
Otoriter İktidarların Beslenme Kaynağı: Politik Kutuplaşma
Otoriter rejimler, siyasal tarih boyunca bireylerin özgürlüklerini kısıtlamış, muhalefeti bastırmış ve iktidarı merkezileştirmiştir. Bu rejimlerin devamını sağlama noktasında birçok strateji uygulanmıştır. Bu stratejilerden biri, belki de en etkilisi, politik kutuplaşma yaratmak ve bunu sürekli canlı tutmaktır. Politik kutuplaşma, toplumu “biz” ve “onlar” şeklinde keskin çizgilerle bölerken siyasal aidiyetleri pekiştirir, rasyonel tartışmaları ikincil plana iter ve bireylerin otoriteye olan bağlılığını artırır.
Politik kutuplaşma, bireylerin siyasal düşünce ve davranışlarında giderek daha keskin ayrımlarla iki (veya daha fazla) grup arasında bölünmesine yol açmaktadır. Bu durum, sadece siyasal alanla sınırlı kalmamakta; bireylerin kültürel, ekonomik ve sosyal etkileşimlerine de yansımaktadır. Kutuplaşma, genellikle siyasal liderler veya partiler tarafından manipüle edilerek derinleştirilmekte ve bir sınır çizgi aracı olarak kullanılmaktadır. Otoriter rejimlerde bu mekanizma, toplumsal uyumu bozmaktan ziyade iktidarın dayanaklarını kuvvetlendirmek için bilinçli bir strateji olarak benimsenmektedir.
Otoriter rejimlerin politik kutuplaşmayı bir silah olarak kullanmasının altında yatan temel neden, toplumda bir “düşman” algısı oluşturarak kitleleri manipüle etmektir. “Biz” grubu iktidarın destekçilerini temsil ederken, “onlar” grubu rejim muhaliflerini işaret etmektedir. Bu yapay ayrım, rejimin eleştirilmesini zorlaştırırken, halkı otoriter lidere daha sıkı bir şekilde bağlamaktadır.
Otoriter rejimler, kutuplaşmayı desteklemek için medya, eğitim sistemi ve hukuki düzenlemeler gibi araçları kullanmaktadır. Devlet kontrolü altındaki medya organları, belirli bir ideolojiyi yüceltirken muhalif görüşleri kriminalize etmektedir. Eğitim sistemi, genç bireyleri tek tip bir düşünce yapısına kanalize etmektedir. Hukuki düzenlemeler ise muhalifleri susturmak için kullanılarak dönüşümsel bir toplumsal yapı yaratılmasına katkı sağlamaktadır.
Politik kutuplaşma, toplumda derin yarıklara ve uzun vadeli olumsuz etkilere yol açmaktadır. Bir yandan sosyal bağlar zedelenmekte ve bireyler arasında güvensizlik artmakta, diğer yandan rejim, eleştirilere karşı daha dirençli bir çerçeve kurmaktadır. Bu durum, demokratik kuralların ve değerlerin zayıflamasına, insan hakları ihlallerinin artmasına ve hukuk devletinin ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
Kutuplaşma, iktidarın destekçileri için bir aidiyet duygusu yaratırken muhalifleri sessizleştirmekte ve toplumu hiyerarşik bir yapıya sürüklemektedir. Bu yapı, bireylerin sorunlara dair eleştirel düşünme yetisini azaltmakta ve alternatif söylemlerin önünü kesmektedir.
Otoriter iktidarların politik kutuplaşma stratejisi, iktidarı sürdürebilmek için etkili bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu strateji, toplumu derin çizgilerle bölmekte, bireylerin otoriteye bağlılığını artırırken muhalif sesleri etkisiz hale getirme potansiyeline sahiptir. Ancak bu durum, sadece bireyler arası ilişkileri değil, aynı zamanda demokratik yapıları ve toplumsal dayanışmayı tehdit etmektedir. Dolayısıyla, politik kutuplaşmanın derinleşmesi, sadece otoriter rejimler altında yaşayan bireyler için değil, küresel demokrasi için de çözülmesi gereken bir sorun olmaktadır. Bu gerçeklik, toplumların farkındalığını artırmakta ve kutuplaşmayı önleyecek politikaları benimsemeyi gerektirmektedir.
Dr. Tunay Şendal

