Biyografi,  Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Siyaset,  Tarih,  Toplum

Öğrenciler Kominist Olmakla Suçlanıyor

Değerli Dostlar,
TONGUÇ BABA yazı dizimin Altıncı Bölümünü sunuyorum. (Diğer yazılarımı takip için bloğuma buradan ulaşabilirsiniz.)

Köy Enstitülerine karşı olanlar, baştan beri tamamı yalana dayalı şu propagandayı yaydılar:

“Köy Enstitüleri birer komünist yuvasıdır. Buralarda çocuklar komünist olarak yetiştirilmektedir!”

YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ KURULUYOR

10 Temmuz 1941’de Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü’nün temeli atıldı. Öğretim süresi üç yıl olacak bu enstitüye, Köy Enstitülerinden mezun olanlar alınacak ve öğretim üyesi, yönetici ve müfettiş olarak yetiştirilecekti.

Yüksek Köy Enstitüsü’nün ilk öğrencileri okul, cami ve çadırlarda barınmış, enstitü inşaatında çalışmış ve bir yandan da eğitimlerine devam etmişlerdi.

1943 Ekimi’nin ilk haftasında Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü resmen çalışmalarına başladı.
Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenleri; ziraat, dil ve tarih coğrafya fakülteleri, Gazi Eğitim Enstitüsü ve konservatuarın en değerli öğretim üyeleri idi. İşte onlardan bazıları:

Enver Ziya Karal (Tarih), Ruhi Su ve Aşık Veysel (Müzik), Selahattin Eyüboğlu (Dil-Edebiyat), Kâzım Köylü (Ziraat), Ferruh Sanır (Coğrafya), Mahir Canova (Tiyatro), Faik Canselen (Armoni), Doç. Dr. İbrahim Yasa (Sosyoloji), Mualla Eyüboğlu (Mimar), Rauf İnan (Öğretmen-Yönetici), Selahattin Batu (Zooteknik).

1947 yılına kadar Yüksek Köy Enstitüsü’nden 18’i kadın, 195’i erkek, toplam 213 kişi mezun oldu.

27 Kasım 1947 tarihinde, Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından alınan bir kararla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Eğitimlerine devam etmek isteyen öğrenciler Ankara Erkek Teknik Meslek Öğretim Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü’ne gönderildi.

SEKİZ ÖĞRENCİ AĞIR CEZA MEHKEMESİNDE

Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nden mezun olan sekiz köylü genç, 1946 ders yılında Hasanoğlan’a gelip Yüksek Köy Enstitüsü’nde eğitime başladılar. Ancak kısa bir süre sonra polis tarafından gözaltına alınıp Eskişehir’e götürüldüler. Komünist olmakla suçlanıyorlardı. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldılar, duruşmalar başladı.
Bu gelişmeden hem Yüksek Köy Enstitüsü yöneticileri, öğretmenleri ve hem de öğrenciler çok tedirgin olmuşlardı.
Enstitü Müdürü Hürrem Arman diken üstündeydi. Sekiz öğrenciye atılan suçlamanın dayanaksız olduğunu çok iyi biliyor, ancak çaresizlikten bir şey yapamıyordu.

