Deneme,  Gündem Arşivi Klasikleri

Kül Yaşantılar

Gel, konuşalım. Hal hatır soralım evvelini. Hesapları bir kenara bırakıp açalım içimizdeki bohçaları; dertler dökülsün, geri dolmasın bir daha. Dağ taş sevdayla tutuşsun; kurumuş dallar çiçek açsın. Toprağa dokunan yaprak, solmak korkusuyla ağlamasın. Kardelenler gibi, kışın bağrından filizlensin umut.

Menekşeler de karların içinde açar. Renkleri mor; ama soğuğa ilk selam verenlerdir onlar, kar menekşeleri. Kar, toprağın mutluluk gözyaşlarıdır aslında; çoğu zaman fark etmeyiz. O gözyaşları toprağı sular, can verir toprağın derinliklerine…

Gelenler ağlar, gidenler yanar. Doğanın yazgısıdır bu; ağlamak, gülmek kadar yanar yakar insanı. Yanış, yaşamların son perdesidir belki; külü rüzgâra karışır, uzaklara savrulur. Kerem’in Aslı’ya olan aşkındaki yanış misali; Aslı, Kerem’in külünü süpürürse, Kerem’e gam olmaz. Yanışın boşuna değilse, güzeldir. Rüzgârın kanatlarında savrulmak, sevdadır. Ama kim ses eder, kim sesini duyurur? Taş, ayağına takılmadıkça kim onu görür?

Taş mı olmalı insan? Yoksa toprak mı? Zamansız esen bir yel mi, yoksa sevdasını yanışlarda yaşamayan bir kül mü? Öylesine gelip gitmeli mi ölü yaşantılarda…

Peki, gerçekten yaşadığının farkına ne zaman vardın? Yaşasak dolu dolu, ansak o farkındalığı… Yaşantılar kül olmadan!

Muhsin Salman

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir