
Hayri Bey
Kendi kendine konuşuyordu Hayri Bey. Yanında biri varmış gibi anlatıyordu içindekilerini. Öfkesi buharlaşsın diye başından şapkasını çıkarıp yelpaze yapmıştı.
Benim yanlışım şuydu: Hanımla birlikte gitmemek. Şapkamı da almadığım için sıcak güneşin altında yürü ha yürü. O market senin, bu market benim! Sanki başkası yitirmiş de ben bulacağım. Kızgın güneşin altında üstelik. Daha dün bir arkadaşımı kaybettim oysa, beyin kanaması yüzünden. İnsanoğluna hiçbir şey ders olmuyor. Yandaki markete diye çıkmıştım evden aslında. Ama her ihtimali düşüneceksin değil mi? “Ne olacak, iki adımlık yol.” deyiverip geçirmedim başıma şapkayı. “Kel alaka” mı? Öyle demeyin!
Yanına yaklaşılacak gibi değil ki hiçbir şeyin. Neye el atsan yanıyorsun. Uzaktan şöyle bir hesapladım, emekli maaşımla kaç kilo kiraz alırım diye. Sizce kaç? Yirmi, otuz? Sakın uçmayın ha! Kargalar kapar. İki kayısı, bir elma, yüz lira. Yeni emekli olduğum zamanlar geçti gözümün önünden. Kasap reyonunun önünden geçerken, bir günlük kazancımla birkaç kilo et alabileceğim günler gelip yığıldı aklımın bir köşesine. Yuh, dedim! Vallahi yuh! Hiç de sevmem geçmişe methiyeler dizmeyi ama mecbur ediyorlar insanı. Görüyorsunuz işte.
Hanımı aradım, istediği şeyin fiyatını bildirmek için girdiğim marketten. “Sakın ha!” dedi, “Çok pahalı. Çık oradan. Diğer marketleri gez. Biraz ucuz bulursan yarım kilo ya da bir kilo da limon al.”
Evet, yol görünmüştü bana! Yolların aşınacak hali yok. Boşu boşuna dolmuşa niye bineyim? Kaç para olduğunu bilmiyor muyum sanki! Hem ayaklarım da açılır biraz. Tam beşinci markette aldım soluğu. Ter buram buram. Hararet tavan. Bir şişe su alıversem bunca gezdiğime, market market dolaştığıma bir anlam veremem o zaman. Hanım da yapar böyle şeylerin hesabını. İnce hesaplar yapmazsan ayakta duramazsın. Kimseye “haksızsın” diyemiyorum. Eve bir misafir gelmesi ne demek! Töreler de bozulacak bu gidişle. Neyse… Hanımı tekrar arayıp fiyatlar üzerinde anlaşma kurduktan sonra, uğradığım beşinci marketten alacaklarımı alıp girdim kasa kuyruğuna. Tuttum kartı makineye. İpin ucu kaçmış nasılsa, hesap ne tutar ne tutmaz umurumda bile değil. Her şey geçen yılın beş on katı. Emekliye yüzde kaç verdiklerini bilmeyen var mı!
Bir söğüdün altıydı. Serin bir yer bulmuştu Hayri Bey kendine. Beni fark ettiğinde konuşmasını kesti. Burnunun ucuna ve alnına yığılan terleri sildi eliyle. Selam verip yanına oturur oturmaz konuşmasına devam etti. Sanki az önce de ben varmışım yanında.
“Sana çay söylemek isterdim ama kusura bakma, delikanlı.”
Yetmişine merdiven dayamış bana “delikanlı” diye hitap etmesi hoşuma gitti Hayri Bey’in. Hoş beş fazla uzun sürmedi aramızda. Yakında bir yerde oturuyormuş. Evi kira değilmiş. Kahveye, çay ocaklarına uğramaz olmuş epeydir de.
“Bir çay kaç para biliyor musun? Eskiden benim yanımda kimse çay parası için cebine el atamazdı. Hey gidi günler hey! Gitsem biri gelir, yanıma oturur da bir bardak çay söylemek zorunda kalırım diye kaçıyorum oralardan da. İki ucunu bir araya getiremiyorsun ki hiçbir şeyin. Rahmetli anamın ‘Yoksulluğun gözü kör olsun.’ sözü durumu açıklamaya yetmiyor artık. Bıçak kemikte, delikanlı.”
