Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

Kaz Dağları’nın Sessiz Nefesi; Uyan Ey Sancıyanım! – Müjdat Güven

Kış ve Direniş / Bahar ve Yeniden Doğuşun Umudu

Kaz Dağları’nın tepelerinden bir kış sabahı başlar hikâye. Kar, ince bir sessizlikle her şeyi örter; çıplak dalların, taşların ve toprağın üzerindeki beyaz örtü, zamanın geçici huzurudur. Ama dağlar bilir, bu huzur aldatıcıdır. Rüzgârın taşıdığı soğuk, sadece havaya değil, insanın içine de işler. Altınoluk’un tepelerinden aşağı bakınca Edremit Körfezi, soğuk bir ayna gibi yansır. Bu aynada doğanın sonsuz sabrı ve insanoğlunun açgözlülüğü çarpışır, ne yazık ki.

Kaz Dağları’nda mevsimlerin adını, rüzgâr koyar; yaprakların dansını kuşlar besteler. Burada zaman, çam ağaçlarının gölgesinde ağır ağır akar. Edremit Körfezi, bir annenin kucağı gibi sıcak, ama bir o kadar da hüzünlüdür. Denizin mavisi, toprağın derinliklerine kadar işlerken dağlar, taşlarında taşıdıkları sırlarla bekler sessizce.

Bir zamanlar bu topraklarda en çok su ve toprağın insanla türküsü vardı. Şimdi ise kazılan yaralar, altının yüküyle bir vicdanı, bir halkın hafızasını, köklerinden söküp götürürcesine sızlıyor. Her adım, bir şeyin yok edilişinin işareti gibi. Çünkü insanlar, sadece ağaçları değil, bir halkın anılarını da kesip biçiyorlar. Bu topraklarda yaşam, yalnızca altın için feda ediliyor; fakat altının parıltısı, doğanın özünü hiçbir zaman yakalayamadı yeryüzünde.

Kaz Dağları’nda kış büyük bir dinlencedir evvelden beri. Ama kışın soluğunda bir hüzün vardır; kar, toprağın derinliklerinden gelen acıları gizlemeye çalışır. Kar taneleri düşerken, her biri bir hikâyedir. Dağlar, binlerce yıldır bu hikâyeleri taşır. Birer birer, yavaşça toprağa düşerler ve kaybolurlar; ama hiçbiri, yok olmaz. Her kar tanesi, bir direnişin sembolüdür. Çünkü kar, her zaman bir yeniden doğuşu taşır. İnsanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın, toprak, sabrıyla her zaman yeniden uyanır.

Her taş, bir ömürdür burada. Her yaprak, bir destan. Ama kim dinler ki taşların sessiz çığlığını? Madencilerin ellerinde parlayan balyozlar, yalnızca toprağı değil, bir halkın masallarını da paramparça eder. Yalnızca doğal yaşamı değil, binlerce yıllık bir tarihin, bir kültürün derin izlerini de yok eder. Ve kimse hatırlamaz; çünkü altının ışığı, hiçbir zaman bu dağların karanlık gecelerine dokunamaz.

Burada, her ağacın gövdesinde bir şairin dizeleri saklıdır. Her derenin sesi, bir çocuğun ninnisidir. Doğanın her parçası, toprağa olan bağlılığımızı hatırlatırken, bizler, bu hatıraları yok ediyoruz. Ağaçlar kesilir, toprak yırtılır, ama bu kayıpların acısı, kimse tarafından görülmez. Kaz Dağları, sadece yeşilin değil, acının, belleğin ve geçmişin simgesidir.

Kaz Dağları’nın eteğinde, insan ve doğa arasında bir kavga sürer ve insanla insan arasında da. Bir insan vardır, elleriyle toprağı sever, hayatı orada bulur. Diğeriyse, elleriyle toprağı öldürmeye, her karışına veda etmeye yeminli bir savaşçıdır. Onlar, bu dağların karanlıklarına, zamanın sesini susturmaya çalışırken, bir diğeri, bu sesin yankılarını duyar ve direnişi savunur. Kaz Dağları, bir tür suskun çığlıktır; ama bu çığlık sadece duyulmaz değil, aynı zamanda bir başkaldırıdır da.

Gökyüzü de bilir, toprağın sabrı her zaman kazanır. Bir kuşun kanadında taşınan tohum, en derin yaraya umut olur. Rüzgâr bir gün gelir, insanın açgözlülüğünü yavaşça siler. Kaz Dağları’nın sessiz nefesi, bir ağıt gibi yankılanır. Ama bu ağıt, bir başkaldırının şarkısıdır aynı zamanda. Her dal, her yaprak, her kök, toprakla, insanla ve tarihle kurduğumuz ilişkinin direncini simgeler.

Ey Kaz Dağları!
Sana dokunan eller, seni unuttuklarını zanneder.
Ama sen, köklerinde saklarsın hayatı, taşlarında korursun vicdanı.
Altın arayanlar, senin asıl zenginliğini göremez ki kördürler. Çünkü senin gerçek ışığın, doğanın kutsal sessizliğinde gizlidir, uyanırsak bütün bir görmeler şenliği olur bu körlük mevsimi.

Kış geçecek, biliyoruz, uyanırsak. Kar taneleri eriyecek, toprak bir kez daha nefes alacak. Ama bu kez, toprağın sessiz feryadını duymak, her birimizin sorumluluğu olacak. Kaz Dağları’nın nefesi, yalnızca bir doğa parçasının değil, insanın kendi vicdanıyla yüzleşmesinin öyküsüdür. Ve her vicdan, bu direnişte bir kar tanesi kadar küçük, ama bir çığ kadar etkili olabilir.  Hiçbir derde merhem olmaz sancımak bir başına.

Ey dağların sessiz nefesi!
Senin suskunluğun, bizim isyanımızdır. Her kar tanesiyle beraber bir direniş daha büyür can suyu olup yetişmek için baharın yeniden doğuran sancısına!

Müjdat GÜVEN
25.11.2024
gökkuşağı dergisi/ aralık 2024

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir