
Osmanlı’yı Ayakta Tutma Politikaları ve Türkçülük (2)
Osmanlı, 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile Batı devletlerinin üstünlüğünü tam anlamıyla kabul ederek Lale Devri’ne girmiştir. O tarihten itibaren imparatorluk, ‘Batılılaşma ve Batı’yı takip etme’ politikalarını sürdürmüştür. Yani Osmanlı’nın Fransız Devrimi gerçekleştiğinde bundan bihaber olduğunu söylemek için tarih bilmemek gerekiyor. Fakat burada ince bir nokta var ki Osmanlı Avrupa’da ilk daimi elçiliğini 1793’te, yani Fransız Devrimi gerçekleştikten 4 yıl sonra açmıştır. Ve bu elçilik de Londra’dadır. Bu sebepten dolayı Osmanlı’nın 18.yy’ın tamamında Avrupa’yı sağlıklı bir biçimde izlediğini söylemek de mümkün değildir.
Ayrıca Lale Devri’nin zevk ve sefa ortamı ‘Batılılaşma’ fikrini tabana kötü yansıtmıştır. Bundan dolayı ‘Batı’yı izleme’ fikri halkta kötü bir izlenim uyandırmıştır. Üçüncü Selim döneminde yapılan siyasi ve askeri alandaki ıslahatlar, ‘Batıcılık’ fikrinin ilk doğru ıslahatlarındandır. Batı’yı taklitten anlama aşamasına da bu dönemde geçilmiş olur.
Türkçülük fikrine değinmek için Batıcılık fikrine değinilmesi gerektir, zira bize ulus anlayışı Batı’da gerçekleşen gelişmelerin ardından geçmiştir. Şinasi, Namık Kemal gibi Osmanlı aydınlarının, Batı’yı yakından tanımaları ve bilmelerine karşın kafalarındaki tabuları tam olarak yıkamadıklarını söylemek gerekir. Örneğin Namık Kemal Osmanlı’nın ‘’Milletçe İslam, Hristiyan ve Yahudiden meydana geldiğini’’ yazıyor. Yani ‘millet’ kavramını ‘ulus’ anlamında değil, dinsel topluluk anlamında ele alıyor ki bu Osmanlı’nın kuruluşundan o güne kadar gelen, aslında ‘millet’ olmayan ‘millet’ anlayışıdır.
‘Osmanlı’ kavramını bir millet anlayışına dönüştürmeye çalışan ‘Osmanlıcılık’ kavramından bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Bilinen Osmanlı aydınlarının da ilk başta bu fikirden etkilendiğini söylemeliyiz. Ancak imparatorluk içindeki çözülmeler, aydınları farklı fikirlere sürüklemiştir. 1900’lere kadar Osmanlı’nın ululuğundan bahseden aydınlar, 20.yy’a gelindiğinde Türkler’in ululuğundan söz etmeye başlamıştır. Bu da Türkçülük fikrinin ideolojik olarak doğuşudur diyebiliriz.
Gelin bir de ilk Türk Ocakları nasıl kurulmuş, Doğan Avcıoğlu’nun anlattıklarına bakalım: 20. yy’ın başlarında Arap tıbbiye öğrencileri, ırkçı amaçlar güden bir cemiyet kurmuşlardır. Bu dernekteki öğrenciler, tıbbiyedeki Türk öğrencileri horlamış ve onları dışlamışlardır. Doğan Avcıoğlu’nun aktardığına göre bu Türk öğrenciler Karacaahmet Mezarlığında toplanır ve dertleşirlermiş. Yine böyle dertleştikleri bir günde bir Türk derneği kurmaya karar vermişler. Böylece ilk Türk Ocağı kurulmuş olmuş.
Ancak dönemin Türk Milliyetçilerinin Balkan ve Arap milliyetçilerine kıyasla bir dezavantajı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü Osmanlı tarih yazıcılığı sadece saray ve çevresine odaklandığından – Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren yönetim ve askeri alanlarda Türklerin dışlanması durumunun da getirisi olarak – Türklüğe ve Türklere çok yer verdiğini söyleyemeyiz. Bu da bir Türk imparatorluğu olan Osmanlı’da Balkan ve Arap tarih yazıcılığının Türk Tarih yazıcılığına oranla daha gelişmiş olmasına yol açmıştır.
Bu anlattığım durumun bir sonucu olarak ilk Türk milliyetçilerinin bilim ve teknolojik açıdan Batı’yı takip etme zorunluluğu doğmuştur. Yani bu da başta söylediğim gibi Batıcılık ile Türkçülük arasında olan bağı kuvvetlendirmiştir. Daha kısa bir tespit yapacak olursak Batıcılık, Türkçülüğün bir zorunluluğu haline gelmiştir.
Avrupa’da yapılan Orta Asya Tarihi araştırmaları bizdeki Türklük hakkında pek bir bilgisi olmayan ilk Türk milliyetçileri tarafından merakla izlenmiştir. Bu sırada Türk Milliyetçilerinin en çok ihtiyacı olan şey ortaya çıkmıştır. Bu şey, II. Göktürk Devleti’nin ileri gelenleri adına yazılmış bir kitabe olan Orhun Yazıtları’dır. Bu kitabe, Orta Asya Tarihi üzerine araştırma yapan Avrupalı bilim adamı Radlof tarafından araştırılmış ve çözümlenmiştir. Yani bu olay aslında bize ‘Türkoloji’ dalının Avrupa tarafından yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıktığını gösteriyor. Demek ki Pantürkistlerin babası olarak bilinen Rıza Nur’un da dediği gibi ‘’Pantürkizm ve Panturanizmi, yabancılar doğurmuştur.’’ diyebiliriz.
Gördüğünüz gibi değerli dostlarım, bugün bize anlatıldığı gibi Osmanlı o kadar da ‘şanlı Türk Tarihi’ değilmiş. Hatta ölüm döşeğindeki Osmanlı, Türk milliyetçilerine sahip çıkabileceği bir tarih bile verememiştir. Kendilerine bir çıkar yol bulmaya çalışan Türk milliyetçileri, denize düşen yılana sarılır mantığıyla, Avrupa’nın Türk ve Orta Asya Tarihi hakkında yaptığı araştırmaları takip etmiştir. Ancak Avrupa Tarih yazıcılığının tarafsızlığını(!) da burada anlatmayacağım çünkü onu ‘Türk Tarih Tezi’ yazımda anlatmıştım. Dilerseniz ona da bakabilirsiniz.
Bu yazı serisinin ikinci kısmında Türkçülük ve onunla bağıntılı olarak Batıcılık fikrinin ortaya çıkışına değindik. Bu yazı serisinin devamında genç cumhuriyetin Türkçülükle olan ilişkisine ve devamında Turancılık fikrinin oluşum aşamasına değineceğiz. Tahmin ettiğimden uzun ancak bana ve size çok şey katacak bir yazı dizisi olacak. Sabırla bekleyiniz. Hoşça kalın, sağlıcakla kalın…
Metin Emre Kuşçu
Kaynakça:
- Türklerin Tarihi 1. Kitap, Doğan Avcıoğlu, Tekin Yayınevi, 1993
- Türkçülüğün Tarihi, Yusuf Akçura, Karbon Kitaplar, Aralık 2020
- Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura, Türk Tarih Kurumu, 2018
- Türk Tarihi 1, Rıza Nur, Toker Yayınları, 1994

