir tanımla asla sınırlandırılamayacak. Hani bazen deriz ya, ”Bitti her şey tükendim!”, “Her şeyi sıfırlamak gerekir!”, (hep sıfırdan başlamak için yaptığımız gibi) başlayın geri sayıma; 3…2…1…0 (şimdi),
Sıfır’dasınız yerden bir avuç toprak alarak ayağa kalkın, nelere sahipsiniz hadi hikayenizde yoktan varları üretin.

”Evin Varsa Bir sıfır koymalısın VARLIKLAR Hanene,
İşin Varsa Bir sıfır daha koymalısın,
İş seninse üç sıfır daha koymalısın,
İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha,
Araban Bir sıfır, VARSA,
Yazlığın Bir sıfır daha, VARSA
Daha sıralanabilir sıfırlar Hanesi…
Ancak, Sağlığın varsa bir koyarsın başına,
O zaman bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır.
Yoksa sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boş yere …”

Vehbi Koç

Sıfırı tüm rakamlardan artık, daha farklı sınıfta görmeniz dileğiyle…
Sizlerin sıfır tanımınızı arz ediyorum.
Her gün yeni tanımlarımla kafamda sıfır paradoksunda tıkandım.

Not: Bu yazı tamamlanmadı, hala düşünüyorum üzerinde.
***

ZERO SANAT AKIMI

Tüm galeri ve müzelerimiz olmasaydı, kimse sanatçıları umursamasaydı, sergilerinizi bir grup sanatçı izliyor olsaydı, pes eder miydiniz? Size güzel bir sanat ve felsefe örneğiyle sıfırdan başlamanın en güzel örneğini aktarayım; Zero Sanat Akımı.

Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan kelimenin tam anlamıyla sıfırı tüketmiş olarak çıktı. Heinz Mack, “Her şeyi unutup sıfırdan başlamak zorundayız.” der. Bir yandan Otto Piene  “Yeni bir başlangıca imkan verecek saf ihtimallerin sessiz bir bölgesi.” Anlayacağınız gerçekten karamsarlığa düşmek üzereydi bu sanatçılar.

“Karamsarlığı atmalı, her şeye sıfırdan başlamalıyız.” diyen Otto Piene ve Heinz Mack (Zero akımının iki önemli mimarı), Alman halkı iki düşünürü dinleyip sıfırdan başlamaya mecburiyetlerinden “Sıfırdan başlamalıyız.” deyince, her şeyi kullanabileceklerini de gördüler… Her yer büyük bir kaos sonrası kalıntılarla doluydu; bombalanmış, yanmış evlerin kalıntılarındaki is, siyah boyaydı işte, misal fırça yoktu, ama bıçak vardı… O evden arta kalan tahtalar, o tahtalardan çıkmış çiviler, paramparça olmuş Alman zırhlı araçları artıkları, alüminyum, sac parçaları, hatta hiç kullanılmamış kurşunlar… İşte hikaye sıfırdan başladı, ne buldularsa, yoklukta onu kullanıp yarattılar, yarattılar da, galerileri bile yoktu, sergileyecekleri!

Düsseldorf’taki Piene’nin harabe stüdyosu onların ilk sergi evleri oldu. Birer gecelik sergiler düzenlediler, bir gece sergilenen ve sonra toplanan, yıl 1957…

Giderek aralarına başkaları da katıldı, yeni fikirlerle. Sekizinci geceye ulaştıklarında, dünyanın ünlü galerilerinin dikkatini çekmeye başladı, ‘Zero’ adını koydukları bu akım.

Yoklukta yeni şeyler üretmek zorunda kalan bu akım insanları, misal Günter Uecker elindeki malzeme sadece tahta ve çivi olduğu için o çivileri tahtaya çakıp eser yaratabilirken, (Lucio Fontana’nın bir Zero sanatçısı olduğunu biliyor muydu bilinmez), Luciano Fontana ise alüminyum parçalarına kurşunla delikler açtı.

