
Vay Arkadaş, Bu Kadar Da Olmaz
Evet, yukarıdaki başlığa bakarak kim bilir kafanızda neler oluşturmuşsunuzdur. “Vay arkadaş, bu kadar da olmaz” demeyi bitiremeden “Yok artık, yok daha neler, vay anasını, yuh, daha neler göreceğiz!” gibisinden bir dizi hayret ve şaşkınlık naraları atabiliriz. Bunun nedeni nedir, biliyor musunuz? Hayatın olağan akışına aykırı olan bu durumlara ne kadar normal, ne kadar benimsemişiz; normal olmayanı ona bakalım…
Hukukta bir deyim vardır. Genelde savunma makamı kullanır: “Hayatın olağan akışına aykırıdır” denir. Demek ki hayatın bir düzeni, genel kabul gören işlevsel bir yapısı vardır. Biz burada normalin normal olmadığını, normallik diye bir şey olmadığını anlatmaya çalışacağız.
Normali, TDK Büyük Sözlük yardımıyla açıklayacak olursak:
Normal: Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama; ortalama durum. Kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgülü, aşırılığı olmayan.
Şimdi gelelim “vay arkadaş”a. Ülkede yaşanan ahlaki erozyon, sosyal çürüme… Ne derseniz deyin, ahlak ve utanma duygusunu ortadan kaldırdı. Buna da şaşıranlarınız olabilir. Şaşırmayın; normal dışılık insana özgü bir durum. Sonuçta insan denen varlık, ahlaka değil, hayatta kalmaya programlıdır. Ahlak çok sonra gelir. Hayatta kalma mücadelesinde de hep daha iyi ve daha fazlasını istediği için şehvet-şöhret-servet hastalığına yakalanır. Bir çeşit Ortadoğululuk sendromu gibi düşünün. Bencillik had safhadadır. Amacına ulaşabilmek için Machiavelli’ye bile ders verebilir: Adam satma, kalleşlik, yalan söyleme, hak yeme, hırsızlık, yolsuzluk, tecavüz (her türlüsü) vb. insana özgü davranışlardır. Bunların normalleştirilmesinde medyanın ve sistemin etkisi büyüktür.
“Baldızla zina nikâhı düşürmez” diyen din adamınız varsa; dizilerde aldatma ve ahlaksızlık modernlik olarak gösteriliyorsa; cast ajanslar tarafından yaptırılan ve organize edilen gündüz kuşağı kadın programları reyting alıyorsa… Burada kötüye, kötülüğe alışmış, kanıksamış, hatta kötülüğün içinde olamadığı için hayıflanan insanlar varsa, mizantrop bir toplum yapısı oluşmuştur.
Bu konuda Serdar Durat hocamın bir yazısından da alıntılar yapacağız. Şöyle diyor Serdar Durat hocam yazısında:
“Alışmak, insanın yaradılışında var olan bir gerçekliktir. İnsanın olumlu/olumsuz şartlara alışma hızı ve kapasitesi inanılmazdır. Bilimsel kanıtları ile tespit edilmiştir ki: konfora, varsıllığa, yoksulluğa, yalnızlığa, acıya, baskıya, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, hatta ahlaksızlığa bile alışılabilir. Bu alışma hâli beraberinde ‘duyarsızlaşmayı’ getirir. Bir sonraki aşama ise ‘kanıksamadır.’”
Hocamın da dediği gibi, ülkedeki sosyolojik akış, maalesef kültürsüz bir anlayışın eseri olan alışmak/kanıksamak sorununu ortaya çıkarır. Bir zamanlar bir yazımda “Aptallık zeka sorunu mudur yoksa ahlak sorunu mudur?” başlıklı bir yazı yazmıştım yine burada. Aptallık, ahlak sorunuydu. Çünkü aptallar, sorumluluk almak istemeyen, değişim istemeyen, hormonlarıyla yaşayan hedon tiplerdi.
Hocamın yazısından alıntılamaya devam edelim:
“Maruz kaldığımız bazı durumlara ve koşullara karşı tepkisiz hâle gelmek olarak tanımlanabilir. Bir yerden sonra hiçbir şey insanın umurunda olmamaya başlar. Tüm benliğini ilahi bir tevekkül hâli sarar. İnsan hiçbir şeye şaşırmaz olur. İşte en çok korktuğum eşik, bu alışmak, kanıksamak ve şaşırmamak hâlidir.”
