
Diyalektik Nedir?
DİYALEKTİK NEDİR?
HANNAH ARENDT, THEODOR W. ADORNO VE KARL POPPER’E ÜSTÜ KAPALI BİR YANITTIR
Adorno’nun işi, eserlerini ve kuramının anlamını avucunun içi gibi bildiği Marx’ı “Soyal Darwinci” olarak tanımlayacak kadar ileri götürmesi, Stalin’in Diyalektik Materyalizm adlı broşürüne işaret edilerek açıklanamaz. Kanımca Adorno basit bir şekilde dönemin güçlü propaganda makinesine ve yaygın beklentilere yenik düşmüştür. Gerisi kendiliğinden gelmiştir. Adorno’nun Hegel’e, Marx’a ve diyalektik felsefeye yönelttiği eleştiri, farklı bir biçimde en az Adorno kadar güçlü bir isim olan Karl Popper tarafından da dile getirilmiştir. Bu nedenle Marx’ın mı yoksa Adorno’nun mu tutarsız olduğu sorusuna en iyi yanıt kanımca diyalektik kavramına açıklık getirilerek verilebilir.
Öyleyse nedir diyalektik?
Diyalektik Eskiçağ Yunancasından gelen bir kavramdır. Kavramın kökeninde “dialektike” sözcüğü vardır ve karşılıklı konuşma sanatı anlamına gelmektedir. Diyalektik sözcüğü, karşılıklı konuşmak, sohbet ve muhabbet etmek anlamına gelen “dialegesthai” sözcüğünden türetilmiştir. Felsefe yapmak, bir bakıma düşünmeyi düşünmek, yani olaylar, süreçler, yapılar, ilişkiler, çöküş, değişim ve dönüşüm hakkında düşünceleri karşılıklı tartmak (tartışmak) anlamına geldiği için filozofların “dialegesthai” sözcüğüne zamanla yöntemsel bir anlam kazandırıp teknik bir terime dönüştürmeleri çok doğaldır.
Öyleyse diyalektik düşünme yöntemi nasıl bir düşünme tarzına tekabül etmektedir?
Diyalektik her şeyden önce var olan her şeyi hareket halinde kavrama çabasından doğmuştur. Eş deyişle diyalektik, her şeyi kendi oluşumu, varoluşu ve yok oluşu halinde kavramak demektir. Bu nedenle kısaca diyalektik, her şeyi her şeyle ilişkili olarak, her şeyi kendi zıddıyla, yani her şeyi çelişkili bütünlük halinde; her şeyi, kendi içinde çelişkili bir bütünlük arz ettiği için kendi kendini hareket ettirme kapasitesine sahip olan varlık olarak kavramak demektir.
Hareket, kavramın en geniş anlamında çöküşü, çürümeyi ve dolayısıyla gerilemeyi; dönüşümü, değişimi ve dolayısıyla ilerlemeyi aynı anda kapsamaktadır. Bu nedenle çöküşün ve çürümenin yönü geriye doğruyken, dönüşümün ve değişimin yönü ileriye doğrudur. Diyalektik kavramı, bazen burada söz konusu olan hareketin örneğin Adorno tarafından yalnızca bazı yanlarına, çöküşü ve çürümeyi ilgilendiren negatif yanlarına indirgenmeye çalışılsa da hareketin tüm bu yönlerini kapsayan bir çerçeveye ve içeriğe sahiptir. Hegel de, Marx ve Engels de diyalektik kavramını bu kapsamlılığında kavrar.
Kavrama kavram olarak bakınca, kavram doğası gereği içinde tikeli de potansiyel barındıran bir genelliğe ve tamlığa sahip olur; anlam bakımından tek yanlılığı ve tek yanlı kavrayışı dışlar kavram zorunlu olarak.
Görüldüğü gibi burada birkaç şeye birden vurgu yapılmaktadır. Diyalektik:
-
Mekânda ve zamanda var olan ve olan her şeyi bir süreç olarak kavramaya çalışmaktadır – ki mekânın ve zamanın dışında hiçbir şey yoktur, her şey mekâna ve zamana dâhildir. Her şey var olmaktadır ve yok olmaktadır. Sürekli olan (ki bu sabit ve hareketsiz olan anlamına gelmemektedir), evrenin en temel yapı taşı veya cevheridir. Buna dayalı olarak mekânda ve zamanda olan her şey tarihseldir ve bu nedenle içinde sürekliliği ve kopuşu aynı anda barındırır.
