Kulağında Sesler Var
İlkbaharın son günleriydi… Gecenin koygun bir karanlığında sokağa attı kendini. İçi daralıyordu. Bir de uzun zamandır kulağının içini dolduran sesler onun gönencini bozmuştu. İstanbul’da, neredeyse kapısını çalmadığı, alanında uzman doktor kalmamıştı…
Yüzüne çarpan ılık rüzgâr bir hoşuna gitti ki! Dudağının ucunda Nina Blaze’nin “Just One More” şarkısının sözleri…
Umudunu avucunun içinde saklamaktan vazgeçti; elini cebine soktu.
Semtin sarma cigara tutkunu bağımlıları, solgun sarı ışığın aydınlattığı sokak lambasının altında dikilmişler; bir yandan laklak, bir yandan da cigaranın en ufak dumanını göğe salmadan ciğerlerine solukluyorlardı.
“Neşeniz bol, dumanınız hoş olsun!”
“Eyvallah abim…”
“Gel, bir nefeste sen çek Arda abi…”
Sağ elinin içiyle göğsüne şaplak vurup başını eğmeçledi…
Yenimahalle’ye doğru vurdu adımlarını…
Subasmanı yeni atılmış yapının köşesinde üç beş tas kafa tıraşlı şopar yere çömelmiş, ellerinde folya; altını çakmağın ateşiyle ısıtıp, dudaklarında marpuş gibi sarkan plastik kamışla “eis” çekiyorlardı… Sızaki durumdaki müptezeller kafalarının içinde kim bilir hangi filmi izliyordu…
Üsküdar’ın yan çeperlerinden yükselen gırnata, cümbüş, darbuka sesi ortamı yeşillendirirken, küçük tek katlı teneke evlerin bahçesine kurulmuş çilingir sofralarından yükselen kahkahalar, gecenin derinliğinde mermi hızıyla kayboluyordu.
Kalaycı Davut’un dükkânının kepenkleri açıktı… İçeride göz gözü görmüyordu… Keyifler tavan yapmıştı anlaşılan. Esrarın ve nişadırın kokusu insanın burun direğini eritecek keskinlikteydi!
Selimiye’nin kevaşeleri, Pazariçi’nin çıt kırıldım oğlanları, ellerinde Bomanti birasının kallavi şişesiyle hayata, ortama destanlık dipnotlar bırakıyordu.
Her yüz adımda, yaşam tiyatro sahnesi gibi perdeleri kapatıp yeniden açıyordu burada. Semtin bütün kirli çamaşırlarının yıkandığı, ancak ıslak kalan öykülerini Paşakapısı Cezaevi’nin duvarları çok iyi bilir; ama konuşamaz ki!
Maltanın bir ucunda, Çarşambalı ustaların göz nuruyla siparişle dikilmiş, basık giydiği lacivert ayakkabısı ile Çamlıcalı Haydar’ın volta atarken her geri dönüşte sert topuk sesi sabahın ilk ışıklarına ağlıyordu…
Karşıdan, onun ayak ritmini bastıran Sapancalı Hurşit Yavaş, namı diğer Volkan çıktı koğuştan…
Birbirlerine hapishane adabı gereği selamlaştılar…
Omzundan ha düştü, ha düşecek siyah palto; parmak arasında Erzurum işi kehribar tespihle Hasan Heybetli, Çamlıcalı Haydar’ı görmezden gelip, Sağmalcılar Cezaevi’nin sübyanında birlikte ceza yattığı Sapancalı Hurşit’e yüksek sesle selam verip, müsaade isteyerek voltaya eşlik etti…
Sabahın ilk voltasında hava nemleniverdi bir anda… Gece kurulan barbut masasında karşılıklı gerginlik yaşanmıştı!
Karacaahmet’e çıkan yokuşun sağına yapışıp, Selimiye’ye oradan da Kadıköy Rıhtım’a doğru hızlı adımlarla yürüdü…
Sabahı yaran silah sesiyle sarsıldı bir an!
Sağına soluna bakındı… İleride Dürümcü Fiko’nun tezgâhının önünde, kanlar içinde biri kaldırımda yatıyordu.
Oraya buraya koşanlar…
Kısa bir süre sonra polisler olay yerine geldiler…
Arda, yerde yatanı çok iyi tanıyordu; Fikirtepe’nin abilerinden biriydi…
Şöyle bir göz taraması yapıp yürüdü…
27 Ekim 2025
Amsterdam