Hayri Bey konuşmak istiyordu belli ki. Üstelik bir de dinleyici bulmuştu kendisine şimdi:
“Çıkıp geldim evden. Kalsam karıyla kavga edecektim. Üzerinde anlaştığımız fiyatları fazla buldu, arayıp bildirdiğim halde. Birkaç market daha dolaşabilirmişim. Emekli adamın işi neymiş evde! Görmüyor muymuşum her şey ateş pahası! Üstelik kasada bir paket de sigara geçirmişler hesabıma, iyi mi! Hanım fark etmese kaynayacaktı arada. Alışveriş fişlerini incelemek huyudur. Apar topar aynı yolları bir daha tepip kasadaki kıza durumu açıklayınca insanlığı tuttu da izahımı kabul etti çok şükür. Evden şapkasız çıkmamıştım bu kez. Almadığım sigara parası iade edildi. Hem de nakit… Yine de ‘helal süt emmiş biriymiş.’ dedim kendi kendime kız için. ‘Hayır, almışsın.’ dese ne yapacaktım! Hanımla bunun için de papaz olacaktım hiç yoktan. ‘Sen sigara da mı içiyorsun?’ der miydi, diyebilirdi. Bu kez başımı şapka da korumaz, beyin kanaması geçirirdim harbiden. ‘Dikkatsizsin herif! Ağzını açıp almadığın sigara faturasıyla eve geleceğine gözünü aç biraz.’ demekle kaldığına şükür.”
Televizyonu da açmıyormuş Hayri Bey epeydir!
“Bıktım yalan makinelerini dinlemekten. Koca koca adamlar, hiç utanmıyorlar. Adlarının önünde bir de ‘profesör’ yazıyor. Ya şu uzmanı ya bu uzmanı her biri. Hay sizin… Kiraya vermişler ağızlarını pezevenkler. İçlerinden biri çıkıp da ‘Bu yaptığınız ayıp.’ diyemiyor yukarıdakilere. Adalet yok, hukuk yok ülkede. Tutmuş, her şeyin iyi olduğunu, iyiye gittiğini söylüyorlar. Yalanlarla uyutuyorlar milleti. Onlardan değilsen de içeri tıkıyorlar anında. İtirazın yasak edildiği bir ülke yaşıyoruz, yaşamak denirse. Kadına şiddet, doğaya şiddet! Pahalılıksa tozu dumana katmış gidiyor. Dizginleyecek kimsecikler yok. Yetmemiş gibi bir de ateşe verdiler ortalığı. Daha rüya görmemiş çocukları bile öldürüyorlar acımasızca. Görmüyor musunuz Gazze’yi? Bir başa geldiler mi, gitmek de bilmiyorlar. Buş muydu, puşt muydu, o gitti, geldi yenisi. Al sana dünyanın başına yeni bir haydut daha. İsrail’in İran’a saldırısına güzelleme yapıyor ağa. Bizimkilerle içli dışlı olduklarını bilmiyor muyum sanki? Herkes biliyor. Sokaklara çıkıp ‘insan neresi!’ diye bağırmak geçiyor içimden. Hepimizi uysallaştırmışlar delikanlı. Hepimizi teslim almışlar. Hepimizi… Dünyayı ve ülkeyi bu hâle getirenlere inanmaya kodlamışlar kafalarımızı. Çıkış da görünmüyor ufukta. Halk dediğin bir âlem: Bir kilo et alabilen, yüz gram alana ‘şükret’ diyor. Yüz gram alan, ‘Bunu bulamayan da var.’ diyerek şükrediyor sahiden. Hiç almayansa ‘Allah beni sınıyor.’ deyip o da şükrediyor. İnsan da bu, kumaş da bu! ‘Kel başa şimşir tarak.’ sözünü boşuna söylememişler… Böyle insanların başına turp da düşer, Trump da…”
Kim bilir daha ne kadar oturacak söğüdün altında.
Kim bilir daha neler anlatacak dinleyen bulursa. Gerçi dinleyiciye de ihtiyacı yok ya! Herkese açık radyo adamcağız. Uzatmayayım. İzin istedim Hayri Bey’den.
“Hanım bekliyor, alışverişe çıkacağız.” dedim.
O kadar doluydu ki adam, benimle ilgili hiçbir soru sormamıştı. Nerede oturduğumu, ne işle uğraştığımı, olup bitenler karşısında ne düşündüğümü… Arkamdan, “Alışverişe hanımla birlikte çıkmanız iyi fikir, delikanlı. Her şeyin iki günde birkaç katına çıktığını görünce en azından sana bir şey diyemez. Kasadaki kıza dikkat et, hesabına bir sigara parası eklemesin.”
Beş on adım ilerledikten sonra geri döndüm. Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha…” dizesi geldi aklıma.
Hayri Bey ha babam konuşuyordu.
Hayrettin Geçkin
18 Haziran 2025 – Dünya