-
Sürecin kendisini, kendi kendisini hareket ettiren, kendi hareket kaynağını yine kendisinde olarak kavrama çabası diyalektiğin diğer özelliğidir. Bir şeyin kendi kendisini hareket ettirme kabiliyeti, o şeyin kendisinde, yani kendi içinde çelişkili bir birlik ve bütünlük arz ediyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Öyleyse, çelişki, diğer bir deyişle kendinde özdeş ve farklı olanı barındırma hali, her şeyde hareketin içkin nedenidir.
Kendi içinde farklılaşmaya müsaade eden tüm bütünlüklü var olanlar, tüm bir şeyler zorunlu olarak çelişkiye tabidir – ki evrende hareket etmeyen herhangi bir şey olamadığı için, kendi içinde farklılaşmaya müsaade etmeyen hiçbir şey de olamaz. Zira her şeye içkin farklılaşma, bizzat onun kendisinin hareket nedenidir.
Öyleyse, var olan her şey özdeş olan ile farklı olanın bütünlüklü veya çelişkili bir birliğidir.
-
Bütünlük kavramına yakından bakmak gerekiyor. Aşağıda yazılanlar, Adorno’ya, Hannah Arendt’e ve Popper’e bir yanıt olarak okunabilir.
-
Görebildiğim kadarıyla birbirine taban tabana zıt iki bütünlük kavramı vardır ve bunlar arasındaki ayrım hiç dikkate alınmıyor. Diyalektik düşünme tarzına temel oluşturan bütünlük kavramı nasıl bir özellik göstermektedir ve diyalektik bütünlük kavramının zıddı olan bütünlük kavramı hangi özelliklere sahiptir?
-
Diyalektik her şeyi bir bütünlük olarak, yani her şeyi tüm ilişkilerinin vücuda getirdiği bir bütünlük olarak kavramak demektir – ki ilişkilerin bütünlüğü mutlak olanı ve göreli olanı aynı zamanda kavrar.
Bu bakımdan Adorno’nun sonunda yenik düştüğü Karl Popper’in etkisiyle diyalektik kendisine atfedildiği gibi kendi içinde şekilsiz, farkları dışlayan bir birlik değildir. Zira diyalektik çokluğun birliğinin teorisidir ve içinde farkları zorunlu olarak kapsar. Aksi durumda burada birlik kavramından bahsetmek mümkün değildir. Birlik kavramı, içinde farkları mümkün kıldığı oranda birlik kavramının doğasına uygun olabilir. Diğer bir deyişle birlik, kavramın doğası gereği ancak farklı olanların birliği olabilir. Eş deyişle birlik ya diyalektik olur ya da hiç olmaz. Hegel, İslami inanışın “Allah” kavramını içinde farklılıklar barındırmadığı için despotik bir kavram olarak kavrar ve bu nedenle ilkesel olarak eleştirir. Öyleyse diyalektik birlik ve bütünlük, yani diyalektik kuram çerçevesinde tümel olan, kendi içinde zorunlu olarak farklılığı, dolayısıyla göreliliği kapsadığı için kaçınılmaz olarak ancak çokluğu, yani farklılıkları tanıyan bir birlik ve bütünlük olabilir.
Çokluğun birliğinin bütünlüğü anlamına gelen diyalektik bütünlük kavramından farklı olarak, benim “tekilci aşkın bütünlük kuramı” olarak adlandırdığım bütünlük kuramı tikeli tekleştiren bir kuramdır; yani tikeli tüm tümel özelliklerinden düşünsel olarak arındıran ve böylece farkı mutlaklaştıran bir bütünlük kuramıdır. Thomas Hobbes bu şekilde mutlaklaştırılan tekillerin birbiriyle olan ilişkisini, herkesin herkesi yok etmeye çalıştığı savaş ilişkisi olarak tanımlamıştır. Tekilci aşkın bütünlük kuramının zıddı olan diyalektik bütünlük kuramı, içinde çoğulu ve farklı olanların zenginliğini barındıran, her şeyi kendi evrenselliğinde tikel olarak (tekil olarak değil) kavrayan bir yaklaşım sergiler. Tekilci bütünlük kuramına göre tekillerin her biri kendisini mutlak olarak kavradığı için herkes herkese karşı, örneğin bugün piyasa ilişkilerinde olduğu gibi kendisini bir despot olarak konuşlandırır. Despotların en güçlüsü, kendisini diğer despotların üzerinde bir despot olarak konuşlandırır. Bundan farklı olarak diyalektik bütünlüğü oluşturan tikellerin birliği ve bütünlüğü, özgürlüğü, eşitliği ve dayanışmayı ölçü olarak alır.
