Aslında!…
Akıl tutulmalarında, sağ duyusuzluğun pençesinde kıvranırsın
Sorgulamadan yana almamışsan nasibini, hayatta
Hayat denilen bu kavgada,
Hem burnunun ucunu, hem ormanı, hem ağacı, hemde ufku…
Dahası, duvarların ve perdenin ardında olan-biteni görmeyi bilip-beceremezsen;
Kurtulmaz, başın beladan ….
Suçu kargaya yükleyen, insan denen aciz güruh
”Kılavuzun kargaysa, burnun boktan kurtulmaz” deme ukalalığıyla;
İnsanın, insana attığı kazığın, yaptığı ihanet ve kötülüğün suçunu
Atar namertçe gariban hayvanlara
Oysa ki, insanın kendine ve soyuna
Hemcinslerine yaptığı kötülüğün binde birini
Yapmaz hayvan, hayvana, dağ dağa, taş taşa…
Emek-ekmek, alınteri ve sermayenin sömürü kavgasında,
Ezenlerin, ezilenlere kanlı zulüm ve renkli entrikaları değil midir utanç veren!?
Cehalet, ilbiz karanlıkta boy atan yobazlık, zulüm…
Sözüm ona insanca, insana reva görülmemişmidir!?
Hep; ” – Uyanığı severim, benden uyanık değilse” diyerek
Nesilden, nesile taşınmamış mıdır çürümenin virüsü!?
Asalaklık ve kara kazançlarda kıyılmamış mıdır!?
Emeğe, alın terine, göz nuruna;
Yine, sözde insan geçinen mahluklarca
İnsandır, insanın ve insanlığın köküne kibrit suyu döküp, nesline kıyan
İlhak, iltihak, sömürü ve hegomonya savaşında…
Kıyılmamış mıdır mazlum, masum günahsız sabilere!?
Dalda sız-dulda sız insanların yarınları, talan edilmemiş midir!?
Canavar ruhlu, vampirlere taş çıkartan hilkat garibelerince…
Ne zaman ki akı, karadan,
İyiyi kötüden,
Emek ile sermayenin savaşında emekten yana olmaktan geri durmuş,
Dahası…
Kendine, sınıf bilincine, onura, insana, hayata, evrene…
Emeğe, ekmeğe ve alın terine ihanete yeltenmişse, insan;
Evren kana bulanmamış,
Kardeş kavgasında açmadık goncalara,
Doğmamış sabi-sübyanlara kıyılmamış mıdır!?
Ondandır ki;
Ateş bacayı sarmadan,
İş, işten geçmeden, kaçırmadan olanakları;
Bilgiyle, bilinçle, sağ duyu ve onurla sorgula, hayatı;
Taş, taş üstündeyken yıkma dünyayı, insanın ve insanlığın başına!
Kendi ayağına ve nesline, kurşun sıkma!
Durdur, çomak sok,
Kanlı düzenin dişlilerine!…
Namus, emek, ekmek ve onurdan yana tavrın ve kararlılığınla
Geçmeden Bor’un Pazarı, Sürmeden eşeğini Niğde’ye …
Onur ve sağ duyunla siper et gövdeni,
Durdur hayasızca akınları, katliamları, savaşları…
Yozlaşmanın karanlığında boğulmak yerine,
Sok, karanlığın bağrına!
Bilimin, ilmin, aydınlığın, bilgeliğin hançerini.
Yüzleşmeye koyulduğunda;
Utanmamak ve alnının akıyla, ” – İnsanım . ” diyebilmek için
Koy ömrünü, yüreğini, siper et gövdeni;
Karanlığın ve cehaletin,
Kapitalist deccallerin, şerefsizler ordusunun saldırılarına,
De ki daima
Ölüm, ölüm ya, hırlamak nesi!
Onursuzca sürünmek yerine.
Ölebilmeli insan şerefiyle, şereflice, yüreklice…
Bir ölüp, bin doğarız felsefesinin erdemi ve yürekliliğiyle
Unutma ki onurdur, inançtır, insanın asalet ışığı.
Söndüyse onurun, yüreğin, vicdanın ışığı,
Olan-biten
Olsa, olsa
Bo*tan bir ömrü kuburda tüketmektir, nafilece…
Yemek, içmek ve sı*maktan ibaret döngüyse, olan-biten yegane devinim,
Ser-sefilce sürense,
Bu hayat, hayat değil!
Onurdan ve hayadan nasibini almadan,
Beyhude kadavralıklarda, ömür telefliğinin daniskasıdır, aslında
Ömür telefliğinin daniskasıdır, aslında!…
Mualla SEZGÖR YASSIBAŞ