Zerocuların felsefesi net“Yokluğa yenilmeyip, elinde var olanla yoktan var edeceksin.” Saplayacaksın bıçağı tuvale, fırçam yok diye feryat edip sanatını bırakmayacaksın misali. Bıçakla açık kapandı diyelim, asıl mesele sonrasında başlamış. İstedikleri renkte boyalara sahip değillermiş, artık bu konuda da yeni bir devrime ihtiyaç duymuş bu güzel insanlar. Yves Klein, Otto Piene, “Yokluğa yenilmemek” için. Tek renkle baş kaldırıp, mavi bir yol ya da bir tülbenti tek renge batırmak gibi, demek ki tek renk ile sanat mümkün diyerek adeta yaşama haykırmışlar.

Işıkları ve doğayı, birleştiren Piene’nin 1972 Münih Oyunları için yaptığı o Olimpiyat Stadının üzerinden geçen “Gökkuşağı” adlı ışık yerleştirmesi, Zero hareketi 1967’de sona erdirildiği halde, akımın zirvesi olmuştur. (Karanlıklar ve hareket eden ışıkları kullanma fikrine bakacak olursak, filmlerden bildiğimiz üzere savaş yılları karartmalarla geçmişti, hava hücumları için alarmlar çaldı mı ışıklar söner, siyah kaplanmış camlar kapatılırdı ki havada projektörler dolaşırdı, gelen bombardıman uçaklarını görebilmek için…)

Zero, bugün bizler için de gerekli, hem sanat hem de düşünsel anlamda, daha iyilerini yapmak için bu akımın aktif olduğu Almanya’dan, şimdi çok daha ileriyiz.

“Evet, daha iyi bir dünya hayal ediyorum,

Daha kötüsünü mü etmeliydim?

Evet, daha geniş bir dünya istiyorum,

Daha sıkışmış bir dünyayı mı arzu etmeliydim?”

Otto Piene.
***

‘SIFIR’IN TARİHÇESİ

‘Sıfır’ hakkında öğrendiklerimizi derledim.

Sıfır sayısı veya rakamı, nötr ya da başlangıç diye düşündüğümüz sıfır, tüm sayı ve rakamların en çok özelliğe sahip olanıdır. Sıfır sayısı “0” şekli (simgesi) ile gösterilmektedir, ayrıca sıfır rakamı rakamlar içinde en çok kullanılan rakamdır. Özellikle para birimleri ve çok yüksek sayılarda, çok sayıda sıfır kullandığını hepimiz biliriz. Örneğin; birçok ülkenin parasal değerleri çok sıfırlı değerler içermektedir, yani kesinlikle sıfırın en çok kullanılan sayı olduğu ortada.

Sıfır yokluğu temsil eden bir sayıdır, ayrıca değersizlik veren sayı olması sebebiyle özellikle sıfat olarak kullanılırsa, hiçbir değeri olmayan, değersiz (şey ya da kimse). “O bana göre sıfırdır” gibi, hakaret anlamı da kazanır. Sıfır öyle bir rakamdır ki, İsa’nın doğumunu bile simgeler.

Toplamada etkisiz, çarpmada yutan eleman olan, bölmede tanımsız, hem doğal sayı olabilirken hem de tam sayı olabilen, sayıların arasına veya sonuna gelerek iki ve daha fazla basamaklı sayılar oluşturmamızı sağlayan (ondalık sayı sisteminde bir rakamın sağına geldiğinde o rakamı on kat büyüten), kendi başına hiçbir değeri olmayan, sayı doğrusunda sağı artıyı / solu ise eksiyi gösteren işaret. Peki yıllarca çözümlenemeyen teklik çiftlik konusuna ne dersiniz, akıllının biri çifttir dese de aslında hala kesin bir sonuca varılamamıştır. Onu illa bir kümeye dahil etmek gibi arzuları var (sıfır, zaten küme), sanki sıfır diğer dokuz rakamla eşit…

Matematik, bilim ve mühendisliğin temelini oluşturan o efsane rakam sıfırdır. Bu sayı, herşeyden önce geleceği tahmin etmemizi sağlar. Sıfır matematik, fen bilgisi ve mühendisliğin temelini oluşturan güçlü rakam olurken, eski alimler bir sayının yokluğunu belirtmek için sıfırı kullandığını; yani tanımsızlıktan birçok tanıma ulaşmamızı da sıfırın gücüne borçluyuz.

Bugün kullandığımız diğer bütün sayılar şekil olarak tarih boyunca büyük değişime uğramıştır; yalnız sıfır, her zaman içi boş bir yuvarlak olarak kalmıştır. Sıfırın yuvarlaklığı hiçliği temsilen bir delik olarak algılanır. Fakat Hint mistisizmine göre, bu yuvarlaklığı yaşam döngüsü ya da diğer adıyla ‘ölümsüzlük kıvrımı’ olarak yorumlar.

‘Sıfır’ın tarihi ilerleyişi.

Sıfır sayısına MÖ 700-500 yılları arasında Babilliler de ihtiyaç duymuş ve iki paralel çizgiden oluşan bir sembol ile kullanmıştır. Sıfır sözcüğü, Arapça’dan, ‘sıfr’ sözcüğünden gelmektedir. Günümüzdeki kullandığımız haliyle kullanılmadan evvel, böyle bir sayının ihtiyacını duyarak bir sembol şeklinde ilk kullananlar MÖ 3000 yıllarında Mısırlılardır. Matematikte büyük bir devrim yapan bu sayı, ‘0’ harfine benzeyen bir harf şeklinde MS 2. yüzyılda ise Eski Yunan’da kullanılmıştır. Matematikçi ve gökbilimci Batlamyos, astronomi yazılarında sıfıra benzeyen bu harfi kullanmıştır. Eski Yunanlılar yokluk anlamına gelen bir kavramın farkında olsalar da, bunu bir matematiksel rakam olarak kullanmadılar. Sıfır sayısını, MS 632 yılında matematiksel bir rakam kabul ederek ilk defa Hindistan’da, Brahmagupta kullanmıştır. Alex Bellos o dönem için;

”Hiçbir şeyin bir şey olduğu fikrinin onların kültüründe zaten köklü bir yeri vardı. Örneğin ‘nirvana’ bir hiçlik halidir; tüm endişe ve arzularınızdan arınmışsınızdır. Öyleyse hiçliği ifade eden bir sembol neden olmasın?”

Bu sembole ‘şunya’ adı verildi. Bugün de bu kelime kavram olarak hiç, sayı olarak sıfır anlamında kullanılır. Matematikçi ve gök bilimci Brahmagupta, 0’ı sayı olarak kullanmanın haricinde, 0 ile matematiksel işlemler hakkında da çalışmalar yapmıştır. Ama bu işlemlerin sağlama ve kanıtlamalarına ulaşamaması nedeniyle, bu matematiksel bilgiye nasıl ulaştığı bilinmemektedir. Brahmagupta özellikle rakamların sıfıra bölünme işlemini bir türlü gerçekleştirememiştir. (Günümüzde bir sayının sıfıra bölünmesinde sonuç tanımsızdır.) O yıllarda yaptığı bu üstün çalışma ile kendisini büyük bir matematikçi olarak adlandırmak gereklidir. Brahmagupta’nın bu önemli buluşuna rağmen sıfır (0) sayısı dünyanın geri kalanı tarafından matematiksel bir rakam olarak kullanılmamıştır. Şu andaki haliyle sıfır sayısının kullanılmasını sağlayan kişi MS 830 yıllarında Fars kökenli matematik ve gökbilimci Harezmi’dir. Harezmi, Hindistan’da bulunduğu dönemde Brahmagupta’nın çalışmalarından etkilenmiş ve bu sayıyı geliştirerek kullanmıştır. Sıfır ve diğer dokuz rakam ile aritmetik işlemlerin nasıl yapılacağını adım adım göstermiştir.

