
Çanakkale’de 1 Mayıs
1977 Kanlı 1 Mayıs’ı dahil, kutlana gelen bütün 1 Mayıs’lara katıldım. Ankara’daysam Ankara’da, İstanbul’daysam İstanbul’da, İzmit’teysem İzmit’te, Çanakkale’deysem Çanakkale’de… Her neredeysem…
Çünkü benim için onurdur 1 Mayıs’a katılmak. Çünkü ben emekten, barıştan, yaşanır bir dünyadan; hak, hukuk, adaletten yanayım… Susarak, tavırsız kalarak “ben de ülkem için iyi şeyler istiyorum” deme hakkım yok. Lüksüm de yok. Geçmişte yöneticilik yaptığım özel bir eğitim kurumunda patron, benim bir 1 Mayıs’a katılacağımı bildiği hâlde o güne toplantı koymuştu. Kaleme aldığım yazı hem işyerinden istifa dilekçesiydi hem de yazdığım en güzel 1 Mayıs yazısıydı… Bir gün size onu şiir niyetine okurum…
10 yıldır Çanakkale’de yaşıyorum. Ahmet Uysal, Ece Ayhan, Arif Damar gibi ulu şairlerin şehrinde. Benim gördüğüm, Çanakkale’deki en yoğun katılımın gerçekleştiği 1 Mayıs’tı bu 1 Mayıs… Bu şehirde şimdiye kadar gördüğüm en büyük coşku ve tepki eylemi aynı zamanda. Yollar doluydu, alanlar doluydu. Yürüyüş korteji alana doğru yol alırken giderek büyüyor, evlerden, balkonlardan, iş yerleri önlerinden büyük tezahürat eşlik ediyordu; “Yaşasın 1 Mayıs”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Faşizme karşı genel direniş”, “Zam, zulüm, işkence, işte AKP” sloganlarına. Bunları izleyen onlarca slogan sıralanıyordu art arda. Araba kornaları, insanların alkışları, kadınların, kızların zılgıtları, evler, balkonlar, bahçeler, sokaklar 1 Mayıs’a kesiyordu giderek. Geçen yıl genişletilen ve yeniden düzenlenen Cumhuriyet Meydanı’nda ilk kez iğne atsanız yere düşmezdi. Alan da katılmıştı coşkuya: “Yaşasın 1 Mayıs!”
Benim için katılımın böylesine yoğun olması kadar önemli bir şey daha vardı: Alanda kulak misafiri olduğum birinin yanındakine anlattıkları:
“Ben 48 yaşındayım. İlk kez katılıyorum 1 Mayıs’a. Hatta böyle şeylere ilk kez… Sakıncalı görürdüm böyle şeylere katılmayı. Baştakiler bizim adımıza ne gerekirse onu yapar sanıyordum şimdiye kadar. Ağaçlarımız, ormanlarımız, doğamız, can ve mal güvenliğimiz nasıl olsa onlar tarafından korunuyor, korunur sanıyordum. Ama bu böyle değilmiş. Ağaçlarımızı, ormanlarımızı, sularımızı, onurumuzu, can ve mal güvenliğimizi onlardan korumamız gerekiyormuş meğer. Çok acı ama 48 yaşımda öğrendim bu gerçeği. Anladım ki bu topraklar bizim, bu memleket bizim, bu insanlar bizim ama bizi yönetenler bizim değil, bizden değil. Ben buraya niye geldim, anlatayım mı? İnsanları tutukluyorlar, peki ‘Niye tutukladık bu insanları?’ dediğimizde ‘Bir gerekçe buluruz’ diyorlar… Türkiye’de demokrasinin geldiği seviye bu. Buna itiraz etmesem benden insan olmaz. Türkiye buraya indi, buraya düşürüldü… Çok yazık! İşgal altında olsaydık bu ülkede böyle şeyler olur muydu, gerçekten emin değilim… Kısaca tehlikedeyiz. Buna dur demek lazım. Aşımız, eşimiz, çocuğumuz, geleceğimiz için. Nazım mıydı ‘Bu memleket bizim’ diyen? Memlekete sahip çıkmak lazım.”
Alanda atılan sloganlardan, devreye giren müzik ve halay seslerinden adamın başka dediklerini duyamaz olmuştum.
Geçen yıl ağır bir ameliyat sonrasında katıldığım 1 Mayıs’ı dostlarımla değerlendirirken demiştim ki: Kanseri yenmemde 1 Mayıs’a katılmak bana büyük moral oldu. Bu 1 Mayıs’ta da hem 1 Mayıs’a geniş katılım hem de kulak verdiğim o insanın söyledikleri umutsuzluğu yenmemde büyük bir etki yarattı. Bu ülkede güzel şeyler olacak. Bu kâbus, bu karanlık yurdumuzun üzerinden dağılacak diye inanmaya başladım. Bir adam için değil, herkes için bir Türkiye uzak bir ihtimal değil diye düşünmeye başladım.
Yazıya yukarıda andığım Çanakkaleli ulu şair Arif Damar’ın şiirini iliştiriyorum. Eminim çok yakışacak:
DAYANILMAZ
Arif Damar
Gözlerini ölüm bürüdü onların
korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.
Günden güne daha cana yakın
günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye
her gün daha sağlam
daha usta
daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü
eskisinden dar geliyor onlara
eskisinden düşman.
Ne günün ilk ışığı
ne balık sürülerinin ışıldaması suda
ne güneşe uzanan dal
ferahlık vermiyor içlerine.
Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu
korkulu rüyalarla uyanarak uykularından
korkunç kararlar verdiler.
Karşı koymazsak eğer
tehlikededir günlük ekmeğimiz
bacamızın tütmesi tehlikededir
evimiz, aşkımız, çocuğumuz
pencerede saksı
kitap sevgisi, insan sevgisi
tehlikededir.
Gözlerini ölüm bürüdü onların
uyumak, uyanmak tehlikededir,
tehlikededir çiçek koklamak
bardakta su, ateşte yemek
bahçede güneş tehlikededir.
Tehlikededir gözbebeklerimiz
Adana’nın pamuğunu yabancılar işliyor
dokuma tezgâhları tehlikededir.
İzmir’in üzümü, fındığı Giresun’un
Samsun’un tütünü tehlikededir.
Kapanıyor fabrikalar birer birer
varımız yoğumuz tehlikededir.
Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden
boy atan başakların şarkısı devam eder
topraktan güneşe avaz avaz.
Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu
her zaman galip, her zaman hür,
dağlardan akan suyun sevinci
her zaman genç, delikanlı
kabına sığmaz…
Dayanılmaz
çocuğunu emziren ananın şefkatine
-yırtıcı, derin-
hilelere, ölümlere karşı gelir
memedeki çocuğun iştahı,
kudreti sonsuz,
dayanılmaz.
Ve sen, gözbebeğim
sen, erkek sesinle
“İşsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi.” dersin
milyonların içinden
milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür,
işkence görür,
hapis yatar,
sürgün edilirsin;
sevilecek şeyler değilse de bunlar
DAYANILIR…
Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde
toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey
çatlayan tohum, akan su,
ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü,
hayatı öven şiir,
kardeşliği söyleyen şarkı,
mücadele eden resim,
ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti
harbe ve ölüme karşıdır
DAYANILMAZ…
Hayrettin Geçkin

