
Gizli Polis
Polisin her türlüsünü severim, beğenirim ama gizlisine bayılırım. Adı üstünde: Gizli polis. Niye mi gizli? Çalıştığı yer gizlidir, herkes bilir; bindiği resmî araba, Sovyetlerin bir dönemde armağan ettiği yandan egzozlu, siyah renkli bir acayip otomobildir, herkes tanır; birisini izlerken filmlerdeki ajanlar gibi giyinirler, herkes anlar. Herkesin anlamadığını da onları tanıyanlar birbirlerine söyler, öylece anlaşılır.
Gizli polisler, benim onları sevdiğim kadar cana yakın olmayabilirler – zevk meselesi. Ne demişler: Gönül ota da konar… İlk gizli polisimle 14 yaşımda tanıştım. Sıcak bir yaz günü evde yalnızım. Pencereden görülen komşu evdeki kızlardan üçü de yer yarıldı da içine girdiler. Hiç olmazsa biri cama çıksa ya. Her gün yapmadıkları kalmaz, dikkatimi çekmek için. Belki iç odaya çekilmiş uyuyorlar, dedikodu yapıyorlar ya da çeyiz işliyorlar. Kadın milletine göre işini ayarlamayacaksın.
O ne? Evin yakınında, gidile geline yol yapılan tarlada sarı kafalı bir herifle benim yaşımda iki oğlan yerlere bir şeyler çiziyorlar. Artık yerimde duramam ben. Saniyede bitiverdim yanlarında. Adamın fanfinfonundan belli ki Amerikalı. Okulda öğrettikleri İngilizceye de, öğretene de küfretmek için en âlâ fırsat. Hem merakımı gidermek hem de görünüşe göre yardım uman bu kefereye yol göstermek istiyorum.
Toprağı düzleyip bir ev resmi çizmiş. Anlaşılan ev arıyor. İki metre boyuyla kafası önde, poposu havada yürüyen sarı adamın peşine takıldık. Evlerden gözüne kestirdiğine önden yaklaşıyor, yandan dikizliyor, meyve ağaçlarını elliyor, işaretle “Kapıyı çalalım” diyor.
Her çaldığımız kapıda ahiret soruları soruyoruz: “Akarsuyu var mıdır? Banyoyu nerede yaparsınız? Tuvaleti görebilir miyim? Ya kira kaç para?” Uzun lafın kısası, bizim yeni dünyalı, öğle güneşinde kısa sürede pes eden öteki çocukları ektikten ve benim de sonunda yorgunluktan pestilimi çıkardıktan sonra şehir merkezindeki oteline yürüyerek gitti.
Ben arkasından hayretten bakakalmışken yanımda bir başka adam bitiverdi. Sol göğüs cebinden üstü armalı bir parlak kâğıt çıkardı, gösterdi. Salak salak yüzüne baktığımı görünce “Gizli polis” dedi. Önce korkudan dilim tutuldu. Baktım ki gizli polis benden daha bitkin ve toz-toprak içinde, acıdım zavallıya. Saatlerdir adamın peşinde yürüdüğünü, casus olabileceğinden şüphe duyduğunu ama İngilizce bilmediği için Amerikalı’ya soramadığını söyledi. Anlaşılan, o yaşıma kadar casus filmlerini kendimi vererek izlememişim. Ankara’nın bir kenar semtinde ev arayan bir yabancının neden casus olabileceğini düşünmemişim. Gizli polisin yorgunluğu, içimde vatansever bir telin tınlamasına neden oldu ve o tarihten beri gördüğüm her Amerikalı “casus” sözcüğünü çağrıştırdı.
Yıllarca sonra Amerikalıların yanında askerî tesislerde çalıştığım için bilirim, asker giysili casus olmaz. Askerî tesis demek, küçük Amerika demek. Adam kendi vatanında niye casusluk yapsın ki! Geriye siviller kalıyor; onlarla da gizli polisler uğraşır.
İkinci gizli polisimi, sevmediğim Amerikalıların yanında çalışmak için başvurduğumda tanıdım. Bu gizli polis, Amerikan askeri örgütünde personel memuru olarak çalışıyordu. İşe alınmama karar verecek olan Amerikalı subay, adamın kimliğini gülerek açıkladı. Neden güldüğünü hâlâ anlamış değilim. Ama personel memuruna kızgınım; gizli polis olduğu için değil, nüfus cüzdanıma kendi damgasını vurduğu için. Herhalde gizli polislere saygım sonsuz olduğundan bir türlü cesaret edip soramadım “Ekmek fişi verildi, pazen verildi” gibisinden bir damgayı kafa kâğıdıma neden bastırdığını. Mutlaka bir bildiği vardı.
