
Kilitbahir
Tarih bilgisi, tarih bilinci; bu bilgi ve bilinci yapılır ve yaşanır gelecekle ilişkilendirebilmek daha çok duyumsama işi. Bilginizin, bilincinizin üstünden şekillenecek bir duyumsama işi…
Dünya başkentlerinden İstanbul’un ve Kurtuluş Savaşı’na önsöz teşkil eden Çanakkale’nin tarihi derinliklerine uzanan ve oralardan dalgıç edasıyla duyarlılık taşıyan Suat Karataş’ın Kilitbahir adlı kitabını okuyup incelediğimde bu gerçekliğe ulaştım.
Bazen bir kitap sizi öylesine sarar ki çoktandır onun gibisini okumadığınızı düşünürsünüz. Oysa öyle değil, oysa ne çok okudunuz! Onlarca, yüzlerce; dergileri de eklerseniz binlerle, on binlerle ifade edilecek kadar hatta… Ama onların içinden birkaçı, bazıları bu etkiyi yapabilmişse sizde, şanslısınız demek ki…
Benzer etkiyi dinlediğiniz bir müzikte, seyrettiğinizi bir tiyatroda ya da bir sinemada da yaşarsınız. Yakaladığınız estetik duyguyu ölçün bakalım neyle ölçeceksiniz! Karşılaştırın bakalım, neyle karşılaştıracaksınız! İnsanın olmaklığına, olmuşluğuna, oluşumuna katkı yapan yapıtlar iyi ki var.
Kendi adıma bu özellikte olduğunu düşündüğüm çok sayıda öykü, şiir, deneme okuduğumu; sinema, tiyatro seyrettiğimi; müzik dinlediğimi, bana bu tadı yaşatan çok sayıda kitaplar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yoksa nasıl katlanabilirdim dünyada onca yaşanan kötülüklere? Savaşlara, çocuk ölümlerine, kadına şiddete, doğa kırımlarına… Ve nasıl karşı çıkardım öyle ya bütün bunlara!
Vaktiyle Afşar Timuçin’in edebiyat dergilerinden birinde yayınlanan Tarih Bilinci (İnsancıl’da mıydı, başlığı yanlış mı anımsıyorum) başlıklı yazısını okuduğumda, o güne kadar tarihle ilgili ne okudumsa, ne öğrendimse yalan yanlış bilgiler olduğuna karar vermiştim. Bir felsefeci ve bir şairin tarih üzerine beni büyüleyen o yazısından sonra da tarih üzerine yazılmış kitaplara mesafe koyarak baktım. Hatta televizyonlarda şişinip duran bir çok tarihçiye de fazla itibar etmedim açıkçası. Yalan tarihinden de resmi tarihten de yolumu ayırdım böylelikle.
Tarihle ilgili okumalarım o günden sonra büyük ölçüde yön değiştirdi. O yazı beni başka okumalara götürdü, onlar da başka başka okumalara… Romanlardan, öykülerden, tiyatrolardan, sinemalardan hatta şiirlerden öğrenilen tarihin, tarih üzerine yazılmış kitaplardan daha sahici olduğunu düşünmeye başladım. Örneğin, Orhan Pamuk’un Veba Geceleri adlı romanı Osmanlı’nın son dönemlerine ilişkin yazılmış en sahici tarih kitabıdır bana göre.
Suat Karataş’ın Kilitbahir adlı kitabında da benzer duygular yaşadım. Yazarın önceki iki kitabına yeniden göz atıp, altını çizdiğim yerleri, aldığım notları inceledikten sonra Kilitbahir’i okumaya sıra geldi. Üç kitap adeta bir seri. Tarih nehri bir bakıma. Kilitbahir; bir roman, bir öykü, bir deneme, bir şiir… Bunların hiçbiri! Ve bunların hepsi…Bunlardan daha fazlası belki de! Yeni bir form! Adına ne diyelim? En iyisi onu yazara sormalı.
Kitaptaki önsöz Suat Karataş’a ait. Yazar tarih bilinci üzerine duygu ve düşüncelerini daha doğrusu bu alandaki birikimini yoğunlaştırılmış ve damıtılmış biçimde almış önsöze. Önsöze takılıp kaldım, geçemedim bir türlü. Dön dön oku, dön dön Afşar Timuçin’in Tarih Bilinci Üzerine adlı yazısını düşün. İki yazı arasında bağlantılar kur. Müthiş bir sevinçti benim için. Bazen okumak tek başına bile büyük bir maceradır.
Bu sevincimin üzerine geldi kitabın içeriği. Çünkü anlatılanlar bu bilinç üzerine inşa edilmiş. “Gözlerinizi geçmişe daldırmadan geleceği göremezsiniz” yaklaşımıyla, estetik biçimde inşa edilmiş hem de… Destansı bir havada İstanbul’un ve Çanakkale’nin tarihi derinliklerinde keyifle dolaşmak, oralardaki duygu derinliklerine, bilinç kazılarına katılmak dünyayı anlama ve anlamlandırma sürecinde düşler kurmak nasıl da keyifli bir şey.
Paul Celan’ın; “Uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda / bir deniz gibi ayın kanlı ışığında” dizeleriyle giriş yapılan 7.Bölüm şöyle başlıyor:
“Biz Savaşı bin yıl önce kaybettik
Polimizi tanrıya emanet ettik
Oysa Tanrı kurmadı bu şehri
Bu şehir
İnsan aklının ve alın terinin eseri
Tanrı kapatmadı kubbesini *Hagia Sophia’nın
Bin hesabı var o kubbede
İsidora’nın Anthemios’un.
Oysa biz
Aklımıza ihanet ettik
Terimiz akmasın
Bileğimiz yorulmasın diye
Her işi tanrıya havale ettik….” ( S:77)
*Ayasofya
Kitaptan tadımlık bu bölüm şöyle dursun. Siz en iyisi, kitabı şu sözlerle başlayan önsözü enine boyuna kavrayıp içselleştirdikten sonra okuyun. Büyülendiğiniz yerlerde aşktan, düşten ve şiirden yardım istemeyi de unutmayın:
“Tarihi sadece geçmişin bilimi olarak okuduğumuzda; raflarda ciltlerce yer kaplayan, kalın ansiklopedilerin binlerce sayfasına sarınmış yapraklar mezarlığı gibi görünür gözlerinize.
Yeryüzünü kolonize ettiğimiz günden bugüne birbirimizle savaşın, acının ve yıkımın kronolojik mezarlığı.
Oysa tarih, inanç, değer, kültür ekseninde bizi var eden insanlık serüveninin kesintisiz devam eden defilesidir…”
(Suat Karataş, Kilitbahir, Puslu Yayıncılık, 1.Baskı Eylül 2024, 18 Bölüm, 216 sayfa)
Hayrettin Geçkin

