
Kaba Güç Etiğin De Hukukun Da Kılıfına Sığmaz!
Tıpçıların çok eski çağlardan beri beyinlerine kazındığı için hepsinin ezbere bildiği “ilk yapacağın şey zarar vermemektir” anlamına gelen bir ilkesi vardır. Bu ilke, Hipokratçı hekimlerin zamanla Latinleştirdiği şekliyle “PRIMUM NON NOCERE”dir.
Bu ilkeyi vicdan sahibi hukukçuların da birebir uyguladığına sıklıkla tanık oluyoruz. Bu kuşkusuz çok sevindiricidir. Bu ilkeyi yüzlerce yıl önce, bilimsel amacını bir adalet bilimi geliştirmek olarak tanımlayan Thomas Hobbes, toplum bilimi, etik ve siyaset alanına da uyarlamıştır.
Hobbes’a göre, siyasetçinin etik bir yükümlülüğü vardır. Bir siyasetçinin veya siyasi partinin halktan çok oy alması tek başına yeterli değildir. Bu, tek başına siyasetçinin kararlarının ve uygulamalarının meşru olduğunu kanıtlamaz. Kaba temsili demokrasi uygulamasında böyle görülse ve yapılsa da bu yaklaşım tek başına etik bir temelden yoksundur.
Siyasetçinin temsili demokraside bile kararlarının ve uygulamalarının meşruluğunun kaynağı, halkın seçmiş olmasının yanında insanlığın çıkarlarının ve gereksinimlerinin ölçüsüne dayanmaktır. Karar ve uygulama, insanlığın çıkarları koşulunu yerine getirmiyorsa meşru değildir.
Kişisel bencil politik hırsları hukuki kılıfa sokarak “hukukun üstünlüğü” ilkesinden dem vurmak, niyette dürüstlük koşulunun yerine getirilmediğini göstermektedir. Unutmayalım ki yasaların da hukuksal meşruluğa sahip olması için yerine getirmesi gereken etik bir koşulu vardır. Bu etik koşul, hukuk sisteminin haklar veya diğer adıyla özgürlük sistemi olarak kurulmasını emreder. Aksi durumda hukuk sistemi, adaletin tesisinden başka her şeye hizmet edebilir.
Etik koşulunu yerine getirmeyen geçerli yasalar meşru kabul edilemez. Yasaların meşruluğunun etik temelli olduğunun göstergesi, her durumda adaletin yeniden tesis edilmesidir. Adaletin tesis edilip edilmediğinin göstergesi ise özgürlük ve eşitlik koşulunun sağlanıp sağlanmadığıdır.
Sonunda yine dönüp dolaşıp Hobbesçu “insanlık çıkarı” ilkesine geri dönüyoruz. İnsanlık çıkarına hizmet etmeyen siyaset, toplumun gereksinimlerinin giderilmesine ve arzularının gerçekleşmesine hizmet etmediği için meşru bir etik temelden yoksundur. Siyasette gücün ve iktidarın önemi büyüktür, fakat etik koşul yerine getirilmediği sürece hiçbir şey hükmündedir. Etik koşulu yerine getiren siyaset, hukuk sisteminin kendisine yüklediği özgürlüklerin gerçekleştirilmesi için gerekli siyasi koşulları oluşturur.
Fakat tarihte siyasetin özgürlük ödevini yerine getirmediğini, örneğin Hitlerizmde olduğu gibi özgürlüğü yok ettiğini görürüz. Ama bilinmelidir ki, en karanlık günlerde bile, unutmayalım, tarihin gidişi hep iyiye ve güzel olana, etiğe ve estetiğe doğrudur. Tarihin bu genel gidişinin yönünü hiçbir gücün durduramayacağı unutulmamalıdır. Modern insan, burjuva değil, yurttaş, her şeyden önce etik bir varlık olmak istemektedir. Zulüm kimden gelirse gelsin, nasıl gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin, kabul edilemez. Zulme karşı direniş, modern siyaset bilimini temellendiren John Locke’tan beri meşrudur! Bu nedenle Cumhuriyetimizin en temeldeki kurucu değeri özgürlüktür. Zulme karşı direniş meşrudur, çünkü bir nevi meşru müdafaadır! İnsanlığın ulaştığı uygarlık seviyesi budur. Bunun gerisine düşen tüm uygulamalar bir barbarlık belirtisidir. Filozofça bakınca böyle görülmektedir ve filozofça bakabilmek önemlidir!
“Primum non nocere” ilkesini olumlu şekilde ele alalım. Çünkü ilkenin devamında, yani “Primum non nocere”den sonra “SECUNDUM CAVERE, TERTIUM SANARE” diye eklenir. İkincisi, dikkatli ol; üçüncüsü, iyileştir yani sağlığına kavuştur anlamına gelmektedir. Eş deyişle, sonuç iyilik et demektir. Anadolu halk bilgeliğinde çok eskilerden beri “EYİLİK EYİDİR!” denir.
İyilik, dolayısıyla insanlık koşulunu yerine getirmeyenin hukuken de savunulacak bir yanı kalmamıştır.
Prof. Dr. Doğan Göçmen

