Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Kahraman Olmak

“Kendinize kesin inancınız, güçlü bir iradeniz,
kocaman bir yüreğiniz ve örnek alacağınız kahramanlarınız
varsa yaşamınızda her şeyi yapabilirsiniz!” (Tyrone Bogaes)

Filmlerdeki kahramanlar malum. Gerçi her ulusun tiplemelerinin çerçevesi kendi örf, adet ve gelenekleriyle çizilir. Örneğin, bizdeki film kahramanları genelde hoşgörülü olurlar. Çoğunlukla melankolik tiplerdir bunlar. Sevgiliye aşklarını dillendiremez, aşktan bihaber sevgili için kendilerini bile feda ederler.

Tarihi filmlerimizdeki kahraman tiplerinde ise, büyük bir abartı vardır. Hatta bu durum izleyiciler tarafından da öylesine kabul görmüştür ki, çoğu zaman izlediğimizin bir film olduğunu unutup, başrol oyuncusunu gerçeğinin yerine oturtuvermişizdir.

Nedense kahramansız yaşayamayacağımızı sanırız hep. Ne yapar eder her çağda bir kahraman doğurur ve büyütürüz. Sonra da doğurduğumuz kahramanın kundaktaki halini unutur, gökten, yani ilahlar tarafından gönderildiğini düşünmeye başlarız. Gün gelir kendi büyüttüğümüz kahramana yanaşamaz oluruz, oluruz da korkmaya başlarız.

Film senaristleri ya da romancı, öykücü vb. edebiyatçıların yarattığı “tip” lemeleri, günümüz politik arenasında ise –esas oğlanları- profesyonel “imaj maker” lar yaratıyor. Sonra da ‘medya ordusu’ nun yoğun saldırısına eşlik eden tüm iletişim olanaklarıyla topluma onaylattırıyor. Böylece yaratılan ‘lider’, bir süre sonra ‘kahraman’ a dönüştürülüyor!

Ancak bu sahte kahramanlığın da sonu yok!

Ben tarih kitaplarında tanıdım ilk kahramanları!

Hele hele Osmanlı hanedanının her sultanı bir başka kahramandı (!). İslam tarihinde çok ikiyüzlü kahraman gördüm. Ali ile Muaviye savaşında taraf oldum; Hüseyin susuzluktan şehit düştüğünde… İnsanın Yezit yanına değil, dönek yanına darıldım. O zamanlar, doğruların neden hep kaybettiği takılırdı kafama. Gün geldi gördüm ki, -dürüstler çok olsalar da- hâkim olan namussuzlar, onları alt etmenin yolunu bir şekilde buluyorlardı. Çünkü dürüst ve namuslu amaçlar peşinde koşan insanlar, savaşırken de bel altına vurmuyorlardı. Ahlaksızların yöntemlerini ise, Montaigne çoktan keşfetmişti!

Ahlaki değerlerin yerlerde süründüğü günümüzde insanların ezici bir çoğunluğu, tam olarak “ne şerefli ne de şerefsiz” olmayı becerebiliyor. Her şeyden önce buna sistem izin vermiyor. Ya da başka bir deyişle insanlar, sisteme göre karakterize oluyorlar.

Karakterin dejenerasyona uğraması, bir zamanlar bireyin sıkı sıkıya bağlı olduğu insani değerlerle birlikte, model olarak aldığı “dürüst” kahramanlarını da tedavülden kaldırıyor. Bu yüzden olsa gerek kahramanlarımız zalime, soysuza, sömürücüye başkaldıran Köroğlular, Pir Sultanlar değil artık. Tam tersi uzun zamandır, Bolu Beyi ve Hı(n)zır Paşa kisvesiyle aramızda dolaşanları alkışlıyoruz.

Günümüzde kahraman olmak çok kolay! Ne kılıç kuşanıyor, ne ok atıyor, ne de hayatlarını riske atıyorlar. Yanlarında özel ve resmi koruma ordularıyla geziyorlar. Bir sürü hile, yalan ve dolanla seçmenleri kandırıp demokratik (!) yoldan iktidara geldiniz mi, gerisi kolay!

Sonrası gününü gün etmek midir, yoksa günü kurtarmak mı!? Bu ayrı bir tartışma konusu.

Eskiden kahramanların içinde aşk vardı. Vatan aşkı, ulus aşkı, insan aşkı… Vatan ‘ana’ ydı, ‘baba’ ydı, ‘yar’ dı.

Şimdilerde ‘vatan’ tanımı değişti. Topraklar satılıyor, fabrikalar, tersaneler… çoğu zaten elden gitti, gerisi ya yandaşa peşkeş çekildi ya da kapatıldı. Satanlar sattıklarının karşılığında ‘aferin’ bile alamıyorlar. Ama deliğe süpürülmemek için satışlarını sürdürmeye devam ediyorlar. “Alan razı satan razı” vurdumduymazlaşan halk, yağmanın artıklarıyla yetiniyor ve ‘şükür’ çekiyor; sahtekârların arkasında saf oluyorlar. Bugün de aç kalmadıkları için kendilerine sunulanı kapmak için birbirlerini eziyor, sadaka dağıtıcılarını alkışlıyorlar. Çerden çöpten yaratılan kahramanların ise yürekleri sağır, vicdanları kör!

Peki, suç sadece kahramanların mı ya da onların verdikleri kırıntılardan dolayı alkışlayanların mı? İçi aşk ile dolu, ama kendi kabuğuna çekilmiş insanların hiç mi suçu yok? Birileri dinliyor diye içindeki sevgiyi haykıramamak ne acı!

Aşkını içine gömüp hain(lik)lerle uğraşamamak, işlenen suça ortak olmak değil mi? Biz Leyla ile Mecnun, Köroğlu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Pir Sultan’ ın topraklarında yaşadığımızı ne tez unuttuk! Onların sevgisi için yaşadığı ve ölümüne savaştığı neden aklımıza gelmez ki?

Gün geçtikçe çürüyenler, bizi de çürütecek! Biz istemsek de bu böyle olacak biline! Çürümüşlüğün her yanı sardığı yerde, bozulmadan kalabilmek imkânsız… Biz istemesek de çürümüşlük herhangi bir yerimize virüs gibi bulaşacak, sonra da bütün bedenimizi yiyecek. Bu yüzden önce korkularımızı yenip, aşkımızı sahiplenmek zorundayız.

Kırıntıların gözümüzü boyamasına izin vermemeli, bir avuç tuza gelen koyunlar olmaktan vazgeçmek zorundayız.

İnsan olmak zorundayız!

Asırların gerisindeki masallarla uyuyup, boş hayallere avuç açmak bu çağın insanına yakışmıyor. Zulmü seyretmek de, susmak da suçların en büyüğü. Geleceği kim kurtarır derseniz, ülkenin ve toplumun menfaatini, bireysel çıkarlarının üzerinde tutan erdemli insanlar, yani emek insanlarıdır derim… İşte gerçek kahramanlar onlardır.

Muhsin Salman, Evrensel Gazetesi 15.11.2011

Siz de fikrinizi söyleyin!