Deneme,  Felsefe,  Gündem Arşivi Klasikleri,  Siyaset,  Tarih

Rousseau ve Mustafa Kemal: Halk ve Özgürlük Kavramları

Mustafa Kemal 1 Aralık 1921 tarihinde yaptığı konuşmada “Jean-Jacques Rousseau’yu baştan nihayete kadar okuyunuz” diyor. Mustafa Kemal, Rousseau’dan her şeyden önce “halk”, “halk iradesi” ve “halk egemenliği” gibi kavramların anlamını öğrenmiş ve üstlenmiştir. Rousseau’dan öğrendiği bu kavramı gerçekleştirmek için Erzurum ve Sivas kongrelerini düzenlemiştir. Erzurum Kongresi “milli tarihimizde ilk defa görülen, ilk defa vuku bulan” bir harekettir. Erzurum Kongresi’nin ve onu takip eden Sivas Kongresi’nin anlamı nedir? Erzurum Kongresi’nde toplanan delegelerin “kurtuluş için düşünebildikleri” ve “talep ettiği şey”, halkın işlemeyen, “atıl” halde bulunan kuvvetini “etken” kılmaktır. Halkın hâkimiyetini elde etmesi ancak bu gücün canlandırılması, aktifleştirilip örgütlenmesi ile mümkündür. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nin yapmış olduğu belirlemeleri güçlendirmiş ve “bütün memleketin halkı namına… Kuvayi Milliye’nin etken olmasını ve milli iradenin hâkimiyetini talep etmiştir.”

Atatürk, Rousseau’ya dair aktardığım cümleden sonra şöyle devam ediyor: “Ben bunu okuduğum vakit hakikat olduğuna inandığım bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cennettir.” Öyleyse, Atatürk Rousseau’da bir kurtuluş perspektifi olduğuna inanmaktadır. Peki, Mustafa Kemal, Rousseau’da halka dair ne okudu? Rousseau, Atatürk’ün “hakikat olduğuna” inandığı kitabında yani Toplum Sözleşmesi’nde halka dair ne diyor? Birinci Dünya Savaşı ve kurutuluş savaşı sırasında Türkiye toplumunun karşı karşıya kaldığı sorun, özgürlük sorunudur ve Rousseau halkın özgürlüğü konusunda şöyle demektedir: “Özgürlük elde edilebilir, ama yitirilen özgürlüğün bir daha ele geçirilmesi mümkün olamaz.” Öyleyse Kurtuluş Savaşı bir “olmak ya da olmamak” durumudur. Bir halkın özgürlüğü başkalarına özenmekle elde edilemez, tersine ancak kendi özgücünü ve dinamiklerini yakalayıp, oluşturarak ve örgütleyerek elde edebilir. Fakat bu, söz konusu halkın başka halklardan öğrenmeyeceği anlamına gelmemektedir. Uygarlık halkların birbirinden öğrenmesi vasıtasıyla ilerlemektedir. Mustafa Kemal, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nin “Halk Üzerine” başlığını taşıyan bölümde ifade ettiği bu fikri, 2 Şubat 1923 tarihli İzmir konuşmasında bir ‘efendi-köle’ sorunu olarak ele almaktadır. Şöyle diyor Mustafa Kemal:

“… insanlarda bir arzu, bir eğilim, bir irade vardır. Her insanda bu vardır ve bu manevi bir şeydir. O iradenin tatbik vasıtası olan diğer bir şey daha vardır ki, ona da hâkimiyet derler. İnsanlar iradesine sahip olabilmek için, iradesi doğrultusunda hareket edebilmek ve çalışabilmek için mutlaka hâkimiyetine sahip olmak mecburiyetindedir. Eğer hâkimiyeti başkasına gasp ettirmiş ise, iradesinin tatbik vasıtası elinde değildir. Ona kim sahip olmuş, artık diğerlerinin hâkimiyetleri elinde değildir.”

Mustafa Kemal burada iradeyi ve hâkimiyeti insanın özgür olmasının önkoşulu olarak formül ediyor. Modern felsefede irade sahibi olmayı insanın özgür olmasının önkoşulu olarak en açık bir şekilde formüle eden Rousseau’dur ve Alman filozofu Hegel irade kavramını bir özgürlük sorunu olarak Hukuk Felsefesi adlı eserinin başına alır Rousseau’ya işaret ederek. Aristoteles, Politika adlı eserinde, iradesinin hâkimiyetini başkasına gasp ettirmiş olanı yani köleyi “ruhu olan bir alet” olarak tanımlar. Mustafa Kemal, İzmir Konuşması’ndan aktardığım bu pasajda bütün bir siyaset felsefesi tarihinde ele alınmış olan bu sorunlar yumağına işaret etmektedir.

Fakat Mustafa Kemal, irade ve hâkimiyet kavramlarını yalnızca birey bağlamında, bir özgürlük ve efendi-köle sorunu olarak almaz; konuyu aynı zamanda toplumlar bağlamında da ele alır ve çözümler. Atatürk’ün kendi orijinal cümlelerini buraya olduğu gibi aktarmak istiyorum:

“Hepsinin iradesine sahip olanın iradesi, umumun iradesi yerine geçer. Dolayısıyla bütün görüşleri bir noktada özetlemek lazım gelirse, mahv ve yok olduğunu, sefil olduğunu gördüğümüz bu toplumların, mahv ve yok olma sebepleri kendi iradelerine sahip olmamış bulunmalarıdır.”

Mustafa Kemal bu sözleri dile getirdikten sonra bugün bile geçerli olduğunu düşündüğüm şöyle tarihsel bir belirlemede bulunur: “Bir toplum, bir devlet müessesesi, bu hatadan yakasını kurtarmaksızın, herhangi bir şekilde tesis olunursa olunsun, her halde netice itibariyle felakete mahkûmdur.” Osmanlı toplumunun tüm modern çağ boyunca modernleşmeye çalışıp da modernleşememesinin nedeni budur. Zira halkın iradesi atıl tutulmuş, bir kişinin iradesine indirgenmiş ve böylece halkın her bakımdan olgunlaşması engellenmiştir.

Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN

Prof. Dr., Hamburg Üniversitesi’nde felsefe ve sosyal bilimler okudu. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Edinburg Üniversitesi’nde mülkiyet ve siyaset ilişkisini inceleyen bir yüksek lisans ve ahlak ve iktisat ilişkisini inceleyen bir doktora tezi yazdı. Türkçe, İngilizce, Almanca ve Rusça akademik yazıları yayınlanmış olan Doğan Göçmen’in Adam Smith üzerine bir İngilizce kitabının yanında “Modern Felsefe, Adam Smith, Hegel ve Karl Marx” adlı bir Türkçe kitabı yayınlanmıştır. Yakında yeni bir Türkçe kitabı daha yayınlanacak olan Göçmen evli ve iki çocuk babasıdır. Doğan Göçmen, 2012 yılından beri Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe dersleri vermektedir. Özellikle modern felsefe, pratik felsefe, Aristoteles, Adam Smith, Klasik Alman Felsefesi, Karl Marx, Husserl ve Wittgenstein çalışmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir