
Şairin Göğü
Şair yüküyle gider her nere giderse. Omuzlarında ve yüreğinde taşır taşıyacaklarını. Yaşanmamış aşklar, kurulmamış dünyalar vardır heybesinde her daim. Heybesinde gidilmemiş yerler, çıkılmamış adalar…
Başka türlü dünyalar götürür gideceği yerlere şair. Kime rastlarsa yarın güzel olacaklar satar düş fiyatına. Şiirlerle düşe kalka geçer yolculuğu. Yollarda dudağına birkaç da şarkı türkü iliştirdi mi değmeyin keyfine. Denizler gezer, karaları kat eder, ovalar ve ırmaklar bırakır geride… Geride dizeler, geleceğe sağlam halkalar halinde.
Sözcük tarlalarına daldığında bilemez bir anda ne yapacağını, şaşırır şair. Sonra yüreğine sarılır… Oyalanıyor sanırsınız sözcüklerin ortasında ama öyle değil. Sınırsız, sonrasız bir hayat çiziyordur sözcüklerle… Yasaksız ve özgürce yaşanacak bir dünya… Havaya, suya, karanlığa, kağıda. Aşkın ve insanın kazandığı bir dünya görüntüye geliyordur sözcüklerin aykırı buluşmasından, şafağa benzeyen. Zor bir doğum. Hadi görün! Haramilerin saltanatının bitti biteceğine dair işaretler görün şairin kalemine ilişen dizelerinde. Ne duruyorsunuz? Tek bir koşulu var. Harlı tutmalısınız anlama eşiğinizi. Her an bir anlam konabilir çünkü duyarlıklarınıza. Bir sözcük dilden dile girebilir. Bütün hayatları yaşamanın sonucu ne olabilirdi ki başka! Öykülerden süzülmenin, masallarla düşüp kalkmanın… Ve kitaplardan bir dünyanın… Öyle ya!
Geçenlerde bir şair uğradı Çanakkale’ye… Düşlerinden geliyordu, dünyaya gidiyordu. Kendineydi yolculuğu. Sözcüklere, dizelere… Yarısı ısırılmış dünyamızın acısı sinmişti gülüşlerinin arasına… Yüzü yaralı temmuzdu. ”Dünyayı tazelemek gerek” diyerek girdi söze. Cebinden, yüreğinden şiirler çıkarıp koydu masamıza. Kötülerin er geç yenileceğine dair bir renk iliştirmişti sesine. “İnsan vicdanı kadar insandır” pankartı taşıyordu bakışları.
Söz bölüşüldü. Düşler bölüşüldü. Anılara dalıp çıkıldı. Geçmişe ve geleceğe dalışlar gerçekleşti. Kitaplaşıldı, şiirleşildi. Gitti sonra şair. Gitti dünyaya doğru… Sözcüklere doğru, kendi içine doğru. Düşleri yolunun üstündeydi. Kendi dizeleriyle seslendim arkasından. “Kuşların göçerken unuttuğu” bir dalgınlık vardı gökyüzünde. (S:12) Don Kişot’tan bu yana daha da çoğalmıştır dedim yel değirmenleri, dikkat et. Duydu mu? Sanmam! Baktım sesime ilişmiş bir sürü dizesi şairin. Mayıs rengi, haziran bakışlı. Saçları Che kokan, Deniz kokan, Kazım Koyuncu kokan… Yontsam, yontamam baktım ki. Yapacağım bir şey yok. Bas bariton bir bir sessizliğe, bir hüzzam gülüşe dönüşmüş şairden kalan boşluk.
“Sanırım öleceğim / Bak, karıncalar nasıl telaşlı“ (S:22).
“Kapaklandım yere / uzaklarda bir mezar ürperdi” (S:22).
“Her şey değişiyor işte / yalnızlığın etüt vakti (S:22).