Bu ilkesel farkın veya daha çok zıtlığın nedeni şudur: Diyalektik bütünlük kuramında evrensel veya tümel olan, tikele içkin olarak düşünülmüştür ve tikel olan da zaten doğal olarak, yani ontolojik bakımdan böyle kurulmuştur. Buna karşın tekilci bütünlük kuramında tekiller tümel özelliklerinden arınmış olarak düşünüldüğü için, kuracakları bütünlük zorunlu olarak aşkın olmak zorundadır. Öyleyse burada iki zıt bütünlük kuramıyla karşı karşıyayız: içkin veya diyalektik bütünlük kuramı ve aşkın veya tekilci bütünlük kuramı. Bütünlük kavramı üzerine yapılan tartışmalarda bu önemli farka dikkat edilmelidir.
Tekilci yaklaşım bütünlüğe içkin değil de aşkın yaklaştığı için oluşturduğu bütünlüğü kendi içinde tek tipleştirmek zorundadır. Bu durumda diyalektik bütünlük kuramından farklı olarak kendi içinde farklılaşmaya ve farklılığın zenginliğine müsaade edemez. Buna karşın diyalektik yaklaşım, birliği ve bütünlüğü kendi içinde farklılaşmaya müsaade eden, hatta farklılaşmayı bir ontolojik zorunluluk olarak gören; birlik ve bütünlüğü kendi içinde farklılıkların zengin bir oluşumu olarak kavrar. Birçok bakımdan yirminci yüzyılda felsefede yaşanan tartışmaların doğru anlaşılması, bütünlük kuramına dair bu iki kuram arasındaki farkın anlaşılmasına bağlıdır denebilir.
-
Diyalektik yaklaşım dolayımlayan bir ilişki biçimi ve düşünme tarzıdır. Dolayımlamak, örneğin Jürgen Habermas’ın talep ettiği gibi basit bir şekilde “diğerini dâhil etmek” anlamına gelmemektedir. Diğerini dâhil etmek, diğeriyle hâlâ güç ve iktidar ilkesi çerçevesinde ilişkilenmek demektir. Diğerini dâhil etmek, en iyi durumda diğerine tahammül etmek demektir; diğerine katlanma nezaketi göstermek anlamına gelmektedir. Buna karşın dolayımlı ilişkilenmek ve düşünmek, diğerinin kendi varlığımızda öncelikli bir ontolojik statüsü olduğunu kabul etmek demektir. Kendi varlığımızda diğerinin öncelikli ontolojik statüsünün olduğunu kabul etmek, diğerini kendi varlığımıza öngelen, varlığımızı ona borçlu olduğumuz, kendimizin özgürü ve eşiti olarak tanımak demektir. Bu ise ancak kendimizi diğeriyle özsel olarak ilişkilendirip, diğerini kendi haslığında özgürümüz ve eşitimiz olarak tanıdığımız oranda mümkündür. Kendimizi kendi haslığımızda kavramak, öyleyse ancak diğerinin dolayımıyla, yani diğerinin içinden geçip kendimize gelmek ile, diğerini kendimizin ikinci beni olarak kavramak ile mümkündür.
Diyalektik felsefe kendisinde tahmin edilemeyecek kadar güçlü potansiyeller barındırmaktadır. Bunu görmek için insanlığın karşı karşıya bulunduğu ekolojik kriz, değerler krizi, ekonomik kriz gibi devasa sorunları göz önünde bulundurarak yukarıda kısaca sergilediğim diyalektik felsefenin bazı temel ilkeleri hakkında düşünmek yetebilir.
Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN
