Çocuk Gündemi,  Tarih

Rumeli Ateşler İçinde, Makedonya Yanıyor!…

Mustafa Kemal, 13 Ekim 1907’de Selanik’te bulunan 3. Ordu Kurmay Heyetine tayini sırasında Makedonya kaynıyor demiştik. Biraz gerilere gidelim ve Balkanlardaki durumu anlamaya çalışalım.

Her şey Osmanlı’nın 93 Harbinden, yenilgiyle çıkmasıyla başladı. Savaş sonrası Berlin Antlaşması imzalandı. Osmanlı bu antlaşmayla Sırbistan, Karadağ ve Romanya’yı kaybetti ve savaş tazminatı ödedi. Ermeni sorunu ilk olarak bu antlaşmada dile getirildi. Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya verildi, Doğu Beyazıt ise Osmanlı’da kaldı. Antlaşması’nın 23. Maddesine göre, Rumeli’de reform yapılması öngörülmüştü. Sultan Abdülhamid, bu maddeyi uygulamaya koymak istemese de dış müdahale tehditlere karşı varlık gösteremedi, kabul etmek zorunda kaldı…

Osmanlı imparatorluğu elbette milli bir devlet değildi. Bünyesinde barındırdığı milletlerin çokluğu, milli bir devlet olmasına zaten izin veremezdi. Osmanlının asli kurucusu olan Türkleri hor görüp dışlaması bir yana, yabancılara verdiği imtiyazlar, basiretsiz ve beceriksiz yanlış politikaları, Hanedanlık sarayının israf boyutunu aşan sefahat harcamaları ve haksız vergi uygulamaları neticesinde, imparatorluğun günden güne kanayan hastalığı, komaya dönüşme arifesindeydi. Elbette “Hasta Adam” denilen imparatorluğun Balkanların da kazanların kaynaması kaçınılmaz bir durumdu. 1890 itibariyle başlayan komiteci örgütlenmeler artmış, terör eylemlerinin alanları Edirne-İstanbul demiryolundaki Hadımköy’e kadar genişlemişti. Bulgar Komiteciler tarafından adına “Makedonya İhtilalcileri” dedikleri bir kongre düzenlendi. Selanik’te yapılan bu kongreye çeşitli yerlerden gelen komiteciler katıldı. Kongrede aldıkları kararı şöyle ifade ettiler:

“3 Ocak 1902, saat on biri yirmi geçe, mukaddes bir tarihtir. Beş yüz senelik bir esaretin sonucudur.”

Beklenen ve işaret edilen ihtilalin yapılacağı kutsal bir gün olan İlyaden’di. Belirlenen ilk hedef ise Selanik’ti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve olmadı. Çünkü bu işarette yakmak, taş üstünde taş bırakmadan yıkmak ve kan kokusu vardı. Kurdukları çetelerle yangın çıkarmaları, adam kaçırmaları, gasp ve soygunları, saldırılarıyla yarattıkları tahribat ve döktükleri kan, çocuk, yaşlı, genç kız hatta hamile kadın demeden yapılan kıyım ve vahşet, tüm Balkanları sardı. Rumeli’yi ateşlere verdiler, Makedonya’yı yaktılar!..

Yunan Hükumeti tarafından Makedonya-Kesriye (Kastoria)’ye Almanya’da felsefe doktorası da yapmış olan Germanos Karavangelis bölgede istihbarat ağı kurarak silahlı çeteler organize etmek üzere metropolit tayin edildi. Ardından Manastır ve Drama’ya Yunan davasına gönül vermiş piskoposlar gönderildi. Yovakim adlı bir piskopos toplanan taraftarlarına Bulgar Komitacılar için şöyle diyordu:

“Göze göz, dişe diş denildiğini duyuyorsunuz. Ancak ben size göze karşılık gözler, dişe karşılık dişler diyorum.”

Diğer taraftan Drama Metropoliti Hrisostomos, Kilise’deki bir vaazında “Donunuzu satın, bıçak alın”, diyordu. Yunan çeteciliğinin Osmanlı’dan önce baş düşmanı hiç kuşkusuz Bulgar komitacılardı. 1905 yılında bir Yunan komiteci liderinin verdiği talimat şöyleydi: “Bulgar canileri öldürünüz. Papaz ve öğretmen kisvesindeki canileri katlediniz”.

Yunan çeteciliğinin de faaliyetlerinde, Bulgar komitacılarınkiyle kıyaslamak mümkündür. Onların yöntemlerinde de suikastlar ve katliamlar vardı. Bir gün Selanik’te Araplı köyüne Yunan Savunma Komitesi bir tehdit mektubu gönderdi. Mektupta şöyle deniyordu: “Hayatta kalabilmeniz için tek seçeneğinizin ‘YUNAN OLMA’ olduğunu anlamalısınız… Köyünüzde Yunan olduğuna ikna olmamış olanlar varsa sizi ve çocuklarınızı hatta evdeki kedilerinizi yakacağız, hiçbiriniz canlı kalmayacak!..”

Nitekim Rumeli, 1905 yılına gelindiğinde çeteci Mazarakis, insanları hangi etnisiteye mensup olduklarına ‘kan ve silahla’ ikna olmuş durumdaydı.

Osmanlı tebaasındaki milletlerin kurdukları bu çeteler aralarında anlaşmazlıklar da mevcuttu. Ancak şimdi bu sorunları bir kenara bırakıp tek ortak hedef üzerinde birleşme zamanıydı. Bu hedef; Osmanlı’ya isyan ederek kendi ülkelerini kurmaktı. Bu doğrultuda yapamayacakları vahşet, uygulamayacakları hiçbir plan yoktu. Kiliseler, manastırlar bir silah deposuydu. Komitecilerin tahrikleriyle genç kuşaklar galayene gelmiş, geceleri silahlarıyla uyuyorlardı. Artık zamanı geldi diyorlardı. Basiretsizce yönetilen bir imparatorlukta, kendilerine engel teşkil edecek bir durumla karşılaşmayacaklarını biliyorlardı. Ve yaptılar. İnsanlık suçu işlediler. Savunmasız Türk köylülerini bastılar, acımadan teker teker, hane hane, topluca katlettiler. 20’li yaşlardan seçerek kurdukları bu çetelerin içinden  Milan Arsev isimli, 18 yaşında canavar ruhlu bir insan kasabı yarattılar. Vahşi hayvanların yapabileceği böyle bir vahşeti, “Uygar Avrupa (!)” destekli, komiteci bu çeteler tarafından yapıldı. Dünya bu soykırım suçuna, gözünü kapadı, kulaklarını tıkadı. Böylelikle 1903 yılı kanlı bir hesaplaşma yılı oldu. Türk halkına yapılan bu kıyımı “Beş yüz senelik bir esaretin sonucudur.” diye yazarken elleri titremedi.

Nihayetinde Osmanlı hükumeti tüm bu olaylar karşısında seferberlik ilan etti ve olaylara şiddetle karşılık verdi. Asker ve jandarmanın üç ay süren bu sert müdahale neticesinde kanlı isyanlar bastırıldı. Bu isyanların bastırılmasında, saltanat içinde kağşamış bir saraya rağmen milliyetçi bir ruhla mücadele veren Türk subaylar ön plana çıktı. Ülke kaderinin gidişatı, daha da kötü şartlara everileceği endişesini taşıyan bu subaylar içinde önemli bir atılım gösteren Yüzbaşı Enver Bey ortaya çıkmıştı ki; ileride Osmanlı tarihine yaptıkları ve yapmadıklarıyla damga vuracak olan Enver Paşa’dan başkası değildir.

Enver Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel merkezinin parlayan bir yıldızıdır artık. Mustafa Kemal ile birlikte Şam’daki 5. Orduya tayininde, sürgünlerden biri de Ali Fuat Bey’di(Cebesoy). Yıllar sonra yakinen tanıdığı Enver Bey’i bir mektubunda şöyle tanıtmıştır:

“Enver Bey, sıhhatli ve uzun denecek kadar boylu idi. Çeşitli meşakkat ve yorgunluğa dayanıklı, iyi atıcı, binici, cesur, azim ve irade sahibi bir askerdi. Her hususta perhizkâr ve feragatli idi. Zeki, fakat askerlik ve siyasette ileri görüşü ve sezişi nispeten zayıftı. İyi teşkilatçı ve otoriter olmak isteyen ciddi bir kişiydi. Selanik ve Manastır mıntıkalarında çıkan isyan ve çete rakiplerinde olağanüstü başarı, cesaret ve hizmetleriyle tanınmış olan Enver Bey, III. Ordu seviyesinde çok taktir edilmiş ve sevilmişti…

Enver Bey cemiyetin Manastır merkezinde çalışıyor ve Selanik’te umumi merkez idare heyeti azası (üyesi) olarak bulunuyordu. Her iki merkezin münasebetlerini kuruyordu. Manastır çok hareketli idi. Ortada Enver olmasa, Manastır kendini umumi merkez olarak da ilan edebilirdi.”

93 harbinin felaketi üzerine acılara boğulan bir milletin kara talihini Namık Kemal’in Vatan Mersiyesi, hangi insan evladını kahır içinde bırakmaz ki?