Evimizin küçücük odasına sinmişti kokusu. Düşleri, özlemleri… Dostluğu birde. Usulca dokundum her birine. Sıcacıktılar, uykusunu alamamıştılar henüz. Bir ırmağa eğilir gibi eğildim imzalayıp bıraktığı kitabına şairin, ordan şu dizeleri içtim bir çekişte:
“Bu göğü sana adadım / Bu güvercin silsilesini, bu şarkıyı /Oturdum bir taşın üstüne / ırmaklar yonttum” (S:24). Derken, dizeleri dizeleri izledi “Kimliğini soruyor jandarma yaklaşan günbatımına” (S:32). “Susarak da söyleşirmiş insan / Gül nasıl öğrenirse açmayı” (S:37). Uzun sustum şairin arkasından, uzun konuştum. Baktım, “Karalama kağıdı oluyor gökyüzü” (S:47). Ürperdim… Şiir bir ürperti dedim zaten, kendimi yatıştırdım. Bende eski bir alışkanlık, “Yaz gecelerini basarım yarama / rüyasını yeryüzünün” (S:49). Baktım her renkten, her dilden ve her düşten insanlar gülüşüyor düş ucumda. Aşksıklam halimle seyre daldım dünyayı. Kendimi, uzakları, sözcükleri… Bir ses ötelerden, yerin çekirdeğinden, kitabın içinden, göklerden… Rüzgarla aynı hızda. O ses şarkıya dönüşürken İyileşmeye durdu, yarısı ısırılmış dünya. “Gülümse diyor şarkı, perdeleri çekmeyi unut/ Yaz yerine kış koy tuvale / üşü” (S.53). Kan ter içindeyim oysa. Orman yangınları, doğa talanı, hukuksuzluk… Her şey birbirinin içinde. Her şey, hepimiz, ağaçlar, kuşlar, sular, börtü böcek… Her şey, her şey tehlikede… Sivas yanarken de üşümüştüm. Anımsıyorum. “Aklımda bir sigaranın sabaha kadar tütüşü” (S:56). Ve bir sözcük sektiriyorum ay ışığına, suya, şafağa. İncecik yırtılıyor gökyüzü. Kırmızı kırmızı kanıyor yıldızlar. Renkler renkten renge giriyor. Kendini arıyor beyaz. İçim dışım başka türlü bir dünya, barış içinde yeryüzü. Ama yolunda gitmeyen şeyler… ”Uzaklara bakıyorum, kanadı kırık / bir kuş gölgesi / İyi geceler Türkiye” (S:57).
Şair duymadı bunların hiçbirini. Yangınımı, yakalandığım fırtınayı… Kalbimin kırmızısını görmedi. Belki de duydu, gördü. Belki de “Çocuklar rüzgar, sığmıyor hiçbir manzaraya” dizesinde uyuyup kaldı otobüsün koltuğu sanıp. Belki de su olup bir ağaca yürüyor şimdi.
Gece uzun sürdü.
Derlenip toparlandım. Yine gelir dedim o şair. Kazdağları’nda direniş varken de gelmişti… Dağlara Çıkan Piyano’dan notalar sıçramıştı yüreğine onun da… Sözcüklerine ilişmişti. Ağaçlar yurdumuzdur diye bağıracağız hep bir ağızdan nasılsa. Çünkü kötüler vitessiz. Bütün güç ellerinde. Bakarsın duyar sesimizi şair. O da gelir. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz çünkü. Çünkü her şairin bir göğü vardır. Ordan toplar sözcüklerini, olgunlaştırıp. Başlar sonra yaşanası bir dünya örmeye. O şairin öyle bir derdi vardı üstelik. Ne de olsa bir şairi yarasından tanırım.
Ama hayat kendi seyrinde. Örneğin, “Tulumbadan su çeken kadın /yer değiştiriyor usulca /testiye dolan suyla” (S:92). “Şimdi bir türkü söylemeli / Ama neyi (S:104).
Yorgunum. Toparlanmam lazım. Kendime diye yolcuğa çıkacağım az sonra. Derin bir manzaranın karşısına geçiyorum şimdi: “Uzak… Çok uzak…./ Bir dünya dönüyor / doğmamış çocukların avucunda…” (S:63). Şair, “Sen orda yağmuru dinle / Beni burda bir çocuk /resmetsin tuvale” (S:76).
Şairin çok kitabı var. Ben, size dokunmak için birini seçtim yalnızca. Ondan kimi dizeler… Seçtiğim kitaba şair; “İnsan Bu Kadar Yaşamamalı” adını vermiş. Ben olsaydım Şairin Göğü adını verirdim… Şaka şaka! Bana sorulardan verilen adımla da böyle şakalar yaparım bazen.
Okudukça, düşündükçe, düş kurdukça daha güzel bir dünya… Şiirle.
(M:Mahzun Doğan, İnsan Bu Kadar Yaşamamalı, Şiir,Artemis Dergisi Şiir Dizisi, Ağustos 2024, 120 Sayfa)
Hayrettin Geçkin