SİVİL POLİS ENSTİTÜ’YE GELİYOR

Yüksek Köy Enstitüsü Müdürü Hürrem Arman bir gece odasında ilgili arkadaşlarıyla gezginci bir kalaycı ile bakır mutfak takımlarının kalayı için pazarlık yapıyordu.
Hasanoğlan istasyonuna yolcu treni her gece saat 21.10’da gelirdi. İki nöbetçi öğrenci istasyonda bulunur, onları karşılar, kolaylıklar gösterirdi. Enstitüye gidecek olanları müdüre ve öğretmenlere haber verirdi.
O gece koşarak gelen nöbetçilerden biri, trenden müdürün akrabasıyım diyen birinin indiğini Müdür Hürrem Arman’a haber verir. Hürrem Arman hiçbir akrabasının gelmesini beklemiyordu. Gelen kişinin odasına gönderilmesini söyler. Bir süre sonra uzun boylu genç bir adam odaya girer. Hürrem Arman bu kişiyi tanımıyordur.
Genç adam, kendisini müdürün akrabası olarak tanıtmış olduğu için özür diler, çıkarıp kimliğini gösterir: Bir emniyet komiseridir! Hemen geliş nedenini açıklar:
– “Bu yıl Yüksek Köy Enstitüsü’ne aldığınız sekiz öğrenciniz komünistlikten sanık olarak Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuksuz olarak yargılanıyor! Bu öğrencilerin davranışlarına dikkat edilmelidir! Bu öğrencilerin diğer öğrencilerle ilişkileri en aza indirilmeli, sürekli kontrol altında bulundurulmalıdır! Bu öğrencilerin okudukları kitaplara dikkat edilmelidir! Ben, size bu uyarılarda bulunmakla görevlendirildim!”
Müdür Hürrem Arman cevap verir:
– “Bizim böyle bir kontrol yapma olanağımız yoktur! Burası bir eğitim kurumudur, hiçbir öğrenciye değişik bir tutum takınamayız! Kitaplığımızda bakanlığın gönderdiği ve önerdiği kitaplarla, piyasada satılan yasaklanmamış kitaplar bulunmaktadır. Çocuklarımız bu nitelikte her türden kitap ve dergileri serbestçe alıp okurlar. Bu bir öğretmen kurumu için doğaldır ve bakanlığımızın buyruklarına uygundur! Ancak, tüm bunlara rağmen, emniyet teşkilatının okunmasını yasakladığı kitapların bir listesini verirseniz iyi olur!”
Sivil Komiser cevap verir:
– “Böyle bir liste veremem! Ancak, Markes’le ilgili konuları içine alan kitap ve dergilere dikkat ediniz!”
Sivil Komiser, Karl Marks’ın adını “Markes” diye söylüyordu!
Müdür Hürrem Arman, misafirine kahve söyler. Kahveleri içerken şöyle der:
– “ Lise kitaplarında Marks yer almaktadır. Bazı fakültelerde Marks incelenir. Birçok yayında Marks’ın adı geçmese bile onun fikirleriyle ilgili konular olabilir. Bizim bunları inceleyip okutmamak gibi bir görevimiz yoktur! Yasaklanmış basın Resmi Gazete’de yayımlanmakta, bakanlıkça da duyurulmaktadır. Bunlar zaten enstitümüzde yoktur!”
Sivil Komiser cevap verir:
– “Haklısınız, bizimki sadece bir uyarı ve bu çocuklar üzerinde dikkat çekmedir!”
Hürrem Arman, Sivil Komiseri o gece misafir eder, ertesi günü sabah treniyle yolcu eder.
Hürrem Arman yaşanan olayı TONGUÇ’a anlatır. Tonguç’un cevabı şu olur:
“Birçok çevre enstitüleri dikkatle izliyor; gocunacağımız hiçbir şeyimiz yok!”
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün sekiz öğrencisi komünist olmakla suçlanıp yargılanır. Ancak ortaya somut bir kanıt koyulamaz!
Sonuçta bu çocuklar beraat ederler, yani aklanırlar.
Ancak, bu sekiz köylü öğrencinin peşleri bırakılmaz!
(Kaynak: Hürrem Arman, “Piramidin Tabanı, Köy Enstitüleri ve Tonguç”, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Yayınları, Ocak 1990, Ankara, 560 sayfa)

SEKİZ SAKINCALI PİYADE

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün sekiz öğrencisinin Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde komünistlikle suçlanıp yargılandığı dönemde devletin en üst yönetimi (07.08.1946-10.09.1947) sürecinde şu kişilerden oluşuyordu:

Cumhurbaşkanı: İsmet İnönü
Başbakan: Recep Peker
Adalet Bakanı: Mümtaz Ökmen (sonra Şinasi Devrin)
İçişleri Bakanı: Şükrü Sökmensüer (sonra Münür Hüsrev Göle)
Milli Eğitim Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer

Bu yöneticilerin hiçbiri, “çocuklarımızı asılsız suçlamalarla hırpalamayın!” dememiş, hiç seslerini çıkarmamışlardır!
Bu kadarla kalınsa neyse!

Yargıda beraat eden, yani aklanan bu sekiz köylü çocuğumuzun peşi bırakılmamış, 1947 yılında yedek subay okulunda çavuş çıkarılmıştır!

Yani bu sekiz çocuğumuz, SAKINCALI PİYADE muamelesi görmüş, subay olarak terhis olacak yerde “çavuş” çıkarılmış, bir tür cezalandırılmıştır!

Yargıda aklanmış sekiz çocuğumuz subay olacak yerde, “çavuş” çıkarılıp cezalandırılırken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başında Genelkurmay Başkanı olarak Orgeneral Salih Omurtak bulunmaktaydı.

Salih Omurtak, sekiz çocuğumuzun subay yerine “çavuş” çıkarılarak cezalandırılmasına hiç sesini çıkarmamıştır!

