
Oda’da, Beş Kişiydiler…
Oda’da beş kişiydiler.
Havadan sudan sohbetin içinde kaybolmuş, kendilerinden geçmişlerdi.
Derken, açık pencereden bir ses yükseldi, bir siluet belirdi aralıkta:
“Balıklar sizin, afiyet olsun! Balkondaki masada, ellerinizden öperler.”
Komşunun sesi yankılandığında, oda bir an için sessizliğe büründü…
Ama oda’daki beş kişi, umarsızca sohbete devam etti.
Zaman geçti, laflar döndü dolaştı, konular değişti…
Ama balıkların varlığı, akıllarına dahi gelmedi.
Balkondan yayılan koku, önce odayı sardı,
Sonra balkondan taştı, sokağa karıştı,
Oradan da sitenin dışına, caddeye kadar uzandı.
Muhabbetin şekerli kahve tadı yitmişti ki,
Birinin aklına düştü balıklar…
Ama sadece dillerine!
Tıpkı…
“İt, ite buyurur, it de döner kuyruğuna buyurur” misali,
Sorumluluktan kaçmanın bin bir bahanesi sıralandı peşi sıra:
Biri, “Koku midemi bulandırıyor” dedi.
Öteki, “Ellerime yeni bakım yaptırdım” diye geçiştirdi.
Beriki, “Valla anlamam” dedi, omuz silkti.
En eril olanı ise, dudak büküp ekledi:
“Bunca hatun varken, bana mı düşer balık temizlemek?”
Kimse sorumluluğu üstlenmedi…
Ve sorumluluk, havada asılı kaldı…
İnsanlık gibi, vicdan gibi, görev bilinci gibi…
Bu sırada, kokunun izini süren evin aç kedisi Sarman,
Sessizce sıyrıldı odadan, sinsice süzüldü balkona.
Gazeteyle örtülü tepsinin başına dikildi.
Ve tam o sırada, sitenin ve sokağın aç kediler prensi, nam-ı diğer “Kör Tekir”,
İskeleden rampayı yapıp, soluğu balkon masasında aldı.
Açlıktan kemikleri sayılan bedeniyle,
Sarman’la omuz omuza, sessizce yanaştı tepsiye…
İçeride ise, beş kişi hâlâ gevezelik peşindeydi.
Çene suyu çorba olmuş, laflar harmanlanmış,
Hiçbir yere varmayan cümleler uçuşuyordu havada.
Derken…
Zaman akıp gitti.
Ve balıklar, Sarman ile Tekir’in mideye iniverdi.
Eren Nasrettin Hoca misali, “Gitse de yorgan, bitmedi kavga.”
Beş kişi, kedilerin ziyafetini fark edince birbirine girdi!
Suç altın tepside dursa bile, kimse almak istemedi.
Her biri ötekine çatıyor, kendini aklıyordu:
“Sen niye almadın?”
“Ben mi alacaktım?”
“Sen de oradaydın!”
Ve böylece…
Tıpkı bu ülkenin acı gerçeği gibi,
Sahipsizlik ve sorumsuzluk ortada kala kaldı.
Oysa balıklar, tam da Türkiye’ydi…
Ve oda’daki beş kişi, bu ülkenin insanları…
Göz göre göre, sorumluluk almadan, birbirini suçlayarak…
Balkondaki balıklar nasıl elden gittiyse,
Bu ülke de aynı şekilde elden gidiyordu.
Oda, Türkiye…
O beş kişi, sen, ben, bizim oğlan…
Ve bir de,
Bir de…
Sözde vatandaş geçinen, sokaktaki aymaz ve umursamaz adam!
Sen, ben, o…
Tıpkı oda’daki beş kişi misali…
Ve en kötüsü, kimse taşın altına elini koymuyordu…
Ne denir buna?
“Müstehaksınız!”
Hatta daha da beterine…”
Ama hâlâ kıssadan hisse çıkarmıyorsa,
Laf salatasında ömrünü tüketiyorsa,
Günün birinde…
El çabukluğu marifet sananlar, kaşla göz arasında kapıp götürürler her şeyi…
Tıpkı balkona gelen, haydan gelip huya giden balıklar gibi…
Ve işte o zaman,
Bu güzelim ülke de gider…
ODA’DA, BEŞ KİŞİYDİLER…!
ODA, TÜRKİYE’YDİ…!
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ /İSYANİ


Bir yorum
Işık Akın
Edebiyat bu olsa gerek. Yazıda aradığım her ne var ise bu deryada, buldum. Mizah, betimleme, akıcılılk, akılcılık, gerçeğin yüze çarpması.