“Beslemişken bu kadar âdemi ihsânı ile

Gitti bî-çâre vatan ağlayarak şânı ile

Yaz bu mersiyyeyi tâşa şühedâ kanı ile… 

Silmedik bunca yetîmin gözünün yaşlarını

Taşa topraklara sürdük o güzel başlarını

Vatanın bağrına vurduk vatanın taşlarını…

Ey vatan genç idin eyvâh tükendin bittin

Bizi hâinlere, nâ-merdlere muhtâc ettin

Bunca öksüzlerini kimlere koydun gittin…

Bu felâket yakışır mı yüreği dağlılara

Hançer-i zulm urulur mu bu eli bağlılara

Tepelettin bizi yâ Rab Karadağlılara…

Vatan evlâdına Moskof gibi rahm etmediler

Hastaya bakmadılar yareliye gitmediler

Dittiler etlerini tiftiğini ditmediler…

Böyle ma’sûm ölenin kabri kılıçla açılır

Kabrin üstündeki taştan bile kanlar saçılır

Böyle kanlar saçılırken ne yürekle kaçılır…

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini…

(Sebîlürreşâd, Sayı: 224, S. 279-280, (16 Muharrem 1331) 26 Aralık 1912)”

*

Kırılsın savunmasız insanlara kalkan eller, kahrolsun insanlık, çıktıysa insanlığından,

Kör olsun görmeyen gözler, lal olsun diller, gerçeklerden ırak, gerçeği yazmayan tarih utansın.

Yüce Tanrı, Ulu Tanrı, bu yoksul millete bir daha böyle acılar yaşatmasın!

 Mehmet R Aşar

Not: Yazılarımın tamamını okumak için bloğuma buradan ulaşabilirsiniz ve bana ulaşmak isterseniz, mail adresim ise mr_asar@asar.com 

Dipnot:

(*) İzmir işgalinde İzmir Metropoliti olarak atanan Drama Metropoliti Hrisostomos, Türklere karşı Elenizm namına açıkça düşmanlıklar yürüttü, ancak 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtulmasının ardından halk tarafından linç edilerek öldürüldü…

3 Yorum

  • Hayati Sarnık

    Benim Anneanne sülalem, 93 harbinde Romanya’dan gelenlerden. Eşiminde Anneannesi ve dedesi, babaannesi ve büyükbabası da oradan gelme. Benim dedem Dağıstan’lı imiş. Anneannem anlatırdı “6-7yaşlarında gibiydik. İkizdim. Annem iki yanında bizi tutarak geliyorduk. İkizim vurulunca onu bırakıp beni önüne aldı. Kaçtık. Lüleburgaz’a yerleştirmişler. Zamanla hepsi Bandırma’da buluşmuş. Benim dedem Dağıstan muhaciri imiş. Anneannem, eşimin anneannesi ve babaannesi ile diğer yaşlılarımız kendi aralarında Romence konuşuyorlardı. Osmanlı tarafından bir işgal olmuş. Sonra yerli halk ayaklanmış. Bağımsızlık kazanmış. İşgal edilen topraklar terk edilmiş. Baba sülalemde Selçuk’luların Balıkesir uç beyliği Malavlar danmış. Ben burada hiçbir ırkı suçlamıyorum. Ama Osmanlı gereğinden fazla kendine güvenip çok dağılmış. Zamanında ne gerekiyorsa o yapılmış. Balkanlardan geri gelen bizim sülalenin %90 nı Laik ve demokrattır. Balkan göçmenlerinin de % 80 ni Bektaşi dir. Her işgal ve geri göçte çok büyük acılar yaşanmış. İnsanlık adına üzülüyorum. Saygılar…

    • Mehmet R. Aşar

      Sevgili dostum Hayati bey, üzülmemek, kahretmek mümkün değil. Acılarımızı milletçe paylaşıyoruz, buna hiç şüphe yok. “Ben burada hiçbir ırkı suçlamıyorum” diyorsunuz. Alicenap kişiliğinizle sarf ettiğiniz bu sözler, taktire şayan. Nitekim biz Türkler kadar başka ulusların varlığına saygı gösteren, empati yapan bir ulus daha yok dünyada. Ancak yüce atamızın su sözlerini dosta-düşmana hatırlatmayı bir görev sayarım:
      “Milletleri yükselten bu özeliklere bir etken daha ilave edelim: intikam hissi…
      Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların zararlarını yok etmeye yönelen bir intikamdır. Bütün dünya bilmelidir ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, acizlik ve zaaftır. Bu insaniyet göstermek değil, insanlık özelliğinin oluşunu yok etmektir.”
      Saygılar.

Siz de fikrinizi söyleyin!