Değerli Dostlar,
Halkımız “sakıncalı piyade” deyimini ünlü araştırmacı yazarımız Uğur Mumcu’dan işitti.
Uğur Mumcu askerliğini yapmaya hazırlandığı bir sırada, 12 Mart 1971 döneminde, bir yazısında kullandığı “ordu uyanık olmalı” sözleriyle orduya hakaret etmek ve komünizm propagandası yapmak suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi’nde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kaldı, 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat Yargıtay’da karar bozuldu ve serbest bırakıldı.

Bu olaydan sonra Uğur Mumcu askerliğini 1972-1974 sürecinde Ağrı’nın Patnos ilçesinde resmi tanımıyla “sakıncalı piyade eri” olarak tamamladı.

Görüldüğü gibi, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün komünistlikle suçlanıp aklanan sekiz öğrencisi, Uğur Mumcu’dan 25 yıl önce “Sakıncalı Piyade” olmuşlar, subay çıkacak yerde “çavuş” çıkarılarak cezalandırılmışlardır.

Hiçbir somut kanıta dayanmayan suçlamalar hep aynı olmuştur: Komünizm propagandası yapmak, komünist olmak!

Bu dayanaksız suçlamalarla ülkemizde sürekli aydın kıyımı yapılmıştır!

“BU KIŞ KOMÜNİZM GELECEK!”

1950-1960 sürecinde on yıl cumhurbaşkanlığı yapan Demokrat Partili Mason Celal Bayar (1883-1986), “Türkiye’yi küçük Amerika” yapacağız diyen bir ABD uşağıydı. (Uşak sözcüğünü, Arapça “hizmetkâr” yerine kullanıyorum, hakaret olarak değil!)

Mason Celal Bayar, 1970’li yılların başından başlayarak her yıl;

“Bu kış komünizm gelecek!”

Diyerek halkımızın içine korku sokmaya çalıştı. 103 yaşına kadar bu söylemini sürdürdü. Bu yaptığı, ABD’nin sadık uşağı olmanın gereğiydi!

Peki, komünizm Türkiye’ye geldi mi?

11 Kasım 2001’de Türkiye Komünist Partisi (TKP) resmen kuruldu.

31 Mart 2019 tarihinde yerel seçimler yapıldı.

TKP, 57 milyon seçmenin 75 bininden oy aldı. Yani aldığı oy oranı binde iki bile değildi!

Demek ki, Türkiye’de komünist partisi kurulmasıyla yer yerinden oynamıyor, halk sokaklara taşmıyor, kurulu düzen bozulmuyordu!

TÜRKİYE’DE HİÇBİR ZAMAN KOMÜNİZM TEHLİKESİ YOKTU!

Türk halkı yaklaşık 80 yıl komünizm “öcü” gibi gösterilerek korkutuldu. Yoğun propagandayla ABD desteği sağlandı.
Peki, herhangi bir dönemde komünizm, Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturdu mu?
Gelin, bu sorunun yanıtını, konunun uzmanı Mahir Kaynak versin.

Mahir Kaynak; 1934’de Gaziantep’de doğdu, 14.02.2015’de İstanbul’da öldü.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi, daha sonra yine aynı fakültede doktora yaptı ve sonunda profesör oldu.

Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) girdi.
9 Mart 1971 cuntacılarını deşifre ettikten sonra MİT tarafından deşifre edildi.
Prof. Dr. Mahir Kaynak, Sabah gazetesine verdiği son röportajında şu önemli açıklamalarda bulundu:

“…istihbarat örgütünün görevi, yabancıların operasyonunu bulmaktır. Yani iyi bir ideolojinin de arkasına girebilirler. Mesela, bugüne kadar darbeyi hep Atatürkçülük adına yaptırdılar. Fakat onların da içindeydiler.
Biz oturduk Komünizm peşinde koştuk. Oysa Türkiye’de komünist yoktu!”
(Kaynak: Sabah gazetesi, 14.02.2015)

Değerli Dostlar,
194o’dan beri bazı cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, yüksek rütbeli komutanlar, MİT çalışanları ve ajanları, yazarlar Türkiye’de “olmayan” komünist avına çıktılar, yüz binlerce insanımızı öldürttüler, işkencelerden geçirttiler, evlerinden barklarından sürdüler, sakıncalı piyade çıkarttılar, yaşamlarını zehir ettiler.
Tüm bunları kişisel çıkarları için yaptılar…

Değerli Dostlar,
TONGUÇ BABA yazı dizimi sürdüreceğim…

Yılmaz Dikbaş
29 Aralık 2020, Salı
0532 233 31 52

Siz de fikrinizi söyleyin!