İşe girdiğimin üzerinden bir yıl geçmişti. Bir gün gece vardiyasından dönmüşüm; uykusuz ve yorgunum. Kahvaltıdan sonra dalmışım. Büyük ağabeye saygılarından küçük kardeşlerim dışarı çıkmışlar. Acı acı çalan zil sesine uyku sersemliğiyle kalktığımda kapıdaki adamı tanıyamadım. Gizli polistenmiş. Sesine verdiği esrarlı havayı başka zaman olsa çok seveceğim ama uykusuzluk yok mu! İçeri geçti, oturdu. Küçük kardeşim evde olmadığından kahve ikram edemedim. Nihayet konuya girdi.
Benim başıma büyük bir kısmet konuyormuş, Amerikalıların yanında çalışmaya başlayacakmışım. Gizli polislere olan saygımdan dolayı hiç gülmeden zaten çalıştığımı söylemek zorunda kaldım. Çok kızdı. Nasıl olur da güvenlik soruşturması tamamlanmadan çalışırmışım! Gizli polislerin yetkilerinin Amerikan casuslarınca çiğnenmesine üzüldüm. Fakat soruşturmayı yapmaları için işten ayrılamazdım ki! Sağ olsun, başka bir çözüm yolu buldu. Ben işten çıkmayacaktım, o da “istim arkadan gelsin” hesabı soruşturmayı sonradan yetkililere sunacaktı.
Cebinden not defterini çıkardı ve beklemeye başladı. Anlayışsızlığın bu kadarını tahmin edemediği için söylemek zorunda kaldı. Amerikalılarda bol tükenmez kalem olacağı için kendisine bir tane hediye edebilirmişim. Amerikan malı kullanmadığımdan ötürü bir sıkıldım, sormayın gitsin. Yerli malı kalemi beğenmedi, almadı. Soruşturmayı kurşun kalemle yaptı. Nüfus cüzdanımdaki bilgileri soracağını tahmin ettiğimden çıkarıp verdim eline. Soruşturmanın tadını kaçırdığım için bu hareketime de kızdı. Ayrılırken bir sigara istedi. Yeşilaycı olduğumuzu duyunca kapıyı hiddetle çarptı, gitti.
Her geçen gün daha çok gizli polisim oldu. Çalıştığım işyerlerinde, öğrenimim boyunca, yaşamımın her döneminde çeşitli nedenlerle tanıştığım kişilerin arasında muhakkak bir tane “onlardan” vardı. Polisle birlikte olunca insana güven duygusu geliyor. Ancak niçin gizlendiklerine aklım sırrım ermiyor.
Öğrenci olayları sırasında sınıfların en saf görünüşlülerinin onlardan olduğu kesinlik kazanmıştı – bir de en keskin devrimci geçinenlerden bazılarının. Devlet dairelerinde hademeler, çaycılar, giriş kapılarındaki boyacılar gene onlardandı. Ara sıra bilmem ne müdürü veya bilim insanı olanlarına da rastladım ama benim gizli polis tanımımı zedeledikleri için onları başka sınıfa kaydırdım.
Solcu sanıp izledikleri zamanlarda şaşırtmaca vermek için peşimdeki adamcağızları koşturduğum olmuştur. Şimdi yaptıklarıma çok, pek çok üzülüyorum. Böyle derin düşüncelere daldığım sırada kapı çalındı. Kız kardeşim alışverişten dönüyormuş. Üstünde buruşuk bir pardösü, yakası kalkık.
“Gizli polis modası” dedi. “Almış yürümüş de haberim yokmuş. Herkesten ne eksiğim var? Ben de giyerim.”
Bir rahatladım, hiç sormayın. Adamlar yıllardır saklanmaya çabalarken bir modacının sihirli değneğiyle evlerimizin içine girdiler. Hoş geldiler, sefalar getirdiler. Severim gizli polisleri.
Yavuz Kürkçü
Not: Çıkacak olan Kırıntılar adındaki öykü kitabımdan bir bölümü okudunuz.