Hristiyanlığın İslama karşı Haçlı Seferleri düzenlediği, Arap fikirlerinin, matematikte bile olsa, yaygın şüphe ve güvensizlikle karşılaştığı bir dönemde Avrupa’ya geçiş yapmıştı, 1299’da Floransa’da diğer bütün Arap rakamlarıyla birlikte sıfır da yasaklandı, çünkü sıfırın kolayca dokuza dönüştürülerek (bizde karneler onluk sistemde el yazısıyla yazıldığı dönemlerde az mı 0, 9’a dönüştürüldü hem de karne sahibi öğrenciler tarafından), rakamların sonuna birkaç sıfır eklenerek fiyat şişirme yoluyla sahtekârlık yapılmış olmasıydı ve ayrıca negatif sayılara geçit olduğu için sıfır tehlikeli görülüyordu. Negatif sayılar borç alma ve verme olgusunu meşrulaştırıyordu, sonra sıfırın diğer bütün Arap rakamlarıyla birlikte kabul görmesi 15. yüzyılı buldu. İngiltere’deki Oxford Üniversitesi yüzyıllardır eğitim veren bir kurumdu (o zamanlarda) ve matbaa yeni kurulmuştu. Bunların ikisi de sıfırın matematikte bir fikir olarak gelişmesine yardımcı oldu ve bugün kullandığımız birçok bilimsel ve teknolojik yönteme kaynaklık etti. 17. yüzyıla gelindiğinde sıfır, Fransız filozof Descartes’ın icat ettiği Kartezyen koordinat sisteminin (okuldaki x ve y grafikleri) temelini oluşturuyordu. Bugün mühendislikten bilgisayar grafiklerine birçok alanda hala bu sistemi kullanıyoruz.

”Rönesans aslında sıfırı içeren Arap sayı sisteminin gelişiyle başlamıştı. Böylece aritmetiğin siyah-beyaz dünyası birden muhteşem renklere bürünmüştü.”

Alex Bellos

Fakat, Rönesans döneminde sıfır öylesine güç kazanmıştı ki yeni ihtiraslara yol açmıştı. Sıfıra bölünme meselesinde ise sıfırı sıfıra bölme düşüncesi hesabın temelini oluşturduğu için hesap matematikte değişimi ifade eder ve gelecekte olabileceklere dair öngörülerde bulunulmasını sağladığından, zamanla değişen bir şeyin grafiği çizilerek belli eğilimler görülebilir ve sonrasına dair tahminlerde bulunulabilir. Hesap, herhangi bir şeyin zamanla gösterdiği değişimi tarif eder, borsanın gidişatından tutun da vücutta ilaç dağılımına kadar…

Rakam olarak sıfır konsepti olmadan bunların hiçbiri mümkün değil!

*(Ek bilgi: El-Harezmi “cebirin babası” olarak kabul edilen büyük bir matematikçidir, Harezmi’nin en büyük eseri cebirdir. Kendisi cebirin kurucusu ve geliştiricisidir. Bu konuda yazılan ilk ve yaygınlaştırılan kitap El Kitabü’l Muhtasar fi Hisabi’l Cebr ve’l Mukabele ‘dir. Harezminin bu eseri kendisine İslam ve batı bilim dünyasında çok ün kazandırmıştır. Batı dünyası ilk kez bu kitap sayesinde cebiri kullanmış ve öğrenmiştir. Bu yapıtta ana konular birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli cebir problemleri ve miras hesabıdır. Harezmi cebirle ilgili çalışmalarında ikinci dereceden denklemler konu üzerinde çok durmuştur. Birinci dereceden denklemleri incelerken Yanlış Yolu İle Çözme Yöntemi’ni kullanmıştır. Çoğu bilim tarihçisi sinüs ve kosinüsü ilk kez Harezmi’nin kullandığını söylüyor. Tanjant ve kotanjantı ise Meslemetü’l Mecriti’nin eklediği iddia ediliyor. Harezmi 70 tane bilim adamıyla çalışarak 830 yılında dünya haritası çizmiştir. Dünyanın çevresini ve hacmini hesaplama çalışmalarında da yer almıştır. Güneş saatleri, usturlaplar ve saatler üzerine yazılmış eserleri de vardır. Coğrafyanın yanı sıra astronomi biliminde de eserler bırakmıştır. Astronomik cetvellerle ilgili kitaplar yazmış ve bu eserler 12. yüzyılda da Latince’ ye çevrilmiştir. Türk olduğu iddia edilen bu büyük insanı araştırmanızı öneririm.)

Siz de fikrinizi söyleyin!