Alışmanın korkuyla, korkudan korkmayla da alakası var. Korkan kişi değişim ister mi? Eylemlerinin başına açacağı işleri şark kurnazlığıyla akleder ve aptala yatar. Devam edelim:
“Şu aralar toplumsal ruh hâlimizin tam da bu noktada olduğunu düşünüyorum. Hep Allah beterinden saklasın diyerek bir sonraki hamleyi sessizce bekliyoruz ve zihinsel rehavet, kadere teslimiyet içinde hayatlarımıza devam ediyoruz. Sorunları görmemize ve şikâyet etmemize rağmen; çoğumuz ‘Ben ne yapabilirim ki?’ diyerek çözümlerini yetkili/ilgili bellediğimiz, geçici vekalet verdiğimiz kişi ve kurumlara ihale edip hayatlarımızın güllük gülistanlık olmasını bekliyoruz.”
Evet, her zaman sorumluluğu, düşünmeyi ve sonuçta karar vermeyi başkalarına bırakan bir yapı oluştu ülkede. Bu birilerinin işine gelse de, son 15 yılda muhalefet partilerinin de işine gelmeye başladı. Her sabah özel kalemi ve makam arabası tarafından karşılanan, maroken koltukları olan bir makamları vardı. Biraz tu kaka tespit siyasetiyle halkı düşünüyor görüntüsü verebilirlerdi.
“Sosyal antropolojik genlerimiz itibarıyla çabuk ve kolay unutabilen insanlarız. Geçtiğimiz yılın acı ve utanç duyduğumuz konularının çoğu hafızalarımızın bakiye arşivinde dosyalandı bile… Çoğunluğumuz yasal haklarımızı arayamayacak ve haksızlıklara itiraz bile edemeyecek kadar ürkek, bıkkın ve yorgunuz. Bu uğurda mücadele veren küçük bir kesimi ise; ‘Sana mı kaldı bu işler? Senin üzerine vazife mi? Sen kim oluyorsun?’ diye azarlayarak elbirliğiyle paçalarından yakalayıp aşağıya çekmek, yıldırmak ve pes ettirmek için azimle çalışıyoruz. Alışmamak, kanıksamamak, demokratik-anayasal hak ve hürriyetlerimize, korkmama özgürlüğümüze sahip çıkmak, adaletsizliklere itiraz etmek erdemdir. Cesaret ve basiret ister.”
Vay arkadaş’tan “Daha neler göreceğiz”e gelene kadar dünya ve ülke anında gündem değiştiriyor. Burada mesele, şaşırmamayı öğrenmek, dirayetli ve dik duruşlu olabilmektir. Mizantrop bu yapı: Hayvana, kadına, başarıya, kendinden başka herkese düşman bir yapı ve sokaklarda kol geziyor. Bunların bir de yobaz olan, yani dini kullanan ve amaçlarına alet edenleri var ki onlar daha tehlikeli.
Uzm. Psikolog Semra Evrim bakınız bu konuda yıllarca evvel kaleme aldığı bir yazısında ne kadar ilginç noktalara değinmiş:
“Temelinde bütün mesele ‘norm’u kimin koyduğudur…
Normalin bir yönü, sağduyuya uygun olmak demektir. Toplumun kültürüne, bilimsel olarak doğru kabul edilene, yasalara uygun olan ve o toplumun yönetenleri, okumuşları, aydınlarının doğru kabul ettiği değerler, düşünce ve davranış kalıpları normal olarak kabul edilebilir.
Fakat hemen eleştirel bir gözle baktığımızda, tüm bunların görecelilik taşıdığı, normal kabul edilen birçok olgunun yanlış veya çirkin çıkabildiği anlaşılacaktır.”
Şimdi siyasette bir normalleşme tartışmasıdır gidiyor. Normali kim belirliyor, bu anlatılmıyor, gündem edilmiyor. Bu konuda söyleyeceğim şudur: Siyaset, el birliğiyle halkı kandırıyor. Birkaç bin kişi rahat yaşasın diye milyonlarca kişi sefalete sürükleniyor.
Hayatta kalma savaşını yaşamak zannedenlere ithaf ettiğim bu yazımın eleştirileri için 0533 265 75 63 numaralı WhatsApp hattına ya da dursunuzun33@hotmail.com adresine yazabilirsiniz. Önceden mesajla izin alınmadan yapılan aramalara cevap verilemeyecektir. Esen kalınız.
Dursun Uzun
Gazateci/Yazar/Danışman

