
Eskimeyen Sofralar, Eksilen İnsanlar
Kahvaltı sofralarında birleşir, akşam yemeği sofralarında yeniden bir araya gelirdik. Hepimiz aynı sofrada bağdaş kurar, yemeğimizi paylaştıkça çoğalırdık. Sofrada ne olduğu değil, kimin olduğu önemliydi. Durumumuz iyi olur, soframız bereketlenirdi; kötü olurdu, yine de mutluyduk. Çünkü bir aradaydık, çünkü aynı yemeği paylaşmanın sıcaklığını hissederdik.
Babam eve yaklaşırken sofrayı hazırlamaya koyulurduk. Annem mutfakta son dokunuşlarını yaparken, kız kardeşimle sofrayı kurar, şakalaşarak eğlenirdik. Kimi zaman sofrada kahkahalarımız yemeklerimize karışırdı. Bir bakış, bir gülümseyiş yetmezdi; nefesimiz kesilene dek güler, sofrayı kahkahalarımızla şenlendirirdik. Bugün bile kız kardeşimle göz göze gelmemeye çalışırız bazı ortamlarda, çünkü içimizde o çocukluk neşesi hâlâ dipdiri durur.
Her evin, her ailenin sofra düzeni farklıydı ama o günlerin ortak ruhu aynıydı. Yerde açılan sofralar, büyük bir özenle kaldırılır, saklanırdı. Yaz sofraları bahçelere taşınırdı; yemek biter, çocuklar oyun oynamaya kaçardı. O sofralar dostluktu, paylaşmaktı, hayatın en sahici yanını yaşamak demekti.
Eskiden herkesimiz çoktu. Çocukluğumuzda kaybetmediğimiz büyüklerimiz, bayram sofralarında yanımızdaydı. Babam ve annem ailelerinin en küçük çocukları olduğu için bayramlarda her büyüğümüzü ziyaret ederdik. Anneannem ve babaannemin evindeki bayram sofraları gözümün önünde hâlâ. Bigudili kadınlar, traşlı erkekler, bayram kokusu sinmiş elbiseler… Bir masaya sığan koca bir geçmiş. Hasretle kucaklaşmalar, el öpmeler, havadisler… O sofralar yalnızca yemek için kurulmazdı; o sofralarda hayat paylaşılır, hasretler giderilmeye çalışılırdı.
Eskiden suyu aynı tastan içerdik, şimdi hijyen adına her şey tek kullanımlık. O taslar samimiyetin ölçüsü müydü, yoksa gerçekten mi gereksizdi? Sofradaki sürahiye biz küçükken “maşraba” derdik; şimdi kimse bu kelimeyi kullanmıyor. Misafir sofraya geldiğinde herkes ayağa kalkardı; şimdi o saygı nereye kayboldu?
Zaman geçti, evler ayrıldı. Annem başka bir evde, babam başka, kardeşlerim ve ben de öyle. Sofralar kurulur ama bizi birleştirmez oldu. Artık herkes ayrı bir masada yiyor yemeğini. Daha rahatız, kimse azarlamıyor, kimse sofrada eksik bir şey olup olmadığını sormuyor. Ama keşke annem, “şunu getiriver” dese, keşke sofradan kalkmak zorunda olsam…
Biz Gaziantepliler, mutfağı ve sofrayı önemseriz. Eskiden yemek takımları vitrinlerde sergilenirdi, zenginlik göstergesiydi. Kullanılmayan porselen fincanlar vardı; şimdi ise insanlar kupa bardaklar alıyor. O fincanlar neden üretildi, kim içindi? İnsan, geçmişin anlamını bazen çok geç fark ediyor.
İnce bulgurla yoğrulan köfteyi hâlâ severiz, ama artık yalnızca yere sofra kurduğumuz nadir zamanlarda… Sofra tamamlanmadan turşu, ayran, salata masaya gelir; köfte yoğuran kişi işini bitirdiğinde her şey hazırdır. Eskiden komşularla birlikte yemek hazırlardık; şimdi insanlar birbirine güvenmiyor.
Sofralar artık eskisi gibi kalabalık değil. Gittiğimiz misafirliklerde büyüklerimiz azaldı. Yaşıtlarımızla üçer beşer bir araya gelince sekiz kişilik masa ancak doluyor. Yemekler aynı ama lezzetler başka. Eski sofra muhabbetlerini, eski insanları arıyor insan. Gözlerim, kaybolan zamanın izlerini ararken doluyor. O sofralar artık yalnızca anılarımda yaşıyor…
İnancım yok belki, ama alışkanlıkların gölgesinde büyüdüm. Ritüellerim, geçmişimden süzülen, bana ait olan ne varsa, kaybolmaya yüz tuttu. Sofralar yalnızca yemek yemek için kurulmamalıydı. Sofralar, insanı insan yapan değerleri yaşatmalıydı. Şimdi bir tabakta yemeğimiz var ama içini dolduran muhabbetimiz eksik. Bizim nesil, geçmişin izlerini taşıyan son nesil belki de. Peki ya sonrası? İnsan, insanı en çok sofrada tanır ve sofrada kaybeder. Kaybolan yalnızca bir sofra düzeni değil, bir hayat biçimi, bir yaşama sanatıdır. Ve belki de, en çok da biz, kaybolan o eski sofralar gibi yalnızlaşan ruhlarımızla, en çok kendimizi arıyoruz…
“Bu bayram, sadece sofralarımızı değil, gönüllerimizi de bereketlendirelim. Sevdiklerimizi hatırlayalım, eski bayramların samimiyetini yüreğimizde yaşatalım. Birlikte geçirilen her anın, paylaşılan her lokmanın kıymetini bilelim. Eksilenleri sevgiyle analım, kalanlarla sıkıca kucaklaşalım. Bayramınız, eski bayramlar gibi sıcak, dostluk gibi içten, sevgi gibi sonsuz olsun. Nice güzel bayramlara…”
Kemalist İlkay

